
Unutma Yarışı – Ahmet Günbaş
“Unutma Yarışı”, Ahmet Günbaş’ın son kitabı.
İlk sayfalarındaki öndeyişinden anlaşılacağı gibi, edebiyatın çeşitli alanlarında onlarca çalışması var. Yazmaya, 1973 yılında Demokrat İzmir Gazetesi’nin edebiyat ve sanat sayfasında, şiirle başlamış. 1976 Mart’ında Ali Rıza Ertan, Hüseyin Yurttaş ve M. Kadri Sümer’le birlikte Dönemeç Dergisi’ni kurmuş. Sonrasını uzun uzun burada yazmayayım; kitabında merak edenler okuyabilir.
Dostları onu çoğunlukla şair olarak bilir. Öyledir de… İyi bir şairdir.
Sadece kendi şiirleriyle değil, Erken Ölümlü Şairler ve Ege’de Mavi Düşler adlı antoloji kitaplarıyla da şiire hizmet etmeyi görev bilen bir şairdir.
Çocuk ve gençlik edebiyatı için yazdığı öykü, roman ve deneme kitapları da çok değerlidir. Belki de çok ortalarda görünmemesi, köşesinde üretmesinin bir sonucudur.
Bu kitapların arasında üç tanesini ayrı tutarım.
Her ne kadar gençlik romanı olarak adlandırılsa da, Yitik Göl ve Yayla Sineması, konularının altında yazarın kendi yaşamını aktardığı; ama özellikle kent tarihi üzerine derin izler bırakan, çok anlamlı kitaplardır.
Yitik Göl sayesinde İzmir’de birçok insan, Halkapınar Gölü’nü ve çevresindeki yaşamı; Yayla Sineması sayesinde ise bugün 50-60 yaş üzerindeki insanların belleğinden çıkmayan yazlık sinemaları nasıl da capcanlı bir şekilde gözümüzün önüne getirmişti, çok iyi anımsarım.
Foça’da Aşkla romanı ise, hem Foça’nın en güzel günlerini hem de yazarın çok sevdiği şair dostu Özcan Yalım’ı en içten, en duru şekliyle bize aktarmıştı.
Bu üç kitap, Ahmet Günbaş’ın yaşamındaki belirli dönemlerden etkilenmiş ve o dönemler üzerine yazılmıştı.
Konumuz olan Unutma Yarışı, iç kapağında “öykü” yazsa da (içinde gerçekten öykü olanlar dışında), tüm bir yaşamın özeti.
Bu yazıları yazmak için gerçekten uzun bir süre yaşanmışlık gerekir.
Sadece yaşanmışlık da değil; dostluk, arkadaşlık, biriktirilmiş anılar ve bazen daha da fazlası…
“Daha da fazlası” derken, okumadan anlatmak kolay değil. Örnek vermek isterdim, ancak kitabı buraya aktarmam gerekir.
Öylesi tümceler var ki, paragrafa bedel.
Hatta o tümce üzerine ayrı bir kitap yazılır.
Bu nedenledir ki, topu topu 130 sayfalık kitabı birkaç saatte okumam gerekirken, günlerce sürdü.
Durup durup geri döndüm.
Her öykünün ya da anının ardından, kendimi toplamak için bekledim; bir sonrakine hemen geçemedim.
Daha önce, kendisinin “şiirtepe” diye adlandırdığı yerde bir muhabbet sırasında bana söz ettiği Unutma Yarışı öyküsüne konu olan —kendi deyişiyle “müntehir şair”— Rabia Bayraktar’ı edebiyatımıza kazandırması, başlı başına bir değerdir.
Bir yazarın, bir şairin görevi bu değil midir?
Kendinden önce yitip gitmiş, adı kaybolmuş olanları ortaya çıkarmak ne denli özverili bir çalışmadır…
Sadece ilk öyküden söz açtım; “Onu da sanırım pek kimse bilmiyordur,” diye düşündüm.
Diğer öykülerden tek tek söz etmek isterdim ama büyüsü kaçardı, inanın.
Okudukça bir deryanın içine düşeceksiniz ve o deryada kulaç attıkça tadını çıkaracaksınız, inanın.
Ve ben burada yazdıklarımla anlatımın büyüsünü size aktaramam zaten.
Bazı satırlarda doludizgin giden atlar, bazı satırlarda bir kuğunun durgun suda süzülmesi gibi…
Sayfalar arasında gezinmek varken, burada kopya verir gibi satırlar aktarmak hem gerekli hem de anlamlı olmazdı.
Sonuç olarak şunu söyleyebilirim:
Bu kitabın, Ahmet Günbaş’ın bugüne değin okuduğum en yoğun emek verilmiş kitabı olduğunu düşünüyorum.
Bazı anılar sadece kişilere ait değildir; topluma mal olur, herkesi ilgilendirir.
Bu kitapta olduğu gibi…
Sevgili kardeşim Ahmet Günbaş,
Kitabının adı Unutma Yarışı.
Kitabın adına yakışmış; daktilon, çalıştığın fabrikan bile yerini almış.
Senden kardeşçe bir dileğim var:
Kalemin her zaman olduğu gibi güçlü olmaya devam etsin.
Seni sadece yazdıklarınla görmeyelim; ara sıra yüzünü de görelim.
Unutturma kendini…
M. Osman Akbaşak

