Çocuk Gündemi,  Deneme,  Gündem Arşivi Klasikleri,  Tarih

Mustafa Kemal Trablusgarp’ta

Gemi Trablusgarp’a vardı. Şehrin işe yarayacak bir limanı olmadığından, yerli bir kayıkçı tarafından gemiden alınır ve kumsala bırakılır. Hava sıcak, tozlu, rüzgârlı ve bunaltıcıdır. Kendisini karşılayacak biri de yoktur. Elinde bavulu, koltuk altında paketleriyle kumsalda bata çıka ilerler. Şehrin sokaklarında bir han arar. Oysa gemisi limana yaklaşırken, ayna karşısında kendine çeki düzen vermiş, en yeni kurmay elbisesini giymiş, kendisini karşılayacak önde valisi, subayları, memurları, eşrafı olduğu hâlde “Aziz Trablusgarp halkı…” diye başlayacak nutkunu bile kafasında kurmuştu. Oysa şimdi yalnızdır ve bunalmıştır. Valizi ve paketleriyle kan ter içinde kalmış, yorgunluktan bitap düşmesine rağmen kalacak bir yer bulamamıştır. Bir an bezginlikle hiddetlenir gibi olur, ama hayır, yılmaması gereklidir ve yılmayacaktır. Tekrar kumsala döner. Paketlerini ve valizini yere bırakır ve kumsala uzanır. Çok yorulmuş, adım atacak hâli kalmamıştır. Tam kendinden geçmek üzereyken yanında biri belirir. Bu kişi, Trablusgarp Sevkiyat Memuru Teğmen Hüsnü’dür. Selam çakıp kendisini tanıttıktan sonra:
– Efendim, bu memleket böyledir. Burada otel yoktur, barınacak yer bulunmaz. Ben iki odalı bir evde oturuyorum, yalnızım. Sizi oraya davet ediyorum. Lütfen kabul buyurur musunuz?
Mustafa Kemal doğrulur. Hüsnü Efendi’nin yardımıyla eve varırlar. Burası tabanı toprak, çatısı kerpiç bir evdir. Ama hemen yatağa uzanır ve kendinden geçer.
Ertesi gün ilk işi, Trablus ve Havalisi Kumandanı İbrahim Paşa’yı bulmak olur. Paşa çekingen biridir. Mustafa Kemal’in İttihat ve Terakki’nin bir siyasi temsilcisi olarak gönderildiğini öğrenince:
– Ben askerim. Siyasete karışmam. Ben burada sadece bir liva (tugay) komutanıyım, der.
Paşa, o gün Trablus’u terk edip İstanbul’a dönen Recep Paşa’nın köşkünü tahsis eder. Mustafa Kemal kabul eder, ama bir şartı vardır. Kendisini kumsalda bulup iki odalı, toprak tabanlı evine davet eden Teğmen Hüsnü Efendi de kalacaktır. Öyle de olur.
İttihat ve Terakki’nin buradaki Araplar ve cahil Türkler üzerinde herhangi bir etkisi yoktu. Bu durum halk tarafından nefretle karşılanmasına rağmen, Mustafa Kemal şehirde kendini çabuk kabul ettirir. En dokunulmaz denilen şehrin nüfuslu zorba kesimini ayağına getirtir.
Arap isyancıların kendisini ele geçirmeyi planladıklarını öğrenince, hiç düşünmeden isyancıların karargâhı olan camiye gidip karşılarına dikilir. Elebaşlarına, hükümetin şikâyetlerini dikkate alacağı sözünü verdikten sonra, avludaki kalabalığın önünde konuşma yapar. “Din kardeşlerim” diye selamlar. Uzun ve ateşli bir konuşma yapar. Rejimin artık eskisi gibi olmadığını, devlet gücünü onları korumak uğruna kullanacağını ısrarla belirtir. Bu sözler dinleyenleri etkilemiştir. Ama Arapların kurnaz lideri Şeyh:
– Sen kimsin ve ne gibi yetkilerin var, diyerek onu sorgulamaya kalkar.
Mustafa Kemal cebinden, Cemiyet’in içinde yetkilerinin yazılı olduğu mektubu çıkarır. Şeyh güler ve cebinden üç mektup çıkararak şöyle der:
– Bak, senin mektubun gibi elimde üç mektup daha var. Bunlar da senden önce gelen ve gelir gelmez hapse atılan temsilcilerin itimat mektupları.
Mustafa Kemal hemen taktik değiştirir:
– İstersen bu kâğıdı al, yırt. Benim kâğıda ihtiyacım yok. Doğrudan doğruya seninle konuşmaya gelmiş bir adam olarak say beni, der.
Şeyh de: “Öyleyse seninle konuşabilirim” der ve bir süre sonunda diğer tutuklu üç mahkûmun serbest bırakılması konusunda anlaşırlar.
Bingazi’de icraatlarıyla ün yapmış Şeyh Mansur adında güçlü bir Arap lideri, Türk yöneticilerine kafa tutuyor, elinde kukla gibi oynatıyor ve onlara her istediğini yaptırıyordu. Mustafa Kemal, bu sefer daha sert hareket etmek gerektiğine karar verir. Şeyh kendilerini ziyarete geldiği zaman, hemen saldırıya geçerek onu tehditle karışık azarladı. Sonra da bölge komutanına dönüp, bütün askerlerin denetlemek üzere kışlada toplanmasını emretti.
Denetleme sırasında subaylar tedirgindir. Onları övgülerle yatıştırır ve ufak bir piyade talimi yaptıracağını söyler. Mustafa Kemal talimatını verir. Bingazi doğrultusunda bir piyade alayı, soldan gelen bir düşmana karşı yürür; o sırada sağ taraftan yaklaşan daha güçlü bir düşmana karşı koymak için dövüş yapma emri verir. Bu hareket, kimsenin şüphesini çekmeden yapılır ve son hedefin Şeyh Mansur’un evi olduğu ortaya çıkar. Ev bir anda sarılır. İçeriden eli beyaz bayraklı bir adam çıkarak teslim olduklarını söyler. Mustafa Kemal, Şeyh Mansur’un gelip kendisiyle konuşması koşuluyla kuşatmayı kaldırmaya razı olur. Bu görüşmede yeni rejimin niyetlerini ve devrim programını Şeyh’e anlatır. Şeyh, koynundan bir Kur’an çıkararak:
– Halife efendimize ilişmeyeceğinize dair bu kitap üzerine yemin eder misiniz, diye sorar.
Mustafa Kemal, Kur’an’ı alıp öper:
– Bu kitabı kutsal sayarım. Onun ve kendi şerefim üzerine yemin ederim ki, bu kitabın içinde yazılan ilkeler gereğince Halife denilen adama ilişmeyeceğim.
Böylece, dini kuruntuları yatışan ve şerefi korunan Şeyh, siyasal yenilgiyi kabul eder. Yapılan anlaşma sonunda hükümet ve ordunun otoritesi tekrar tanınır ve akılcı bir güç dengesi kurulmuş olur.
Henüz 28 yaşındadır. Sorumluluklarının bilincinde yaptığı böylesi icraat ve teşebbüslerle yaşamış olduğu ilk tehlikeli imtihanıdır. Artık çevresinin üstündedir.
Selanik’ten gitsin diye, ayaklarına bağ olmasın diye onu uzak Afrika’nın bir çöl kıyısına göndermiş olsalar da gözleri hep üzerindeydi. Bu sürgün bir çile ve aynı zamanda bir imtihandı. Fakat onun daha şimdiden çilelerden, görevlerden ve imtihanlardan korkmayan bir karakteri vardır. Adımını attığı bu yerde de kendini kabul ettirmiştir. Daha dün yorgunluktan, bitkinlikten kumsalda uyumaya kalkan bu yabancı, bir gün sonra devletinin Afrika’daki valisinin köşküne yerleşmiş, dimdik ayakta duran şerefli, gururlu bir Osmanlı subayıdır. Etrafında duran paşa ve diğerleri sanki onun misafiri, o da evin gerçek sahibidir. Genç, cesur, asi ve başka türlü bir ev sahibi…
Mustafa Kemal, görevinin sonucundan memnun olarak Selanik’e döndü. Askerlikle diplomasiyi bir arada yürütmekteki ustalığını kendi kendine kanıtlamıştı; bunu kendisinden başka değerlendirebilecek bir başkası olmasa bile…

Yüce Türk Ulusuna saygıyla…
Mehmet R. Aşar, 20 Ocak 2025, Antakya

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir