Deneme,  Edebiyat,  Kitaplar,  Şiir

“Yaram Derine Düştü” Üzerine Ek Birkaç Şey

bir kuşa kaptırdım
kalbimin bir ucunu
kuş uçtu gitti
uzaklara / ta uzaklara
üstüne bomba yağan ülkelere
şehirlere
kasabalara
köylere
tuhaf şey
kalbimin bende kalan ucuyla
bir gökkuşağı kuruldu aramızda
oradaki çocuklarla

Merhaba!

Ben bu toprakların soyundanım. Dirence karışmışım gözelerde. Aşk gezer, şiir söylerim.

Bundan 5-6 ay önce Sezai Sarıoğlu ile birlikte bir ilde bir etkinliğin konuğuyduk. Bizi dinlemeye gelen bir arkadaş, etkinlik öncesi Sezai Sarıoğlu’nu işaret ederek, “Adamın sakallarına baksana, ne güzel de aklaşmış,” dedi. Dedim ki ona: O, sakallarını aşkın, edebiyatın, sanatın incelttiği dünya düşüyle, sözcüklerin büyüsüyle, yaşanası dünya özlemiyle ve şiirle aklaştırmış bir aşkıyadır.

Yaram Derine Düştü, Sezai Sarıoğlu’nun son kitabı. Kitap hakkında bir iki yazı kaleme aldım. Dergilerde, şurada burada yayınlandı onlar. Bu kısa konuşmamda o yazılara değinecek değilim. Ama o yazılarda eksik bıraktığım bir şey var ki, onu burada, sizin huzurunuzda tamamlamasam olmaz ve Sezai Sarıoğlu’na da kitaba da haksızlık yapmış olurum çünkü.

Sezai Sarıoğlu’nun, Türkiye’de yürütülen bir döneme ilişkin devrimci mücadelenin, Artvin – Şavşat’ta geçen kısmını ve o dönemin halk ve devlet ilişkilerini, Devrimci Öğretmen Cengiz Aksakal üzerinden görüntüye getirirken, adeta bir heykeltıraş gibi davrandığını ifade etmeliyim öncelikle. Heykeltıraş, eline aldığı taşı küçük bir çekiç darbesiyle nasıl şahesere dönüştürse, o da 12 Eylül Cuntası tarafından katledilen Cengiz Aksakal’ın arkasından konuşturduğu insanların anlattıklarını aynı şekilde bir şahesere dönüştürmüş. Üstelik kurgusal gerçekliğe kaçmadan yapmış işini. Bununla da kalmayıp, o dönemin insani ve devrimci değerleri ile günümüzde yükseltilmek istenen alçak değerleri karşılaştırma olanağı sunmuş okura. Bunu çok önemli buluyorum.

Cengiz Aksakal ve onun gibiler çok yoksul köy çocuklarıydı. Çok zor koşullarda okudular. Kendimden bilirim. Her birinin annesi, çocuğunu okuluna uğurlarken arkasından, “Okuyup adam olasın oğul, kalemden ağır yük taşımayasın,” diye dua etmiştir.

Onlar okullarını bitirip birer meslek sahibi olduklarında, ayrıcalıklı olmuşlardı bir bakıma. İçinden çıktıkları topluma göre daha iyi şartlarda yaşayabileceklerdi. Ancak öğretmenlerinden öğrendikleri, kitaplardan okudukları ve kendi gözleriyle bizzat tanık oldukları şeyler, onları yeni bir gerçeklikle yüz yüze bırakmış; onlara bambaşka bir bilinç ve bambaşka bir vicdan sunmuştu.

Bu bilinç ve vicdan, onları içinden çıktıkları köylülerinin ve yoksul halkın kurtuluşu için mücadele etmeye mecbur etti… Yaşar Kemal’in ifadesiyle, onlar birer “mecbur insana” dönüştüler. İnsanlığa ve devrime mecbur insanlara… Elde ettikleri ayrıcalıklı yanlarını, insanlığın yararı ve ülkelerinin geleceği için seferber ettiler. İnsanlığın oğlu ve kızı oldular. Çok ağır yüklerin altına girdiler, çok büyük bedeller ödediler.

Cengiz Aksakal, bana okumayı yazmayı öğreten, beni aklımın ve yeteneklerimin sınırlarına doğru yola çıkaran ilkokul öğretmenimin kardeşi! Ali öğretmenimin! Kitapta da rastlayacaksınız Enver Karagöz adına… O da bana başka türlü bir dünyanın mümkün olduğunu ilk sezdiren, yolumu aşka, edebiyata, şiire ve devrime çeviren köylüm, ağabeyim… Beni kitapların dünyasına çeken o… İlk onun gür sesinden duydum Nazım şiirlerini. Yılmaz Güney posterlerini, Ruhi Su kasetlerini ilk onun evinde gördüm. Kitapta adı geçenlerin hemen hemen hepsini şu veya bu şekilde tanıyorum. Onlarla aramızda kan bağı olmasa da düş bağı var.

Sezai Sarıoğlu, Devlet ve Devrim Dersleri niteliğindeki kitabıyla, Cengiz Aksakal üstünden devrimcilerdeki fedakârlığı, bilinci, vicdanı ve insani değerleri günümüze ve duyarlıklarımıza taşıyor. Ayrıca hatırlamanın büyük bir isyan olduğunu duyumsatıyor bize. Çok başarılı biçimde yapıyor bunu.

Evet! Her biri Che Guevara idi onların, her biri birer Don Kişot… Mümkün hayatlara inandılar, mümkün insan ilişkilerine âşık oldular. Onlar asla masum değildi. Çünkü çölü yeşertecek kuyunun yerini biliyordu onlar. Aslolan, dünyayı yorumlamak değildi onlar için. Aslolan, dünyayı değiştirmekti. Bu yüzden Deniz oldular!

Her yerdendi onlar… Her düşünceden, her kültürden, her renkten… “Yaşanası bir dünya,” dediler hep bir ağızdan… Bir devrim kadar ya vardı ya yoktu sonsuzla aralarındaki mesafe… Ki biliyorsunuz!

Adil, eşit, özgürlükçü bir dünya sanki dalda elmaydı onlar için. Koparıp almak için ellerini uzattılar, fakat kolları yetişmedi.

Aşktan ve ateştendi gözleri. Sözleri aşktan ve ateşten… Onlar için gençlik, dağlara karşı sevişmekti… İnsanın kendisine, insanın başkalarına ve insanın doğaya karşı yabancılaşmasını kırmak içindi seferleri… Kafa sayısı kadar düşünce, yürek sayısı kadar sevgiyle özgürlüğe doğru öyle bir yürüyüşleri vardı ki…

Doğa kıyımları yaşanmayacaktı onların istediği olsaydı. İnsan kırımları olmayacaktı bir daha. Savaş suç sayılacaktı örneğin. Silahlar dünyanın dışında bir yere gömülecek, “kısa çöp uzun çöpten hakkını alacaktı.”

Avuçlarımıza bir sürü devrim düşü bırakarak gittiler. Yaşanmamış aşklara, kurulmamış dünyalara doğru yürüdüler. Aşk olsun onlara. Sana da aşk olsun Sezai Sarıoğlu… Sana da…

bakma sen
bir gün başka döner dünya
aşk kazanır
insan kazanır

yer çok kuşlara da
böceklere de

onarır yarasını kıyılar
şarkılar yedi dağın çiçeğine bürünür
diz boyu masallar üstünde top koşturur çocuklar

bakma sen
betonları basar çiçek
hayat kazanır

Hayrettin Geçkin

 

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir