
Nevizade
Beyoğlu’nda bir sokak adı.
En eski 70’lerin ortasında gitmişliğim olsa da (yangın öncesi hâlini hayal meyal, gri, az biraz neşeli hatırlarım), kendi ayaklarımın üstünde Çiçek’e ilk gidişim 80’lerin ortası. Peşinden Nevizade ve İmroz hayatıma girdi.
Çiçek (*) yangını öncesinde (daha daha eskisini bilmem) pek saygın ve sağlıklı değildi Nevizade, nedendir bilmem. Belki Çiçek yenilenip turiste dönünce, Nevizade de aslına döndü muhtemelen. Böylece biz de İmroz’u, Kadir Yeri’ni keşfettik. Çok şükür, çok şükür.
Bir aralık Boncuk’lu bir dönem var; renkli, nezih, mankenli-sosyeteli ama flu nedense. Ondan sonra Hasbi’ye, Benusen’e, Koço’ya savrulduk belli belirsiz bir dönem ki o da kapanışmış meğer, sonra uyandık. Ehlikeyf filan pek kesmedi, tat vermedi açıkçası; Koço müstesna.
İşte o eski, lezzetli gidişlerden birinden bir anekdot aklımdan çıkmaz:
İmroz tıklım tıkış, hava sonbahar. Kadir’in önündeki bir masaya tünedik birkaç dost. Önümüz arkamız ful dolu. Oturduğumuz o masa kaderimizmiş, çok belli. Başka yer mümkün değil, yok!
Kadir’in Yeri, adına yaraşanı yapmak için var olmuş ki bahçesindeki masada kaderimize zenginlik kattı o akşam.
Kadir’in karşısı duvar; o zaman henüz olmayan Boncuk’un sağ yanı, kör, pis, müptezel bir duvar. Duvarın müdavimi her daim var. Duvarın dibine çöm, iki nara patlat…
Mekânlardan bir mekân ve/ya masalardan bir masa, hemen yollar duble rakıyı. Olmadı, tek. Kendi çatalıyla kavun da ikram eder müptezel duvarın müptezeline; müşteri tırsmasın maksat, rahatsız olmasın. Herkes mutlu, mesut. Zikir orada, zemzem orada, muhabbet orada… E, zekâtını da verdin, daha ne?
Yukarıdaki kader masasına konuk olduğumuz o akşam; müptezel duvarın müdavimi tam müptezel çıkmasın mı! Muhtemel, o gece organik değil de sentetik takılmış olmalı. Yoksa müptezelliğin de raconu, adabı vardı illaki! Çekti bıçağı, bastı küfrü:
“Nerrrrde ulan rakı! Yakarım ulan tillahını, millahını!”
(Anladıysanız zorlamayın, anlamadıysanız sağdan ilerleyin.)
Bastı narayı. Muhteremler (biz dâhil) sus pus, “Kim bu dürzü?” şeklinde olayı çözmeye çalışırken, sandalyenin bacağından tutup savurmaya soyunurken, işte tam o anda, iki masa geriden (İmroz’a doğru) bir kart kevaşe (**) böldü sohbetini. Kalktı ayağa, açtı bağrını ve şöyle dedi:
“Vur ulan gavat! Vuracaksan bana vur!”
Bu sefer müptezel şoka girdi, iyi mi! Flu bakışlarıyla “Kim bu kevaşe?” diye seçmeye çalışırken, bizimki sağ eliyle kavradı bıçağın keskin tarafını ve elini kese kese söktü aldı müptezelin elinden. Müptezel yere yığıldı, birkaç kominin tekme ve yumruklarıyla toz oldu, uçtu, kayboldu.
Kevaşe, kan revan içindeki eliyle düzeltti bıçağı, sapından tuttu, kaldırdı havaya, kendine doğru… İşte tam o zaman herkes, hepimiz anladık ki kevaşe:
“Sökecem lan seni kalbimden, hayatımı yiyen deyyus!”
diye saplayacaktı bıçağı kendi kalbine, kalbine!
Önden anlamasak yetişemez ve kevaşe’yi durduramazdık.
Anlamamak mümkün değil!!!
Sonra Kadir’in beyaz örtüleri kevaşe’ye pansuman, bize de yaşam enerjisi oldu.
O geceyi yaşayan, tanık olan, muhterem kevaşe başta, müptezel en sonda ve o gün orada bulunan tüm kader konuklarının kulakları çınlasın…
(*) Çiçek: Çiçek Pasajı
(**) Kevaşe: Orospu, bedenini satan kadın.
Bu kelimeyi duyduğum, kavradığım ilk yıllarda da çok saygın bir sıfat değildi ama alaycı/aşağılayıcı da değildi. Algısal mealini tarif etmek zor. Belki bir manada rütbe/mertebe şeklinde tefsir edilebilir ve/ya kaşar (***)…
(***) Kaşar:
Bakar ki savunamaz kendini, cevherini,
İnceden bir kabuk bağlar çeperi.
Kabuğu, kendi etindendir, cevherinden.
Zamanla kabuk kalınlaşır,
Kalınlaşır,
Kalınlaşır…
Cevher tükenir,
Tükenir,
Tükenir…
Yok olsa da eti,
İzi, kokusu kalır geri,
Kendisiyle paylaşır ancak sureti.
Biz buna kaşar diyoruz,
Siz neyi anlıyordunuz?
Deep notlar:
- Kadir’in Yeri, İmroz, Boncuk: Nevizade’nin meyhaneleri.
- Hasbi: Beşiktaş’ın meyhanesi. Benusen ile Ehlikeyf, Kadıköy’ün. Koço ise Moda’nın meyhanesi.
- Kadıköy’de meyhane yok, hâlâ yok! Nevizade’de var, Beşiktaş’ta var ve Moda’da var. İyi ki varlar.
- “Müptezel nedir?” diye soran olursa, ben demem bir şey, sağa sola sorsun bir zahmet.
Yarasın…!
Mayıs 2024’te kaybettiğim dostum, yarenim, merhum sevgili dayıma ithafen.
Ezbey

