Çocuk Gündemi,  Deneme,  Düşünceler Tarihi,  Gündem Arşivi Klasikleri,  Tarih,  Toplum

Ata Kültü: Türk Kimliğinin Unutulan Temeli

Türkler için “Ata” yalnızca biyolojik bir baba değildir. Ata; geçmişin özü, kökün yankısı, törenin mihenk taşı, onurun ve kimliğin adıdır. Ata’ya saygı, Türk’ün genlerine işlemiş kadim bir mirastır. Bu yüzden eski Türkler için ölüm, bir yok oluş değil; ataların yanına, o kutsal sofra başına dönüş anlamı taşırdı.

Ata, sadece kan bağını ifade etmez; geçmişin ruhudur, geleceğin onurudur. Ata kültü, Türklerin binlerce yıl boyunca yaşattığı inanç sisteminin ve toplumsal hafızasının temelidir.

Türkler, atalarını toprağa verdikten sonra asla unutmamış; onları hem hatırlamak hem de gelecek kuşaklara tanıtmak için heykellere, efsanelere, törenlere başvurmuştur. Bu sayede her torun, dedesinin yüzünü taştan okur, onun izini yüreğinde taşırdı.

Ata kültü, ölmüş ataların ruhlarına duyulan derin saygıya dayanır. Ölüm, bir son değil; ataların arasına katılmaktır. Onların ruhları yaşayanları gözetir, töresiyle yön verir.

Türk geleneğinde, ataları onurlandırmak için onların anısına hayvanlara yiyecek bırakmak, dua etmek, tören düzenlemek sıradan bir ritüel değil; kutsal bir borçtu.

Ne yazık ki zamanla bu heykellere “put” yaftası vurulmuş; geçmişimiz karalanmaya çalışılmıştır. Oysa o taşlar, birer ibadet nesnesi değil; hafızayı, saygıyı ve bağlılığı simgeleyen anıtlardır.

Atalarımızı fotoğraflarla değil, taşa işlenmiş yüz hatlarıyla tanırdık. Çünkü onlar bizim hafızamızdı — zamana karşı direnen belleğimiz.

Unutmamalıyız: Atalarımız yedi göbek öncesini bilir, yedi göbek sonrasına iz bırakırdı. Kendi tarihini bilen bir milletin töresi olurdu. Ve Türk milleti, işte bu töreyle yaşar, bu töreyle yücelirdi.

Bu kültür, mezar yapılarında da kendini gösterirdi. “Kurgan” adı verilen mezar tepeleri yapılır, başucuna “balbal” adı verilen heykeller dikilirdi.

At üstünde, kadeh tutarken ya da silahla betimlenen bu balballar, ölen kişinin gücünü, hatırasını ve ruhunu temsil ederdi. Tapınma değil, hatırlama vesilesiydi. Her balbal, hayattayken yenilen bir düşmanı ya da önemli bir hadiseyi simgelerdi.

Her Türk, atasının izini sürmekle yükümlü sayılırdı. Töreye uymak, yalnızca toplumsal bir kaide değil; ataya saygının doğal bir tezahürüydü. Atasını utandırmak, manevi bir suç sayılırdı.

Ataların ruhuyla iletişim ise, “kam” adı verilen din adamları aracılığıyla kurulurdu. Kamlar, ruhlar âlemiyle bağ kurar, ataların sesini yaşayanlara duyururdu.

İslamiyet’in kabulüyle bu inanç sistemi silinmedi; biçim değiştirerek varlığını sürdürdü. Ata kültü, mevlitlerle, yasînlerle, hayır yemekleriyle, mezarlık ziyaretleriyle bugün de yaşamaktadır. Bayram sabahı mezarlığa gitmek, yüzyılların ötesinden gelen bir geleneğin modern yansımasıdır.

Gelelim “putperestlik” suçlamalarına… Bazı çevreler, balbal heykellerini öne sürerek Türkleri putperestlikle itham etti. Oysa Türkler, hiçbir zaman cansız nesnelere tapmamıştır. Balballar, inancın değil hafızanın taşıyıcısıdır.

Türk kültüründe kör inanç değil, sadakat vardır. Atasına dua eden, onun ruhunu anan bir milletin töresi, ölçüsü, vicdanı olur.

Ve evet, Ata kültü hâlâ yaşıyor: Mezar başında edilen dualarda, bayram sabahı edilen ziyaretlerde, soyadına duyulan saygıda, evin başköşesindeki dedelerde, “atadan kalma” sözlerinde… Bunlar bizi biz yapan izlerdir.

Türk, atasını unuttuğu an kimliğini kaybeder. Ata kültü bir inanç sistemi olmanın ötesinde; bir hafızadır, bir bilinçtir. Putperestlik değil hatırlamadır. Şirk değil sadakattir. Geçmişe tapmak değil, geçmişle kök salmaktır.

Atasını bilen yönünü şaşırmaz. Bu kültür bizim geçmişimizdir. Onu doğru anlamak, sahip çıkmak, onu çarpıtanlara karşı savunmak her Türk’ün görevidir. Türk, atasını bilir. Tarihini bilir. Kökünü bilir. Ve bilmeye devam edecektir.

Ama bugün, bu bağı koparmaya çalışan bir sistemin gölgesindeyiz. Atalardan gelen millî bilinci Arap kültürünün “cahiliye dönemi”yle karıştırmak isteyen bir anlayışla karşı karşıyayız.

Millî Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in, 10 Kasım’da ara tatilin başlayacağını açıklaması bizi şaşırtmadı. Bu kararın, 10 Kasım anmalarının okullarda yapılmasını engellemeyi hedeflediği açık. (Bu yılki bahaneleri de böyle!) Umarım 10 Kasım’da, Atamızı anma bahanesiyle Anıtkabir’e ayak basıp o kutsal mekânı kirletmeye kalkmazlar.

Çocuklarımızla Atamız arasındaki bağı koparmaya yönelik bu kaçıncı adım? Tarih ders kitaplarından siliniyor, heykeller yıkılıyor, resimler duvarlardan indiriliyor…

Peki biz ne yapacağız? Ata kültümüzü tarihin tozlu raflarına mı terk edeceğiz?

Bugün Osmanlı padişahları çocuklarımıza “ata” diye sunulurken, Talkan-Curcan katliamlarında atalarımızı katleden Arapların kültürü göklere çıkarılıyor. Arapça, zorunlu ders haline getiriliyor. Ne acıdır ki bu sistemi dayatanlar, kendi çocuklarını yurt dışında, Arapça’dan uzak yetiştiriyor!

Sormak gerekir: Ata kültürümüzden geriye ne kaldı? Hangi yönüyle yaşıyor, hangisiyle yaşatıyoruz? Sadece genetik mirasla, kültürel bağdan kopuk bir hayat sürerek Türk kalınabilir mi?

Türk olmak, nüfus cüzdanında yazan bir bilgi değil; bir duruş, bir bilinç, bir yaşam biçimidir.

Unutmayalım: Çatalhöyük’te insanlar ölen atalarını evlerinin altına gömer, taşınırken yalnızca kafataslarını yanlarında götürürlerdi. Bu kadim ata bağlılığı, Anıtkabir’den koparılamaz.

Türk, atasıyla yaşar. Unutursa, yok olur.

Kemalist İlkay

https://twitter.com/Kemalistilkay1/status/1946309475188543771

Gündem Arşivi kurucusuyum, sitede editörlük dahilinde; yayın yönetmenliğini de ben yapıyorum.

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir