
Edebiyatımızın Güçlü İsmi: Hayrettin Geçkin
Sevgili okurlarım, merhaba.
Yeni bir söyleyişi ile karşınızdayım.
Konuğumuz edebiyatımızın güçlü ve değerli ismi; Hayrettin Geçkin.
Hayrettin Bey’i geçtiğimiz yıllarda Edremit’te düzenlenen Kitap Fuarı’nda tanıma fırsatım oldu. Kendisi ile kısa bir süre de olsa edebiyat ve umut dolu bir sohbetimiz olmuştu.
Çok sağ olsun Hayrettin Bey, adıma ‘’Dağlara Çıkan Piyano’’ adlı eserini imzalama nezaketini gösterdi.
Büyük bir keyifle okuduğum eserini, siz değerli okurlarıma da tavsiye ediyorum. Elbette, Geçkin’in diğer eserlerini de edinip okunmayı unutmayınız.
Bugün ise, saygıdeğer Hayrettin Bey ile edebiyat dünyasına nasıl adım attığı, okurları ile buluştuğu birbirinden başarılı eserleri, aldığı ödüller, Türkiye Yazarlar Sendikası çalışmaları ve diğer edebi faaliyetleri hakkında oldukça keyifli bir sohbetimiz oldu.
Bana böylesine harika fırsatı sunduğu için, Hayrettin Bey’e çok ama çok teşekkür ediyorum.
Pek kıymetli ailesi ve sevdikleri ile bir ömür boyu mutluluklar ve değer kattığı edebiyat dünyasında başarılar diliyorum.
Sevgili okurlarım; sizleri direnişi, umudu, emeği, şiiri, yazını, yaşamı, doğa aşkını, insan sevgisini, toplumsal duyarlılığı ve geleceği örgütlemekten asla vaz geçmeyen, edebiyatımızın güçlü kalemlerinden biri olan Hayrettin Geçkin ile baş başa bırakıyorum.
İşte karşınızda onurlu duruşundan, asi kaleminden ve hepimize umudu aşılayan hayallerinden vaz geçmeyen Hayrettin Geçkin…
Hayrettin Geçkin, kimdir? Kendinizi, okurlarımıza tanıtabilir misiniz?
İzin verirseniz, benimle böyle bir söyleşi yapma inceliği gösterdiğiniz için size teşekkür ederek başlayayım söze.
Ben düşçü gerçekçi, lirik simyacı şiirler peşinde koşan biri.
İnsanlığın oğlu; kurdun kuşun; ağaçların, suların kardeşi…
Mümkün hayatlara ve mümkün insan ilişkilerine inanan bir düşbaz.
Kimi zaman birkaç yıldız ötede bir düşte konaklayan uslanmaz.
İnsana ve doğaya inansa da tam olarak bir düşünceye bir inanca bağlı olmayan bir asi, bir aksi… Şiddet karşıtı.
Okuyup yazan. Daha doğrusu bir kova okuyup bir damla yazan.
Çocuklar gibi dünyanın tamamlanmadığına inanan.
Kuşlara şiir okuyan; otlarla, börtü böcekle konuşan.
Duyarlıkları azalmasın diye hangi kente gitse oranın delisi olmayı seçen.
Baltalardan kaçan bir orman.
Aşkın ve sanattın incelttiği bir dünyada yaşamak istiyorum diye tutturan ve bunda ısrar eden.
Harf harf, sözcük sözcük yaşanası bir dünyaya doğru yola çıkmış bir yolcu aynı zamanda. Sözcüklerden ve şiirden başka kimsesi olmayan, yalnızca uçurumların arka çıktığı…
Bir şiir etkinliğinde özgeçmişim okundu. Şunlar söylendi hakkımda. İtiraz edemedim:
1956 Artvin-Şavşat doğumlu, ilkokulu köyünde, ortaokulu Şavşat’ta okudu.
Artvin Öğretmen Okulu’nu ve Anadolu Üniversitesi Türkçe Öğretmenliği Bölümü’nü bitirdi.
Yirmi beş yılı devlet hizmeti olmak üzere toplam otuz yedi yıl öğretmenlik yaptı.
1979’da Kahramanmaraş Katliamı’nı protesto etmesi nedeniyle açığa alındı.
12 Eylül’le birlikte bir süre özgürlüğü kısıtlandı.
Yüze yakın edebiyat ve sanat dergisinde yazı ve şiirleri yayınlandı.
Üç yıl süreyle Kocaeli Üniversitesi’nde şiir dersleri verdi.
Beş yıla yakın, Kocaeli’nde yayın hayatını sürdüren Şehiriçi Dergisi’sinde sanattan sorumlu editörlük, yazarlık ve yayın kurulu üyeliği; Enver Gökçe ve Ruşen Hakkı Şiir Yarışmaları başta olmak üzere çeşitli yarışmalarda jüri üyeliği yaptı.
Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü ve Çağdaş Şairler ve Yazarlar Ansiklopedisi’nin yanı sıra yurtiçi ve yurtdışında pek çok antolojide yer aldı.
En son Çağdaş dünyada kabul gören ve farklılıklara tahammülü ifade eden ”tolerans” ve ”hoşgörü” kavramlarının çok kıymetli olduğu bu yüzyılda, insanlığa ve ülkemize örnek olacak katkıların takdir edildiği, 2015 yılından itibaren Türkiye’nin Nobel Barış Ödülleri olarak kabul edilen, UNESCO ve T.C. Kültür Bakanlığı’nın “Yaşayan İnsan Hazineleri” kriterlerine göre yapılan değerlendirmeler sonucunda; 2024 yılı “VI. Uluslararası Özkan Mert Edebiyat Onur Ödülü’ne layık görülen Geçkin’in beş ayrı ödülü daha var.
Çeşitli dergilerde denemeler yazan Geçkin, aynı zamanda Türkiye Yazarlar Sendikası (TYS) üyesi olup oluşumundan bu yana TYS Çanakkale Temsilcilik görevini yürütmektedir.
Troya Sanat Dergisi Yayın Kurulu Üyesi Geçkin’in yayına hazır üç deneme, bir roman, bir öykü, çok sayıda çocuk öyküleri ve yine şiirlerinden oluşan dosyaları bulunmaktadır.
Geçkin’in ortak kitapları saymazsak biri öykü, dokuzu şiir olmak üzere on kitabı bulunmaktadır.
Edebiyat ile yolunuz nasıl kesişti? Yazın dünyasına adım attığınız günden bugüne kadar geçen süre içinde yaşadıklarınızı, sizden dinleyebilir miyiz?
Birleştirilmiş sınıflardan oluşan köy okulumuzun kitaplığında otuz beş kırk kitap vardı. Oku oku pek çoğunu ezberlemiştim.
Kitaba meraklıydım. Dünyayı anlamak ve anlamlandırmak için bir çabamın olduğunu anımsıyorum.
Kitaplıktaki kitapların sayısını artırmak için kitap yazma hayalleri kurduğumu asla unutmam.
Bir bakıma kitapla, edebiyatla ilgili ilk cemre böyle düşmüştü duyarlıklarıma.
İkincisi, anlatırken bile dokunur, canımı acıtır:
İlkokul dördüncü sınıftayken sıra arkadaşım teneffüslerde ondan bundan dayak yer ağlayarak gelip yanıma otururdu. Bu durum canımı acıtıyordu. Elimden bir şey de gelmiyordu ama.
‘’Dayak yeme, karşı gel, eğer bir daha dayak yersen bu sefer de ben dövmeye başlayacağım seni’’ dediğim gün, baktım yine salya sümük yanımda.
Karnına kurşun kalem sapladım. Ölçüyü kaçırmışım.
Öğretmen sınıfa girdiğinde arkadaşım acıdan kıvranıyordu.
“Ne oldu oğlum sana?”
“Öğretmenim çok sancılanıyorum, eve gitmek istiyorum,” diyebildi güç bela.
Beni ele vermemişti.
İlk şiirimi arkadaşımdan özür dilemek için o akşam yazdım.
Ben de işler onda açtığım yara dediğim bir durumdur bu.
12 Eylül’de “Gür sesiyle bir daha güzel şiirler okumasın, yaptığı konuşmalarla insanların yüreğini havalandırmasın” diye işkence sırasında boğazına kaynar su dökülerek sesi kesilen edebiyat öğretmeni, aynı zamanda şair Enver Karagöz köylümdü.
Asıl odur beni kitapların dünyasına doğru yola çıkaran.
Eleştirel okumayı da büyük ölçüde ondan öğrendim.
Lise sıralarında ayakkabı boyacılığı yaparak kazandığım parayla aldığım Nazım Hikmet’in Memleketimden İnsan Manzaraları, Ahmed Arif’in Hasretinden Prangalar Eskittim ve Hasan Hüseyin’in Kızılırmak adlı şiir kitapları, kitaplığımın ilk üç kitabıdır.
Onlar da beni iyiden iyiye şiire çekti, yeni kitaplara yolcu etti.
Öğretmen okulunda (lise) mandolin ya da flüt çalmadan mezun olmak ve dolayısıyla öğretmen olmak mümkün değildi. Bu konuda bir istisnayım ben. Bir mandolin veya flüt alamamış ve dolayısıyla onlardan birini çalmayı da öğrenememiştim.
Annemin bu duruma açıklık getirmek için “yoksulluğun gözü kor olsun oğul” dediği hiç aklımdan çıkmaz.
Arkadaşlarım mandolinin tellerini bir birine sürterken benim de sözcükleri birbirine sürtmek geldi aklıma, nasıl geldiyse. Böylece küçük şiirler çıktı ortaya.
Öğretmenliğim sırasında onları şarkı haline getirdim. Islıkla çalıp söyledim öğrencilerime. Flüt ve mandolin çalan arkadaşlarımdan geri kalmadığımı hissettim bu yolla.
Edebiyatla ilişkim böyle başladı diyebilirim.
Daha sonra kitaplardan, içinde rahatsız olmayacağım ikinci bir dünya kurdum kendime.
Sıra arkadaşıma çektiğim kalemi, kötülüğe karşı çekmiştim artık.
İlk eseriniz hangisi? İlk kitabınızı eline aldığınızda neler hissettiniz? Okurlarınız ile buluşan diğer eserleriniz hangileridir?
Bir şiir kitabı ile merhaba dedim edebiyat dünyasına: ‘’Adı Şiirkondu’’ .
Şiirkondu’nun içinde 12 Eylül sırasında tutukluyken yazdığım ve bir şekilde dışarıya çıkarmayı başardığım şiirlerim de var.
Şiirkondu elime geçince, oğlum dünyaya geldiğinde hissettiğim sevince benzer bir sevinç yaşamıştım. Unutmam bunu.
Kütüphanemde kitaplarımın arasında yerini alan Şiirkondu’yu seyretmek çok hoşuma giderdi.
Kitaptaki şiirlerden birinde geçen şu dizeler benden önce bazı arkadaşlarımın diline düşmüştü. Bu da beni çok mutlu etmişti.
mesele kalkmak
denemek bir kerelik
korkunun boyunu geçeriz kardeşlerim
Sırasıyla; Düş Lekeleri, Bir Uçurum Arka Çıktı Bana, Su Vakti, Beni Nereye Götür, Yol Ağrıları, Yapım, Dize, Lirbah (öykü), Dağlara Çıkan Piyano izledi Şiirkondu’yu.
Hayrettin Geçkin, ülkemizden ve dünyadan hangi isimleri okur? Günümüz edebiyat dünyası hakkındaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?
Aklınıza gelen Türk ve dünya klasiklerinin pek çoğunu okudum diyebilirim.
Şiir, öykü, roman, deneme türlerinin hemen hemen hepsiyle sıkı bir ilişkim oldu.
Elimden gelse dönüp yeniden okuyacağım romanları bile var: Şolohov’un Ve Durgun Akardı Don’unu, Aymatov’un Gün Olur Asra Bedel’ini, Tolstoy’un ve Dostoyevski’nin pek çok eserini… Hemingway’ı…
Don Kişot, bir istisna. Onu üç beş yılda bir mutlaka yeniden okuyorum.
Amin Maalouf, Murathan Mungan, Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Bertolt Brecht, Sabahattin Ali, Stefan Zweig, Franz Kafka, Ursula K.Le Guin, Edgar Allan Po, Çehov , Sait Faik, Oğuz Atay, Nazım Hikmet, Memduh Şevket Esendal, Halikarnas Balıkçısı, Adalet Ağaoğlu, Kemal Özer, Ruşen Hakkı bir çırpıda aklıma gelenler ve bende iz bırakan isimler.
Kuşkusuz edebiyat dünyası çok geniş. Koca bir okyanus. Okuduğum ve etkilendiğim yazarları saymaya kalkacak olsam bu söyleşinin sınırlarını çok çok aşar zaten.
Ülkemizde ve dünyada çok iyi yazar ve şairlerin olduğunu söylemekle yetinelim. Büyük bir çoğunluğundan uzak değilim.
Yeni yeni keşfettiğim has yazarlar bile var: Güven Tunç … Müthiş romanlar yazıyor.
Hülya Duman, iyi bir denemeci örneğin.
Kadın şairlerimizden çok iyi isimler sıralayabilirim…
Kadın öykücülerimiz öykü dünyamızı adeta çiçekliyor.
İsimler üstünden konuşmaya girmek istemiyorum açıkçası.
Bir edebiyat eserinin öncelikle bir edebiyat eseri olması gerekir. Edebiyat hazzı önemli… Estetik önemli.
Dilin olanaklarından çok iyi yararlanmalı bir yazar, bir şair. Ama insandan uzak düşen, insanın ve insanlığın sorunlarını içermeyen, insana ve insanlığa sorunlarından çıkış halkaları atmayan yapıtlar bana hitap etmiyor.
Antik dönemden günümüze gerek tarihi, gerekse doğal güzellikleri ile birçok edebiyatçıya, araştırmacıya ve tarihçiye ilham kaynağı olan Çanakkale’de yaşıyorsunuz. Her yönü ile böylesine zengin olan Çanakkale’nin sizin üzerindeki etkisi nedir? Çanakkale’deki yerel yazarlar ve edebiyat dünyasından bahsedecek olsak bize neler söylemek istersiniz?
Çanakkale’ye on yıl önce yerleştim. Buranın bir tarih denizi ve bir kültürler müzesi olduğunu önceden biliyordum zaten. Bu bilme halim şimdi daha da derinleşti doğal olarak.
Burası Kurtuluş Savaşı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin önsözü.
Çanakkale Savaşı, her yönüyle düşündürüyor insanı.
Mustafa Kemal’in Anzak askerlerinin annelerine söylediği sözler bir ürperti gibi duruyor duyarlıklarımda.
Troya, yani Çanakkale aslında bir dünya kenti.
Homeros’un ayak izleri var bu topraklarda. Homeros’un İlyada’sı yeryüzünde en çok ilgi gören; şairlere, yazarlara esin veren, araştırmacılara kaynaklık eden bir eser.
Çanakkale dünyada ilk güzellik yarışmasının yapıldığı bir yer.
Benim şu anda oturduğum yerde vaktiyle bilgeler okulu varmış. Epikür hemşerimiz örneğin…
Bütün bunlar benim gibi birini büyülemeye yetiyor.
Ben yerel yazar ifadesini doğru bulmuyorum bu arada. Erişimin, iletişimin aldığı boyuttan ötürü böyle söylüyorum.
Bakın Didim’e bağlı Akköy diye bir yer var. O köyde on yıl öncesine kadar bir dergi çıkıyordu.
Dünyanın ve ülkemizin köy adresli tek dergisi Akköy Dergisi idi.
Edebiyatımıza yanılmıyorsam en çok yazılı belge bırakan dergilerden biri oldu Akköy Dergisi.
Derginin yaptığı etkinlikleri de biliyorum, içinde bende yer aldım çünkü. O etkinliklerin birçoğu uluslararası düzeydeydi.
Çanakkale hele. İstanbul’un küçük bir minyatürü. Burada hafta sonları sanat, edebiyat ve kültürel alanlarda birden çok etkinlik oluyor.
Ülkemizde yapılan etkinliklerin büyük bir bölümünü bilen biri olarak buradaki etkinliklerin pek çoğunun Türkiye ortalamasının çok ama çok üstünde olduğunu söyleyebilirim rahatlıkla.
Çanakkale’de çok sayıda şair, yazar, ressam, müzisyen, heykeltraş var.
Üniversite de besliyor kenti ayrıca.
Çanakkale’de yapılan şiir etkinlikleri, öykü etkinlikleri, edebiyatın çeşitli kolları ile ilgili etkinlikler İstanbul’dan değilse bile Bursa’dan, İzmir’den, Antalya’dan pek de geride değil.
Siz, Kazdağları’ndan bütün dünyaya ulaşan Kirazlı direnişini, ‘’ Dağlara Çıkan Piyano’’ adlı eseriniz ile ölümsüzleştirdiniz. Toplumsal duruşunu okurları ile paylaşan bir kalem olarak doğadan, yaşamdan ve gelecekten taraf olduğunuzu anlattınız.
Sizce, bir yazarın toplumsal konulara karşı tepkisi nasıl olmalıdır? Bu açıdan edebiyatı ele alırsak, görüşünüz ne yönde olur?
Bir şairin, bir yazarın olaylara sınıfsal açıdan bakması gerekir bana kalırsa.
Bu bakış açısı ona, olayları tarihsel akışı içinde doğru konumlandırma olanağı verir. Topluma ve toplumsallığa bakışını derinleştir. Ama salt sınıfsal bakış açısı bir şairi veya bir yazarı üstün edebiyat düzeyine yükseltmeye yetmez. Ekonomik ve siyasi sistemin yarattığı felaketin kurbanlarının iç dünyalarına süzülüp oradan bize seslenen estetik duyarlılığı esastır çünkü. Ve içinde tepinip duran hayatı sözcüklerle boşaltmadaki ustalığıdır.
Bir şairin, bir yazarın özgürlüğü; kaynağını başkalarının yaşam hakkını ve doğa haklarını savunmaktan almıyorsa zaten onun ne kadar şair, ne kadar yazar olduğu da tartışılır. Yazdıkları adil, eşit, demokratik ve özgürlükçü bir dünyayı çağrıştırmıyorsa onlar da bir eksiler veya eksikler toplamından başka bir şey sayılmaz bana göre.
Genel bir insan duruşu olarak söyleyeceğim şey daha kapsayıcı.
İnsan kendisine sunulmuş ayrıcalıkları, (aldığı eğitim, yetenek, ekonomik olanaklar, bulunduğu konum…) insanlığın yararına sunduğu ölçüde insanlaşır.
Günümüz tüketim ve internet odaklı bir yaşamın varlığı, yerel yazarları ne yönde etkiliyor? Sizce, birçok kentte düzenlenen kitap fuarlarında yerel edebiyatçılar hak ettiği değeri görüyor mu? Bu konuya dair ne yönde görüş belirtmek istersiniz?
Bu yazardan yazara değişen bir durum biraz da.
Ben istesem her kitap fuarına katılabilirim örneğin.
Yazarların pek çoğu örgütlüdür. Örgütü aracılığıyla kitap fuarlarına katılma olanağı vardır isterlerse. Yayınevleri de bu işler için kolaylıklar sağlamaktadır ayrıca.
Ancak ülkemizin içine düşürüldüğü durum bir bakıma yazarların da işini zorlaştırmaktadır.
Söz gelimi İstanbul, Ankara veya İzmir’deki kitap fuarlarından birine katılmak ekonomik güç gerektirir her şeyden önce. Yakın planda bunun bir çözümü yok.
Türkiye Yazarlar Sendikası ile ilk ne zaman tanıştınız? Sendikanın Çanakkale temsilciliği görevinize geliş hikâyenizi bize anlatabilir misiniz? Çanakkale Temsilciliği olarak gerçekleştirdiğiniz etkinlikler hakkında bizleri bilgilendirebilir misiniz?
1997 yılında yani yirmi sekiz yıl önce, TYS üyeliği için başvurdum. Başvurum kabul edildi. Onurdur benim için.
Bundan üç yıl önce de Çanakkale’deki yazın emekçilerini TYS çatısı altında bir araya getirme görevi verildi bana, TYS Genel Merkezi tarafından. Bu da bir onur benim için.
Kısa sürede arkadaşlarla ilişkiye geçerek temsilcilik oluşturuldu.
Şu anda önemli sayıda yazarla örgütsel bir ilişki içindeyiz.
TYS Çanakkale Temsilciliği olarak bugüne kadar çok sayıda şiir etkinliği, çok sayıda öykü etkinliği, anmalar, söyleşiler, imza günleri gerçekleştirdik.
Bu tip etkinlikler yapmak isteyen kuruluşlara destek verdik.
Panellerin, çalıştayların içinde olduk.
Örneğin 24 Mayıs 20025 tarihinde de Ustalara Saygı kapsamında yapacağımız Orhan Kemal etkinliği için hazırlıklarımızı da tamamladık.
Bugüne kadar sendika ile ya da kişisel olarak hangi edebi ve kültürel etkinliklerde yer aldınız? Yakın bir zamanda okurlarınız ile bulaşacağınız bir imza günü söz konusu mu?
Çok sayıda etkinliğin içinde oldum şimdiye kadar. Şiir dinletilerine konuk oldum. Panellerde konuşmacı oldum.
Enver Gökçe, Ruşen Hakkı, Enver Karagöz Şiir yarışmaları gibi pek çok yarışmada jüri üyeliği yaptım.
Fuarlarda çok kez imza etkinliklerine katıldım.
Bizzat benim düzenlediğim ulusal ve uluslararası etkinliklerden bile söz edebilirim.
Kazandığım ödüllerle ilgili törenlerde yaptığım konuşmalar da var.
2007 yılında, Kocaeli Üniversitesi adına Dünya Şiir Bildirisi hazırladığımı somut bir örnek olarak verebilirim.
2016 yılında Romanya’da bir Türk şair olarak konuktum.
Hemen yakın tarihte; 27 Mayıs’ta Ayvalık Edebiyat Günleri’nin konuğu olacağım.
Orada Nazım Hikmet Şiir üzerinde konuşacak, kitaplarımı imzalayacağım.
Üzerinde çalıştığınız yeni bir eseriniz var mı?
Basıma hazır bir anı romanım var. Denemelerden oluşacak üç kitabımın hazırlıklarını tamamladım nerdeyse.
Bir Öykü, bir de şiir dosya hazırlığım da sürüyor ayrıca.
Çocuk şiirleri de basıma hazır sayılır.
Edebiyat alanında var olmak isteyen gençlere neler söylemek istersiniz? Onlara ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz?
Yazmak yazdıkça gelişecek bir edimdir.
Diyelim şiir alanında ilerlemek istiyorsunuz.
Öyküyü, romanı, denemeyi, tiyatroyu, sinemayı göz ardı edemezsiniz. O türler hakkında derin bir bilgilenmeye girmeden şiir yazsanız sadece kendinizi ve yakınlarınızı tatmin edebilirsiniz.
Gelenek devrimcileştiricidir; sizden önce kim, ne yazmış, nasıl yazmış, bilmeniz gerek.
Görsel sanatlarla mutlaka bir ilişkiniz olmalı. Örneğin bir tablonun karşısında saatlerce kalabilmelisiniz.
Ülkenizin sorunları, insanlar… Onlara ilişkin yaptığınız gözlemler…
Doğayla bir sevgili yakınlığı kurabilmeden başarabileceğiniz bir şey yok.
Yaşadıklarınız size bir vicdan uzatmış olmalı. Adil bir dünya savaşçısı olmalısınız.
Bu insani ve vicdani zorunluluk çünkü.
Kaldı ki yazmak için bunlardan fazlasını göze almak gerek.
Bir sorunuzu yanıtlarken ifade ettiğim gibi bir kova okuyup bir damla yazmanız sizin daha çok önünüzü açar.
Çok yazmak da tembelliğin bir türü çünkü.
Bunun yerine çok okumalısınız.
Unutmamalı ki; iyi bir okur olmak, yazar olmaktan daha az şey değil.
“Bunca yazılmış güzel yapıtları okumak varken,” deyip yazmayı düşünmeyen insanlar tanıdığımı da ifade etmeliyim yeri gelmişken.
Son olarak, okurlarımıza iletmek istediğiniz başka bir konu var mı?
Az önceki sorunuzda söylediğim şeyler, okurlar ve yazmak isteyenler içindi.
Benim sizin için söylemek istediğim bir iki şey var ama: Böylesi güzel sorularla beni konuşturdunuz.
Bir sürü şey söyledim gördüğünüz gibi.
Çocukluğuma, gençliğime bile dalışlar yaptım sorularınız sayesinde.
Bazen bir sorunu kendisi, yanıtından da önemli hale gelebiliyor.
Bu söyleşi başarılı olduysa sorularınız sayesinde.
Çok teşekkür ediyorum.
Çiğdem Çemen

