Şiir,  Şiirimsi Deneme,  Toplum

Meçhullerde Yiten’sin…

Savruldun hayatın karanlık kuytularına…
Kimi zaman bir an’a sığdın, kimi zaman ömre yayıldın.
Yanıldın, yanıldıkça sustun, sustukça içinden haykırdın.
Faili meçhul bir suskunluktu seni içine çeken.
Tebessümün dondu, gözlerin sisli bir hatıraya dönüştü.
Düşlerin soldu, renklerini yitirdi çiçeklerin.
Ve ölüm, o bilinmez kollarıyla
Seni de sarıp götürdü usulca…
Hiç anlatılamayan o son âna…
Sana ait, ama senden gizli kalan o sırra.
Ve ardından yankılandı tek bir fısıltı:
“Senin, sana yaptıklarınla
Kendine ettiğin sensin…”
Ve artık…
Varla yok arasında,
Meçhullerde yiten ‘sin.

***

Olanlara, denenlere, yaşananlara…
Kimi zaman upuzun bir ömre,
Kimi zamansa göz açıp kapayana dek kısa bir ana sığan
Yarı gerçek, yarı düş, yarı korkuya…
Savrulduğun alacakaranlık olaylara…
Görünmeyen bir elin itip sürdüğü ya da çekip attığı
Ateşten gömlek misali hallere…
Ömrünün yangınına savrulmuşluğunda…
Evdeki hesabın çarşıya uymadığı o anlarda,
Başına gelenler pişmiş tavuğa gelmemişken…
Hayat kasırgasının seni kaoslara sürüklediği,
Bir anda sıfırı tükettiğin anlarda
Kör düğümleri çözmeye koyulursun,
Naçar kalırsın, ellerin bağlı…
Kimi zaman musalla taşına konarsın,
Kimi zaman teneşir tahtasını öper tenin…
Apansız ölümler seni bulur,
Faili meçhuller buz gibi soğukluğunda sarar bedenini.
Yanarsın—kor alevlerde, kül olana dek…

Tüm hengâmenin ortasında,
Oradan oraya savrulurken, acıdan acıya,
Beladan belaya, zulümden kahra…
İçinden bir ses yükselir—itirazla, öfkeyle.
Palavralara inanmıyorsundur artık,
Gözü karalıklarda, kavgadan kavgaya atılırsın.
Yüreğin kaldırmıyordur çevrendeki çetrefilliği…
İçine sinmiyordur ikiyüzlülük,
Bastıramıyorsundur vicdanının aykırı sesini.
Sırtını dönmüşsündür malumun ilânına,
Soyunmuyorsundur riya ve gösterişe…

Diş sızıları gibi sebepli sebepsiz öfkeler,
Kasılmalar sarar bedenini,
Kısır döngülerde dönüp durursun.
Ruhun, karanlıklarla kuşatılmış,
Çarmıhta asılı kalır gibi…
Gözlerinde çizgi çizgi keder birikmişse,
Tebessüm bile artık dudaklarından düşmüşse…
Ve hüzün, arsız çiçekler gibi açıyorsa ruhunda,
Soğuk bir boşlukla donup kalmışsan…

Eğer gözlerin açık gitmişse bu hayattan,
Özlemlerin, usançların göz kapaklarının ardına sinmişse
Ve ölüm, ölü balık bakışlı gözlerine
O soğuk busesiyle dokunmuşsa acımasızca…
Bil ki;
Yitenlerle kalanların yol ayrımındasındır.
Belki de hiç yüzleşemediğin korkuların,
Karabasanların tam ortasında
Gerçeğin kan donduran çıplaklığıyla
Donakalakalmışsındır.

Elinde kalan, solmuş bir çiçek demeti,
Renk atmış hayallerinle
Teslim olmuşsundur farkında bile olmadan.
Kim bilir—belki de son bir çabayla
Titreyen parmaklarınla yoklamak istemişsindir kurtuluşu…
Ama artık ne mecalin vardır,
Ne de hatırlayacak gücün.
Ve ölüm, seni en canlı halinle içerken,
Kirpiklerin bile yeni düşmüştür ölüme.

Dünle yoğrulmuş,
Eskimiş fotoğraflar gibi
Sana hep dünü hatırlatan
O acımasız suret—zihnine kazınır yeniden.
Ve ölüm, hep suskun kalan, anlatılamayan
O bilinmezlik içinde
Sır olur dudaklarında.
Hiçbir ölümlü, yaşarken tattığı o son anı
Geriye dönüp anlatamamıştır.

İşte bu mahremiyet,
Bu anlatılamazlık—ölümün en esrarlı yanı.
Kimseler sıyıramamıştır ölümün o muamma şalını.
Ve şimdi, ölümün ahtapot kolları
Seni de sarıp sarmalamıştır.

Ve evet…
Tıpkı diğerleri gibi,
Sen de anlatamadın yaşadıklarını.
Sen de katıldın o bilmeyenler kervanına.
Ve çanlar…
Son kez senin için çaldığında
Yutulup gittin sessiz bir vedayla
O meçhul coğrafyaya…

Ve ardından belki fısıltıyla
Şu cümle düşer kalana:
“Senin, sana yaptıklarınla…
Acıların kaynağı da, kurbanı da sendin.”
Yitik bir ömrün kahramanı sendin.
Belirsizliklerin, kararsızlıkların, yanılgıların…
Ve hepsinin yükünü omuzlayan
O, meçhullerde yiten ‘sin…

Mualla Sezgör Yassıbaş / İSYANİ

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir