
Elveda Rumeli
Yunan ordusu “Zito! Zito!” naralarıyla Selanik’e girdi. Onları, gül yapraklarıyla damlarda, balkonlarda oluşmuş ellerinde mavi beyaz bayraklarıyla kalabalıklar karşılarken, bir Bulgar tümeni de şehrin bir bölümünü işgal etti ve evlere, klişelere el koydu. Bu ileride çıkacak İkinci Balkan Savaşına yol açacak ilk çatlağın belirtisiydi. Eski sultan Abdulhamit, maiyeti ve on üç karısıyla birlikte bir Alman savaş gemisine konularak Beylerbeyi Sarayına getirildi. Şehri görüp üzülmesin diye de sarayın arka odaların birine yerleştirildi ve 6 yıl sonra orada öldü.
YUNAN MEZALİMİ
Yunanlılar, 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi sonrası, mütareke maddelerine dayanarak özellikle Batı Anadolu bölgesindeki işgallerini meşru hale getirmeye çalışmışlardır. 15 Mayıs 1919’da İzmir’in işgali ile başlayan Yunan mezalimi, kısa sürede Batı Anadolu’nun tamamında kendini hissettirmiştir. Yunan askerleri ve onlarla hareket eden yerli Rumlar işgal ettikleri yerlerde yaşayan Türklere olağanüstü bir zulüm, vahşet ve katliam uygulamışlar, yaşanan işgaller neticesinde bölgede yaşayan on binlerce Müslüman Türk, toprağını terk ederek göçe mecbur olmuştur.
BULGAR MEZALİMİ
Bulgar mezalimi, planlı ve sistematik bir biçimde uzunca bir süre devam etti. Amaç Müslüman Türkleri yok etmek, dininden, isminden ve geleneklerden kopmak üzerine uygulamalara girişildi. Bu doğrultuda hunharca katliamlar yapıldı. Camiler kiliselere, halkı da Hıristiyanlığa zorlanınca yoğun bir şekilde Anadolu’ya göç başladı. Kaçamayan Türklere uyguladıkları dinî ve sosyal baskılarla, malları ve evleri yağmalandı.
Mustafa Kemal, İstanbul’a vardığı zaman, Birinci Balkan Harbi bitmiş gibiydi. Yıldırım gibi geçen ve bir ay bile sürmeyen, iki cephede de bozguna uğranan bu savaşta, bütün Rumeli elden gitti.
Makedonya elden giderken Mustafa Kemal’in annesiyle kız kardeşi evlerini terk etmek zorunda kaldı. Selanik’ten ayrılarak, düşmandan kaçan göçmenlerle, yaralı askerlerden oluşan bu kalabalığın büyük bir çoğunluğu, İstanbul’a varamadan açlıktan hastalıktan yollarda can verdi. Varanların tamamına yakını cami avlularında, ilaçlardan yoksun, hastalıklı, evsiz barksız, açlıktan perişandı. Günler süren aramaları sonunda cami avlusunda, kışın insafsız soğuğunda aç, sefil, perişan ve hasta insan yığınları arasında annesini ve kız kardeşini buldu. Zübeyde Hanım, evini barkını yitirmenin ve yaşadıkları acının tesiriyle boynunu eğmiş, ileri geri sallanıyordu. Yanlarında ölmüş kocasının yeğeni Fikriye de vardı. Çocukluğundan beri görmediği Fikriye büyümüş genç bir kız olmuştu. Onları derhal bir eve yerleştirdi, ihtiyaçlarını giderdi, kucaklayıp hasret giderdi, çektikleri acıları dinledi. Izdırabı büyümüş bütün benliğini sarmıştı. Ömrünün çoğunu geçirdiği yerin düşman eline geçmesi, Mustafa Kemal’e çok dokunmuştu.
Meclis salonunda barış görüşmeleri tartışılırken, elleri bayraklı bir gurup Meclis önünde toplandı. Gurubun başında Enver Bey arkasında Talat Bey bulunuyordu. Merdivenler hızla çıkıldı, salonun kapısına gelindi. Kapıyı Harbiye Nazır Nazım Bey açtı. Kalabalığın arasından biri silahını ateşledi. “Köpekler kıydınız canıma” diyen Nazım Bey oracıkta öldürüldü. Salona girildi. Sadrazamdan istifası istendi. Yerine Sadrazam Mahmut Şevket Paşa getirildi. Enver artık iktidardı.
Mustafa Kemal, siyasi cinayetlerden nefret ediyor ve bu hükumet darbesini ve özellikle yapılış şeklini yanlış buluyor Enver’i serçe tenkit ediyordu. Anayasa’ya uygun yollarla çekilmeye zorlanması gerektiğini ısrarla arkadaşlarına anlatıyordu. Böylece kan dökülmeden hükumet değişikliği şansı olabilecekti. Ancak arkadaşı Fethi’den ve birkaç yakın arkadaşından başka kendisini haklı bulan olmadı.
Şerefsiz bir teslimiyetten dönüldüğüne inanan halktan da destek görmesi, Enver’i yeni hülyalara itti. Yetkisi olmadığı halde Edirne’yi kurtarma hayaline kapıldı. Genelkurmayın böyle bir seferin hazırlıklarını önceden yapılmalı fikrine rağmen Sırplardan da yardım gören Bulgarlara saldırdı. Başarılı olamadı, gereksiz kayıplar verildi.
Mustafa Kemal, Gelibolu’daki Kolordunun harekat Dairesi Başkanlığına atanmıştı. Fethi Bey de kolordunun kurmay başkanıydı. Herhangi bir Bulgar saldırısı karşısında Çanakkale Boğazını, dolayısıyla İstanbul’u savunmak onlara düşmüştü.
Bu ara Mahmut Şevket Paşa Babıali’ye giderken yolda bir arabadan açılan ateş sonucu öldürüldü. Bu Meclis Salonu kapısında öldürülen Harbi Nazırı Nazım Paşanın bir misillemeydi. Tabi bu olay Enver ve İttihatçıların Anayasayı bir kenara itip ülkeyi diktatörce yönetme fırsatı verdi. Muhalefette birkaç lider asıldı. Böylelikle Enver, Cemal ve Talat Paşalardan kurulu bir “TRİUMVİRA” bundan sonra ülkenin tek yönetici konumuna geldi.
(ENVER-CEMAL-TALAT TRİUMVİRA’SI)
1- ENVER
İkinci Balkan savaşı sona erdi. Sırbistan’la Yunanistan, Bükreş’te imzalanan bir antlaşma gereğince Bulgaristan’ın kaybettiği toprakların çoğunu paylaştılar. Edirne kesin olarak Türkiye’de kaldı. Enver yükseldikçe yükseldi. Harbiye Nazırlığına getirildi; paşa oldu, Osmanlı prenseslerinden biriyle evlendi ve Boğaziçi’ndeki bir sarayda prensler gibi yaşamaya başladı. O yumuşak başlı “Hürriyet Kahramanı”(!) tam bir diktatör oldu. Artık herkes ona “Ever Paşa, Enver Bey’i öldürdü demeye başladı.
2- CEMAL
İktidar üçlüsünün ikinci adamıydı. Dıştan bakıldığında zarif tavırlı, vahşi bir çekiciliği vardı. Ama bunun altında yatan sert ve acımasız enerjisi, soğukkanlı zekasıyla birleşince ona çoğu zaman insafsız ama becerikli bir yönetici niteliği veriyordu.
3- TALAT
Üçüncü adam Talat, aralarındaki tek sivildi. İri yarı bir Trakya köylüsüydü. Kırmızı yanakları ve Çingene gibi kapkara parlak gözleri vardı. Eğitimini bir Musevi okulunda tek Müslüman olarak yapmış ve sonradan postanede memurluk etmişti. Kurnaz ve esnek zekasını maskeleyen babacan halleriyle herkesin güven ve sempatisini kazanırdı.
Yüce Türk Ulusuna Saygıyla…
Mehmet R. Aşar, Ocak 2025, Antakya
“Her saldırıya karşı daima karşı saldırı düşünmek lazımdır.
Karşı saldırı ihtimalini düşünmeden ve ona karşı güvenilir tedbir bulmadan hareket edenlerin akıbeti, mağlup olmak ve hezimete uğramaktır; yok olmaktır.”
Mustafa Kemal Atatürk-1927


Bir yorum
Hayati Sarnık
Anneannem ve akrabaları Romanya’dan göç etmişler. Anneannem 8-9 yaşlarında ve ikiz imiş. Annesi ikizleri at üzerine alıp kaçıyorlarmış. Romen askerler ateşe başlamış. İkizi vurulunca annesi onu yola bırakıp anneannemi önüne alıp Edirne’ye kadar gelmişler. (Anneannem anlatırdı devamlı. Akrabaları ile burada Romen ce konuşurlardı.