
Kuşlar Kanadı
biri bana doğru geliyordu
ilk kez gördüm
ama onu tanıyordum
çünkü gülüyordu
Onunla tanışmamızın kısa öyküsü. Cemil’le! Cemil Er’le… Birkaç ay önceydi. Bir sanat etkinliği sırasında gelip buldu beni. Şiirle ilgilendiğini, hatta şiir kitaplarının olduğunu söylediğinde hiç şaşırmadım. Daha o, kendisi hakkında bir şeyler söylemeden, bu yüz; hayatın içinde kim bilir ne acılar, ne sevinçler işaretlemiştir diye geçirdim içimden… Kim bilir yüreğinde hangi dizeler yürütmüştür diye… Sözünü nereye koyacağını, nerede bekleteceğini, nasıl harekete geçireceğini biliyordu. Olmuşluk, oturmuş bir elbise gibi duruyordu üzerinde. Yüzüme yaralı bir ülke gibi bakışının hiç aklımdan çıkmayacağını anladım o an. Sözü kesilmiş bir halk gibi bakışlarını… Birikmiş özlemler vardı gülüşlerinde Cemil’in. Çıkılmamış adalara, kurulmamış dünyalara gider gibi çekip gitti sonra yanımdan. Tuhaf şey! Bu genç, bu saygılı ve aynı zamanda tavırlı adamın hangi kitaplar okuduğunu, hangi şairleri tanıdığını merak ettim arkasından. Acaba benim kitaplarımdan da haberdar mıydı? Benden nasıl haberi olmuştu? Bütün bunları konuşacak kadar vakit bulamamıştık. Ama karşılaştık bir iki kez. Çanakkale küçük yer.
Yeni bir kitabı çıkmış Cemil’in… 3. şiir kitabı: Kuşlar Kanadı. Bir arkadaşla ulaştırdı bana. Kitabı açar açmaz şu dizelerle karşılaştım ve anında çarpıldım:
“ilk yıkanma sularına
şiirler eritilmeli bebeklerin” (s.37)
Cemil’in, kendisini şiirin içinde erittiğini, şiir yazarken kendisini keşfettiğini, yüzüne, gülüşlerine şiirle biçim verdiğini düşündüm hızlıca… Barış yürüyüşündeydim kitap elime geçtiğinde. Yürüyüş sırasında da birkaç şiirini ayaküstü okumadan yapamadım. Yanımdaki arkadaşlardan birkaçına da şu dizeleri okudum:
“Yalnızlığın meyvesiydi insan
Anlamak için bu tanrısallığı
Öptü, Âdem(’i) elmasından
İlk şiir böyle doğdu
Kadından” (s.7)
Erilliği, erki sorgulayan şiirlerine okuru da katmak istediğini nasıl da hissettim hemen. Girişte şöyle seslenmiş okura Cemil:
“ah değerli okurum
ah gönlü de fikri de ince okurum
sen de bilirsin demek şair yalnızlığını
avuçlarına alıp onun (g)özyaşlarını
dökersin bir yangın olan halkın sessizliğine” (s.6)
Cemil şiire eritmiş kendini, şiirle eğitmiş… Kitabı baştan sona okuyunca, alıntı dizelerden hangi şairlere yakınlık duyduğunu, hangi şairlerden kendine aktığını, kendinden nereye akmak istediğini yavaş yavaş fark ettim. Kimi dizelerin dibinde durup serinledim. Düşler kurdum, olmaz işler geçirdim kafamdan. Erk Düzende Solan Bir Çiçek adlı şiirinde burkulup buruştum içime. Şiirin girişi şöyle:
“Dövülmek mi, öldürülmek mi yoksa
incelikler yeşertmek mi
yok eden erk düzeni?…
Söyleyin!
yüzyıllar boyu ezilerek mi
Şarap gibi olur kadın….”
Şöyle de bitmiş:
“Gülemez bir erk düzen
Umudun çiçeği
Türkiye kadar bir çiçek
Solunca kadınlar.” (s.10-11)
Bu şiiri okurken, “Gülmek bir halk gülüyorsa gülmektir Ahmet abi” dizesi geldi aklıma Edip Cansever’in… “Mendilimde Kan Sesleri” birikti. Kadına şiddet daha nasıl sorgulanırdı ki. Toplumun bir yarısı özgürleşmeden diğer yarısı kendisine yabancılaşmaktan kurtulamayacağı başka türlü nasıl dillendirilebilirdi ki.
Cemil yapma, yaralıyorsun… Hep yaralarımda iyileşmek kalıyor bana demeye kalmadan Sonsuzluğun Rengi adlı şiiri girdi devreye. Kaç kez okudum, kaç kez gerilere gittim, kaç kez düşlerimde konakladım bilmiyorum. Bu şiiri geçmişten beri düşünmek lazım… Kalbimizden beri… Geçmişten geleceğe doğru… Eğer sağlam bir çıkarım yaparsak, “jin, jiyan, azadi” diye salt slogana kaçmadan, bir erkek olarak özgürleştirme yolu da açarız kendimize. Şiirin tamamı şöyle:
“Işığın bir sesi var
Kadına değince
Susmaların
Isyanların
Sevmelerin
bir rengiDüşerse
bir rengi var bakışlarının
Gülerse bir çok
Sevilirse sonsuzKadının bir ışığı var
Kendine değince
Rengin
bir sesi” (s.14)
Sorgulama salt erilliğe yönelik değil ki… Sistemi görmeden boş bir çaba olur bütün bunlar çünkü. Şiir de geçmişten şimdiye, şimdiden geleceğe doğru yolunu bulamaz, yatağını derinleştiremez. Cemil bunların farkında belli ki. Şiirin bir anlatma, açıklama olmadığını, salt duygusallıkta kulaç atmakla şiir yazılmayacağını da biliyor. Şiirindeki zengin çağrışımlar Cemil’in kendisini aşk bilgisinden, düş bilgisinden, insan bilgisinden, gelecek bilgisinden geçirdiği belli. Devrim düşleri kurduğu da…
“Bize karanfil verdiler, dokunmayalım çocuklara” (s.26)… Ama kim dinler: Karşımızda umudu, hasreti ve hürriyeti… Sen yine de çocukların öldürülmediği dizeler kur şiirinde Cemil. Çünkü barış öyle kendiliğinden çıkıp gelecek gibi değil. Barış için de eritilmeli şiirler. Çocuklar etin, sütün, incirin tadını öğrensinler diye. “Şeker de yiyebilsinler” diye… Kuşlar ve çocuklar ölmesin diye… Yankelere “Biricik ülkeniz yıktı / Biricik bebeklerin ülkesini” (s.27) demekten çekinme. Baskılarını yapanlar yine yapacaktır. “Kırıldıkça zeytin gibi / tatlanır acı(yan)ları” (s.42) yarın için yürüyenlerin Cemil.
“bütün yanlışları şiirle doğrulayacağımı sanırdım
Yanılmışım; meğer bütün doğruları yanlışlayanmış şiir” (s.59)
Cemil’in sevgiliye seslenişi bir duyarlılığı, yeni bir duyarlılığa taşımak değil de nedir! Acıyı bal eyleme teklifinden başka nedir! “Kaldır başını acılardan / Sevgilim / bırakalım dert işlemeyi / gergefine hayatın” (s.49). Düşleriyle gördüğü, kalbiyle işaretlediği başka türlü bir dünyasının olduğuna tanık oldum şiirlerinden Cemil’in… Aşkın, edebiyatın incelttiği dünyasından… Ve gülüşlerinin öyle bir dünyanın suç ortağı olduğunu anladım… Çünkü ele vermiş kendini; “düşler boğazımda düğümlenirken / her gün sözcük güğümlerinden yeni düşler içerek / atlatıyorum krizlerimi” (s.57) derken.
Eminim ki içinde şişinip duran hayatı sözcüklere boşaltmaktan hiç vazgeçmeyecek Cemil. Şu anda bile, yeni yaşına girerken “ıssız bir koy arar / dökmek için / yüreğin susuşlarını” (s.44).
Diyeceğim, sıkı bir şair Cemil… Ben de zaten ona başka bir şey demiyorum ki: Sözcüklere daldır yüzünü Cemil, şiirden daha derin bir deniz var mı?
“Devrimdir
açmış hali gelinciklerin
baktıkça onlara
güneşlenesi gelir
bütün renklerin” (s.64)
(Cemil Er, Kuşlar Kanadı, Şiir, Klaros Yayınları, Birinci Baskı Temmuz 2025, 76 sayfa)
Hayrettin Geçkin

