Deneme,  Güncel - Aktüalite,  Toplum

Eğer Orhan Ayber Bugün Yaşasaydı

— Bir Edebî Ağıt

Bugün 19 Temmuz 2025. Yaz mevsimi, ama içimiz buz. Ülke yanıyor; ormanlar suskun, şehirler bunalmış, halk unutturulmuş. Ve eğer Orhan Ayber yaşasaydı, susmazdı. Yazardı. Çünkü o bilirdi: Yazmak, bazen yaşamanın tek biçimidir.

Muhtemelen şöyle başlardı yazısına:

“Bu topraklarda gerçekler artık sadece yangın kokuyor.

Ve biz hâlâ yanıyoruz; farkına varmadan, unutturularak, alıştırılarak…”

O, günümüz Türkiye’sine vicdanla, bilinçle, derin bir kavrayışla bakardı. Dış siyasetteki çözümsüzlüğe, yalnızlaşmaya, itibarsızlığa dair şunları yazardı:

“Bir ülke düşünün:

Dostu kalmamış, komşusunu düşman bellemiş,

Uzağa dalkavuk, yakına efelik yapan bir diplomasiye teslim…

‘Yurtta sulh’ diyemeyenlerin ‘dünyada barış’ hayali olur mu?”

Suriye bataklığındaki belirsizlikten Batı’yla kurulan dengesiz ilişkilere kadar, ülkenin dış politikadaki savruluşunu şöyle özetlerdi:

“Gemisi olmayan bir donanma, itibarı olmayan bir dışişleri gibidir bu rejim.”

Sonra dönerdi yüzünü doğaya—yanan ormanlara, zehirlenen derelere, boğulan çocuklara bakardı. Ve iklim yasası denilen o makyajlı kâğıdı yırtar atarcasına şöyle yazardı:

“İklim yasası mı?

O bir yalanın ambalajı.

Kâğıt üzerinde çevre koruyucu,

Pratikte maden şirketlerine pas geçen bir düzenbazlık.”

Ve oradan yükselirdi o en yakıcı cümle:

“İklim değil, irade krizi yaşıyoruz.

Toprak ağlıyor, yöneticiler duymuyor.

Çünkü onların kulakları yalnızca rantın sesiyle açılıyor.”

Orhan Ayber yaşasaydı, günümüzün ahlaki çöküşünü, yargının siyasallaşmasını ve halkın suskunluğunu sadece teşhir etmezdi, sorumluluğu da hatırlatırdı. Şöyle seslenirdi bize:

“Bu halk ne zaman kendini yönetecek?

Ne zaman aldatıldığını değil, neden aldatılmak istediğini sorgulayacak?”

“Vicdanı küle dönmüş bir toplumda,

doğruları yazmak da suç sayılıyor artık.”

Ve mutlaka Atatürk’e de dönerdi yüzü. Onun sözleriyle bugünün çelişkisini açığa çıkarırdı:

“Cumhuriyet, düşünce serbestliği taraftarıdır. Samimi ve meşru olmak şartıyla her fikre hürmet ederiz.”

— Mustafa Kemal Atatürk

Bugünkü susturulmuş basın, baskılanmış akademi, fişlenmiş sanatçılar ortamında bu sözü bir tokat gibi indirirdi:

“Bir gün benim sözlerim bilimle ters düşerse, bilimi seçin.”

Orhan Ayber yaşasaydı, kuşkusuz kendi hayatının son dönemini cezaevinde geçirmiş olmasını da anlatırdı. Ama asla kendine acıyarak değil. Bilakis, bu haksızlığı bir sistem fotoğrafına dönüştürerek. Belki şöyle derdi:

“Beni susturmak için duvarlar ördüler.

Ama unuttukları bir şey vardı:

Ses, duvardan da geçer.

Ve eğer sesin kaynağı vicdansa, yankısı hiç susmaz.”

“Ben cezaevinde değil, hakikatin içindeydim.

Onlar ise saraylarda değil, kendi korkularının zindanındaydılar.”

“Ben susturulmadım; sadece sıra bana geldi.

Bu ülkede gerçekleri yazan herkesin sırası bir gün gelir.

Mesele, o sıra geldiğinde susmamakta.”

Ve sonra, tarihe bıraktığı bir not gibi bitirirdi:

“Beni yargılayanlar, beni yargılayan yasalarla değil;

kendi korkularıyla hüküm verdiler.

Ama unutmasınlar:

Tarih, susanları değil, susturulanları yazar.”

Son cümlesi ise, bir zamanlar halkı ayağa kaldıran bir sesin, bugüne selamı olurdu:

“Efendiler, yarın cumhuriyeti yeniden ilan edeceğiz.

Çünkü cumhuriyet bir kez değil, her nesil için yeniden kurulur.”

📌 Bu yazı, 17 Mayıs 2025’te aramızdan ayrılan Orhan Ayber’in anısına bir saygı duruşudur. Ülkemiz, en kıymetli yazarlarından birini kaybetti. Her evin yasta olması gerekirdi; ama birileri bunu istemedi. Ve birileri, onu tanıyanları da aldatamadı, kandıramadı.

Yazdığı her mesajla yaşamaya devam edecek bir aydının ışığı, son nefesiyle sönmez.

Sesi sustu belki ama sözü hâlâ yankılanıyor.

Kemalist İlkay

Gündem Arşivi kurucusuyum, sitede editörlük dahilinde; yayın yönetmenliğini de ben yapıyorum.

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir