Ben bu yazıyı ümitsizlik içinde değil, ama büyük bir kırgınlık haliyle yazarken tarih; 24 Mayıs 2023… Siz bunları okurken üzerinden epey zaman geçmiş, çok şeyler olmuş olacak. Belki atı alan Üsküdar’ı geçmiş belki de iklim bir nebze olsun değişmiştir. Peşinen söyleyeyim; diyeceklerim olacakların sonuçlarından bağımsız, her ne olursa olsun nasıl ve ne şekilde olduğuyla ilgilidir.
‘’Ne vakit bir yaşamak düşünsem…’’ diyen şair boşuna eklememiş ardına;
‘’bu kurtlar sofrasında belki zor’’ diye…
Evet, zor; bunca kurtlar sofrasında düşlemek bile yeni bir yaşamı. Üstelik ;
‘’ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden’’
Ama tabi üstün gelir şairin aşkı ki mecburdur, her ne kadar bilmese de sevdiği. Peki! Biz de mecbur muyuz bilmeden? Mecbur mu bırakılıyoruz ya da ; ‘’Sen bana mecbursun, bilemezsin.’’ denilip. Ne vakit kuşatıldığımız karanlığı yırtmaya yeltensek, uzatsak ellerimizi aydınlığa, hep bir kurt uluması mı olur dışarda, hep bir demir parmaklıklı pencere ardından mı seyredeceğiz yahut aydınlığı?
‘’Bahar gelmiş balam benim
Bahar gelmiş dayanmış…’’
Bahar gelir dayanır da yalnız ovalara, denize dik yahut paralel uzanan dağlara mı? Bize yine görüşmecimizin yeşil soğanı, karanfili cigaramızın ve başucumuzda bir demet maydanoz mu düşecek bahardan yoksa… Ve yavrumuzun yüzümüze çizdiği kuş, yine gözyaşından mı olacak?
Halil İbrahim Sofrasında kimlere yer yok yine, kimler buyur edilmiş baş köşede kimler kapı ağzında! Kimler sofraya taşıyor aşını ekmeğini, kimler bu taşıyanın sırtından doyan doyana…
Kuşatılmışız. Bugün, bu tarihte bu yazıyı yazarken, umudumuzun ortasından hem de. Birleşe birleşe ama bazıları çok birleşmesin. Kazanacağız ama kayıplar hep baki… Sahi ne çabuk çıkardık kollarını sıvadığımız gömleği? Ne çabuk giydik uşağın ellerine tutturulmuş o resmiyet kokan ceketi.
Yalnızız ve teker teker dokunuyor bize karanlık, ayrı ayrı yaşıyoruz benzer şeyleri ama dokunanların eli yalnız ellerimizde… Ve dokunanlarla yarışıyoruz dokunulmakta beyis görmediğimiz bazı yerlere... Oysa nice türkü biriktirmiştik hep bir ağızdan söylenecek. Martılar da uçuşacaktı güvercinler de…
Şimdi bütün televizyonlarda aynılaşmış yüzler, sesler avaz avaz bir marşın korosunda kısılana dek. Bir tur da biz binelim bakalım sırtına bu eşşekliğin diye mi?
Bağrıma basacak taş kalmadı mezar taşlarından. Umut değirmeninde öğütüle öğütüle un oldum, ekmek yok… Bir başka bahara mı yoksa rüya mı?
Oysa;
‘’yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
Ve bir orman gibi kardeşcesine…’’
Ormana elbet zeval gelmesin de ağaçların tek ve hürlüğünün şimdilik yine mi canı cehenneme. Cennet ve cehennem arasında gidip gelirken kapatacağız dedik de cehennemin kapılarını, kimin üstüne yahut içerden mi kapattık üstümüze?
Yoksa;
‘’Çocuğun gördüğü düştür barış…’’ deyip şairin rüyasını, insanlığın büyük bayramını, yurdun baharını karabasanlara mı teslim ediyoruz yine…
Gerçekle yüzleşmeden, gerçeği görüp ama gösterecek cesareti bulamamak, gerçek ama kötü olanı değiştirmeye çalışmadan, üstelik ona dönüşerek, ona dayanarak değişim beklemek kırıyor ümitlerimizi…
‘’Gelgelelim,
Beter, bize kısmetmiş...’’
Yazık, olmasın emeğimize. Çünkü bir daha zor buluruz bu sofrayı azizim bir daha zor ereriz biz bu kemale…
Çağrımız bu olmalıydı, buydu, ardında durulmalıydı;
hele bir kavuşmayagörsün ellerimiz
ellerimiz ak kumral kara
ellerimiz narin nasırlı kaba
bitmiş zulüm bitmiş bu kalleş kahır bu kavga
ellerimiz Halil İbrahim sofrası
aşk olsun tutmayanlara…
Yoksa zorunda mıyız ‘’sen bana mecbursun, bilemezsin’’lere?
Velhasıl; siz bu satırları okuduğunuz gün biliniz ki bunlar;sonuçların ne olduğundan bağımsız, nasıl ve ne şekildeolduğuna, ‘’zafere giden yolda her şey mübahtır’’ a dair şerh düşüşümdür…
‘’Umut ile, sevda ile, düş ile
Dayan rüsva etme beni…’’
24.05.2023
*Bu yazı Gökkuşağı Dergisi’nin Haziran 2023 sayısında yayınlanmıştır.