
Meşrutiyetin İlanı
“Yürüdüğümüz yollar, yürüyeceğimiz yönü tespit eder.”
İmparatorluk, Meşrutiyet ilanı ile şüphesiz heyecan ve sarhoşluğun getirdiği bir rehavet içindeydi. Kahraman ilan edilen ihtilalin ileri gelenleri Enver, Cemal ve Talat Paşa’nın söylemleriyle de ilk günlerin yarattığı sarhoşlukla insanlar bir bahar havası yaşıyordu.
Türk kadınları çarşaf ve peçeleri attı. Hapishanelerin kapıları ardına kadar açıldı. Ülkedeki Hristiyan papazlar, Musevi hahamlar, Müslüman hocalar kucaklaşmış, kol kola gezer oldu. Ancak Mustafa Kemal, yurtdışından “Genç Türkler”e destek veren ve Osmanlı lehine tavırlar içine girmiş özellikle İngiltere ve Fransa’nın tutumunu yüzeysel ve aldatıcı buluyor, kabul etmiyor ve sakıncalı görüyordu.
Selanik, çok eski yıllarda Neron’un zulmünden kaçan Hristiyan Aziz Poul ve havarilerin kurduğu gizli örgütten bu yana siyasi havasıyla gizli cemiyetlerin oluşmasına elverişli bir şehir halindeydi zaten. İttihat ve Terakki Cemiyeti de Farmasonların binalarından ve yapılarının tekniklerinden yararlanmaya başladı. Cemiyete girmek isteyen aday üye, giriş töreninde gözleri bağlanarak, pelerinli ve maskeli üç kişinin huzuruna alınıyordu. Burada, memleketi kurtaracağına, cemiyetin emirlerini koşulsuz yerine getireceğine, sırlarını ele vermeyeceğine; uymayanların ya da ihanet içinde olanların ölümle cezalandırılacağına hem Kur’an hem de kılıç üzerine yemin ettiriliyordu. Tüm bunları maskaralık olarak niteleyen Mustafa Kemal, sadece silah üzerine yemin etmişken böylesi bir and içmek sinirine dokunuyordu.
Enver Paşa, korunma adına etrafı silahlı ve gizli komitacıların oluşturduğu bir çember içine alınmıştı. Bu komitacılar, Mustafa Kemal’i kendini beğenmiş ve atılgan buluyorlardı. Dışlayıp gözden düşen Mustafa Kemal ise olayları akışına bırakmış, bir kenara çekilmişti ancak istediklerini yapamamanın ızdırabı içinde Selanik’te kalarak basit görevlerde günlerini geçirmeye devam etti.
Mustafa Kemal ön planda olmadığı gibi etrafında silahşorlar da yoktu. Daha ilk günden itibaren ön planda olan ihtilalcilerden uzaklaşmıştı. Hele Enver’e yaklaşması mümkün bile değildi. O da günlük basit görevleri dışında, özellikle akşamları kendini Selanik sokaklarının insan seline kaptırmaya başladı. Belirli arkadaşlarıyla, dostlarıyla Beyaz Kule gazinolarında yedi, içti, sohbetler etti. Sohbetlerin konusu elbette politika. İşlerin gidişatı onu kuşkulu, kaygılı hatta asileştirmişti. Açık ve net konuşur, tenkit etmekten hiç çekinmezdi. Şöyle diyordu arkadaşlarına:
“Asıl mesele şimdi başlıyor. Asıl mesele, ihtilalden sonraki meseledir. Geceler çok şeylere gebe. Ufuklarda tehlikeli bulutlar görüyorum. Hele ordunun siyasete karışması işi artık bitmelidir. Ordu kışlasına, siyasetçi siyaset meydanına. Hâlbuki bizimkiler?…”
Enver’in kahraman edası, subaylar arasında büyük övgülere nail olduğu bir günde Mustafa Kemal arkadaşlarına çıkışarak şöyle dedi:
“Enver de Enver, Enver’den başka bildiğiniz yok. Onu bu kadar yüceltmek iyi bir şey değil. Anlamıyor musunuz? Bütün bu övgü ve söylevler sonunda şımaracak, kendini öyle beğenmeye başlayacak ki, ülkenin başına bela kesilecek!”
Ama uyarılarına kulak asan olmadı. Sürgün sırasında arkadaşlarıyla kurduğu “Vatan ve Hürriyet” cemiyeti de bu şaşalı günlerde İttihat ve Terakki’ye katılmış ve sonsuza kadar kapanmıştı. Yapacak bir şey yoktu.
Mustafa Kemal haklıydı. Jön Türkler diye anılan subayların vatanseverlikleri tartışılmazdı ancak ihtilal sonrası herhangi bir ideoloji ya da program yoktu. İhtilal, İmparatorluğun çözülmemesi için beklenen bir önlem olmadı, bilakis çökmesini hızlandırdı. Aradan henüz birkaç ay geçmeden Bulgaristan bağımsızlığını ilan etti. Hemen arkasından Avusturya, Bosna-Hersek’e el koydu ve Girit de Yunanistan’la birleşme kararı aldı. Balkanların karışmasıyla, İmparatorluğu bekleyen tehlikeleri çok net olarak gören Mustafa Kemal, toplantılar yaptıkları evinde ve kahvelerde yüksek sesle ihtilalcileri eleştiriyor, Enver’i ve arkadaşlarını savunanları ise sert biçimde mat ediyordu. Ve sonunda varlığından rahatsızlık duyanlar:
“Mustafa Kemal artık can sıkıyor!
Mustafa Kemal’den kurtulmak lazım!…”
Bu söylemleri dile getirenler bazı tertipler bile düzenledi. Selanik sokaklarında geceleri kovalamacalar, takip etmeler, bazen sonu kötüye varabilecek teşebbüsler oldu. Hatta bir defasında güpegündüz yolunu kestiler. Arkasını duvara dayayıp silahına davrandığında işi bu kadarla bırakmak zorunda kaldılar.
1908’in ağustos ayının sonlarında İstanbul’dan bir mektup alır. Mustafa Kemal, mektubu okuduktan sonra işi anlamıştır. Özetle, İttihat ve Terakki’nin sivil iradesi Selanik’ten uzaklaşmasının gerekli olduğuna karar vermiştir. Bu defaki sürgün yeri Trablusgarp’tı.
Kendisine düşmanlık edenlere adeta meydan okurcasına bu öneriyi kabul etti ve gereken hazırlıklarını yaptı. Gideceği yeri annesine dahi söylemeden, sivil olarak Kuzey Afrika’ya giden bir gemiyle yola çıktı.
Yolda gemi Sicilya’ya uğradı. Bir arkadaşıyla limana çıktı. Gezinti sırasında çocuklar, başlarındaki fesleri görünce alaya alarak üzerlerine limon kabukları attılar. Fes’in, Türk kılık kıyafetle ve modern dünya ile bir bağı yoktu. Mustafa Kemal’in milli gururu incindiği sanılmasın. Asıl canını sıkan, Osmanlı’nın itibarı denilen fesin çocuklar tarafından bile alay konusu olmasıydı.
Yüce Türk ulusuna saygıyla…
Mehmet Recep Aşar
14 Ocak 2025, Antakya

