Güncel - Aktüalite,  Siyaset,  Tartışma,  Toplum

Oy Kullanmak Üzerine

Gene bir oy verme seremonisi ile karşı karşıyayız. Devlet mekanizması tarafından halkın hatırlandığı ve nihayet halkın fikrini sorulduğu bir demokrasi şöleninin(!) yıl dönümüne gelmiş bulunmaktayız. Hayret 5 yıllık süreçte milletini hatırlamayan devlet mekanizması nihayet millete -yasal ödev- diye çağrıda bulunuyor. Ve bu çağrı ne yazık ki sadece baştakilerin değişip değişmemesi üzerine yapılacak olan seçimde, yaklaşık 40 saniyelik süreyle oy kabinlerinde fikrimize danışılacaktır. Kendi devletinde sadece oy kabinlerinde 30-40 saniye kadar özgür olmak ne kadar da trajedi öyle değil mi? Sadece seçilmişleri seçme konusunda olan bu kısıtlı özgürlüğe katılarak, bir oyla politikleşme döngüsündeyiz.

Ne oluyor?

Demokrasi diye halkın kendisini yönetme ritüelinde zaten önümüze sunulan seçilenlerin listesini bizden seçmemizi bekliyorlar. Sadece efendisini, tabiri caizse çobanını ha pardon yöneticisini seçmekte özgür(!) olan biz halkın hatırlandığı vakitlerde ne yazık ki adayları konuşmaktan, parti kavgası yapmaktan şu sandık meselesini, oy verme sorumluluğunu düşünemiyoruz bile.

Kitleler için düşünmek acı verici olduğu için, bu düşünme sorumluluğunu partilere takdim ettiğinden dolayı bendeniz seçmenleri azarlamaya yönelik bir gayretim olmayacaktır. Bu yazıda demokrasilerde özelikle dolaylı demokrasilerde oy kullanma eylemin fonksiyonu üzerine konuşacağım.

İnsanları oy vermeye davet edenler, bir vatandaşlık görevi çağrısında bulunuyorlar. Demokrasi adı altında bizleri, halkın kendisini yönetmesi uğruna referandum yapıldığı söylenen klişe bir söylem dolaştığı apaçık ortadadır. Pekala bu söylemin altında yatan halkın kendini yönetmesinin fonksiyonları nedir? Gerçekten biz halk olarak, kendimizi yönetiyor muyuz? Ne kadar yönetiyor ve ne ölçüde seçebiliyoruz ?

Öncelikle demokrasiden kastımızı net ortaya koymalıyız. Demokrasiden anladığımızı net ortaya koymadan oy verme işlemininin önemi de güdük kalacaktır. Nedir demokrasi? Demokrasi en kaba tabirle halkın kendini yönetmesi, yönetime katılma organizasyonudur. Bir sürü türü olan bu demokrasi organizasyonunda bizdeki demokrasi çeşidinin dolaylı, temsili ve burjuvazi demokrasisi olduğunu ilkin ifade etmem gerekiyor.

Fakat demokrasi dediğimiz zaman en geleneksel, en sahici demokrasi olan ve Antik Yunan’da uygulanan “doğrudan demokrasi” olduğunu bilmemiz gerekiyor. Bu noktada doğrudan demokrasinin tarihe karıştığı ve artık uygulamanın mümkün olmadığı gibi bir yersiz eleştiriyle karşı karşıya kalıyoruz.

Tarihe karışması bu ideal fikrinin artık uygulanmayacağı fikri pespaye etmek adına şunu ifade edebiliriz ki; bir şeyin ve özelikle ideal bir sistemin tarihe karışması, o ideal fikrinin yanlış ve uygulanmaz olmasından ziyade bizim o ideal sistemden ne de uzak kalacak kadar geri kaldığımızı göstermiyor mu? Yani ideal demokrasiden uzak kalmanız bizim eksikliğimiz, ideal demokrasinin değildir. Ayrıca günümüz çağda doğrudan demokrasiye çok yakın, yarı doğrudan demokrasi diyebileceğimiz mevcut olduğuna dair örnekler de var.

Doğrudan demokrasi veya başka türlü saf demokrasi veya katılımcı demokrasi olarak adlandırılan, hükümetin yasa ve politikalarına ilişkin kararların doğrudan halk tarafından alındığı karardır. Ülkedeki işleyiş ve kararlardan vatandaşı haberdar etmekle kalmayıp, bu karar alma sürecinde vatandaşa danışılmasıdır.

Dolaylı bir demokraside ise parlamentoda kendisine oy veren insanları temsil edecek her seçim bölgesinden bir siyasetçi seçilir. Bu temsilceye doğrudan temas edemeyen halk, temsilciye iradesini 5 yıllığına vererek, onu vekil seçer. Bu temsilci, seçim bölgesindeki halk adına parlamentoya katılır.

Böylelikle dolaylı demokraside vatandaşlar sadece sonuçtan haberdar olur. Çünkü iradesini bir temsilciye bırakan halk, artık süreçte yoktur ve ancak medyada sonuçları takip eder. Hükümetin işleyişine bir nesne olarak, sadece seyirci olarak kalırlar.

Fakat doğrudan demokrasilerde bilhassa her vatandaş hükümetin karar işleyiş mekanizmasına bir özne olarak faal olurlar. Böyle bir şey mümkün değil mi? Bakınız İsviçre, yarı doğrudan demokrasinin yaygın olduğu ülkelerden sadece biridir.

SEÇİMLER ÜZERİNE

Seçimler, iddianın taraflarının anlaşarak başlattığı seçmen sayma sürecidir ve seçmenler olmadan gerçekleşemez. Hangi tarafın seçmeni diğerinden çoksa, toplumun yönetimi de o tarafta olacaktır.

Seçmen, bu iddialaşmada sadece sayısal bir değerdir. Bu sayısal değer gündelik yaşamında birçok sorunu çözmeye çalışarak yaşayan vatandaş için önemsenecek bir değer değildir. Sandıkta bireyden ziyade bir seçmen olduğumuzu ancak sonuçlar açıklanınca bunu doğrular nitelikte yenilgiyi ve kazanmayı hazmederiz.

OY KULLANMAK, SİSTEMİ ONAYLAMAK DEMEKTİR

Oy atarak politikleşmeye dair gösterebileceğimiz şey, oy atma eylemiyle sistemi tanıdığımızı, onayladığımızın bariz bir delilidir. Oy atarak şunu arz ediyoruz: “Bu önüme sunulan sistemi onaylıyor, irademi şu vekile temsil etmekle beraber, yönetimi kim ele geçireceğine dair yapılan bu yarışmada bende varım diyorum .”

Öylelikle seçmen kazansa da kaybetse de seçimin sonucunu ve salt çoğunlukla seçilmiş tarafın iktidarını kabullenecektir. Vatandaşın bu kabullenmesi, seçimlerde iddialaşan her grubun kazanımıdır. Seçimi kazanan hükümetini sürdürdükçe, kaybeden de muhalefetini sürdürecek ve her iki taraf da bir dahaki seçimleri bekleyeceklerdir.

Seçmen demek, vatandaşın toplumun yönetimine katılması demektir. Bu yönetimle oluşturan sistemin bir üyesidir artık seçmen. Sandığa gitmekle ve oy atarak politikleşmenin getirdiği şey ise bizim ülke yönetiminde bir birey değil sayısal bir değer olarak artık bir seçmenden ibaret olduğumuzu alenen göstermektedir.

Atacağı bir oyla toplumun sosyal, ekonomik ve siyasal yönetimine katıldığını sanan seçmen, sorumluluk safsatasıyla yaratılan bu sistemle anlaşacaktır.

Anlaşma basittir; kullandığın oy kazansın ya da kaybetsin sen kazanana, yani haklı iktidara, yönetilme hakkını sunmalısın. “Çoğunluğun dediği olur. ” şiarıyla yürütülenbu organizasyonda kullanacağın bir oyla onaylayacağın anlaşmanın sorumluluğudur. Bu bir oy ile politikleşmektir.

Ve öylelikle dolaylı demokrasilerde oy kullanmak demek, çoğunluğun azınlığa hükmetmesini onaylıyorum demektir diyebiliriz.

SEÇİMLER KİM’LERİN SEÇİMİDİR?

Öncelikle yönetime katılmak veyahut yönetimde söz sahibi olduğunu iddia etmek için bile başvuru ücreti beşyüzbin lira olduğu belirlendi. Pekala bu yeni yönetim belirleme organizasyonunda bir işçi-emekçi yurttaşın başvurması mümkün müdür? Bu ancak burjuvazisinin oynayabileceği bir seçim sistemidir. Parası olan oynar, “parayı veren düdüğü çalar. ” hesabı yani.

Daha sonra seçim propagandası yapmak için yüksek bütçe ve bir de burjuvazi kanunlarıyla hazineden yardım almak vs. bir sürü varyasyonlar eklenince seçimlerin tüm halkın değil sadece belirli bir sınıfın – burjuvazi- sınıfının elinde olduğu bariz apaçıktır.

Bu durumda burjuvazi yönetecek, işçi ve emekçi sınıfı ise yönetilecek bir pozisyonda yer alacaktır. Böylelikle demokrasi artık halkın değil sadece bir sınıfın kontrolünde olan bir demokrasi olacaktır. Buna da burjuva demokrasisi diyoruz.

Burjuvazinin oluşturulduğu bu kapitalist egemen seçim sisteminde meşru bir oligarşi ortaya çıkmaz mı?

Seçimler burjuva devlet aygıtının bir parçasıdır. Kapitalistlerin işçi ve emekçilere “özgürlük” olarak tanımladığı şey, sermaye sınıfının temsilcileri arasında seçim yapma “özgürlüğüdür”.

Sermaye sınıfının temsilcileri arasında seçim yapmak zorunda değiliz. Bu sığ zorundalığa karşı tercih yapmak irade sakatlanması değil midir?

Bu oligarşinin altında yatan etmenleri irdeleyecek olursak; bilindiği üzere devlet bir sınıfın bir başka sınıf üzerindeki tahakküm aygıtıdır ve kapitalist düzende de devlet, burjuvazinin sömürülen kitleler üzerindeki diktatörlüğünün cisimleşmesidir. Fakat burjuva ideologları kitlelerin bilincini bulandırmak amacıyla devleti sınıflar üstü, “tarafsız” bir konuma yükseltirken, kendinden menkul bir diktatörlük kavramının karşısına da demokrasiyi koyarlar. Sanki demokrasinin kendisi de bir diktatörlük değilmiş gibi sunulur.

Oysa demokrasi burjuva egemenliğinin bir ifadesi, onun bir siyasal biçimidir.

Burjuva demokrasisi kuvvetler ayrılığı ilkesine göre şekillenir. Bu üç kuvvet, yasama –yani parlamento–, yürütme –yani hükümet– ve yargıdan –yani mahkemeler– müteşekkildir. Gerçekte kitlelerin bu kurumlar üzerinde hiçbir denetim hakkı yoktur. Fakat genel oy, seçme ve seçilme hakkı, her dört-beş yılda bir yinelenen seçimler kitlelerde “biz yönetiyoruz” yanılgısına yol açar. Oysa burjuva demokrasisinin en genel özelliği, kitleleri hiçbir şekilde yönetime katmama ve pasifleştirme üzerine kurulmuş olmasıdır. Tüm siyasal mekanizmalar bu amaçla oluşturulmuştur. Temsili demokrasi ilkesi bu mekanizmaların başında yer alır. Bu ilkeye göre, halk yığınları vekillerini seçerek parlamentoya gönderecek ve bunlar da güya halkı temsil edecektir! Lakin kitleler dört-beş yılda bir seçimlere katılıp “vekillerini” seçtikten sonra, hiçbir şekilde sürece dâhil edilmezler. Ne “seçtikleri” vekillerini geri çağırabilir, ne parlamentoda yapılan yasalara müdahale edebilir, ne de bu yasaların uygulanmasını denetleyebilirler.

Bu durum esasında burjuvazinin sömürüyü maskelemek için kullandığı seçim tuzağıdır. Ülkenin esas üreticileri işçi ve emekçi sınıfı olmasına rağmen işçi ve emekçi sınıfının üzerindeki sömürüyü devam ettirmek adına ve bunu meşru göstermek için seçim öne sunulur. Tabii bunu hazine yardımıyla manipülasyonlarla algı oluşturarak halkı teslim alır. Tüm bu tuzağı burjuva demokrasisinin bir oyunu olarak görmekteyiz. Bu yüzden bu tuzağı reddetmek en nihai irade istencimiz olarak kabul görmekten çekinmeyiz.

Seçimlere katılmamak, tarafsızlık mı demektir?

Yönetme ve yönetilme ilişkisini reddeden bizler için bu bir tarafsızlık değil, yöneten ve yönetilenin olmadığı bir dünya için mücadeleye taraflaşmak demektir!

Yönetime karşın yönetişimi savunanlar ve doğrudan demokrasiyi savunanlar için doğaları gereği temsil sistemine karşıdırlar. Bir bireyin bir başka bireyi temsil edeceğine inanmaz ve hele bunun burjuva endeksli parlamento gibi bir yerde bunun yapıldığına kesinlikle inanmaz. Hiyerarşik bir şekilde oluşturulan bu temsilin ise zaten bir yalan ve kandırmaca olduğunu ilan eder.

Burjuvazi parlamentosunun gerçek amacı, tüm halkın arzularına göre ülkenin yönetilmesini sağlamak, tüm görüşleri eşit olarak değerlendirmek değildir. Parlamento, bunun yerine, ardında kapitalizmin gerçekte idare edilmesi faaliyetinin devam ettirildiği demokratik bir maske sağlar.

Bizler oylamak ile sadece oy kabinlerinde 30 – 40 saniyede kasıtlı özgürlükle bizi güdecek bir çoban (başkan) seçmeyi doğru bulmuyoruz. Düşünsenize ülkende sadece 30-40 saniye söz sahibisin. Bunun aksine bizler katılımcı demokrasiden yana olarak, bu temsili,dolaylı ve burjuvazi demokrasiyi doğru bulmuyoruz. Bir oyla bireyden seçmene indirgenmemiz ahlaki bir eylem olmadığına işaret ediyoruz.

Oylamak yerine oydaşma kavramına işaret ediyoruz. Oydaşma ile toplumun temel birimlerinde genel oydaşmayla karar alınmasını savunuyoruz. Bu konuda o kadar hassasız ki, bazı durumlarda muhalif oylar varsa onların oyuna karşı çoğunluk kararı alınmasına bile karşı çıkarız. Bu kadar hassas bir tutum elbette bireye saygıdan ve azınlıkta kalanların iradesinin çiğnenmemesi kaygısından kaynaklanır.

Oy kullanmaya değil, temsili seçimlerin oy kullanmayı yozlaştırmasına karşıyız. Çünkü temsili seçimlerin birey iradesini geri plana attığını ve oylamanın egemenlerin iktidar oyununa alet edildiğini düşünüyoruz. Bu argümanlarımızda haklıyız çünkü argümanının oldukça haklı olduğu, geçmişteki ve bugünkü temsili demokrasi deneyleriyle ortaya çıkmıştır. Bu yüzden temsili demokrasi yerine doğrudan demokrasiyi öneriyoruz. Bu öneri, oydaşmaya gerçek özünü kazandırma çabasının ürünüdür.

Dolayısıyla, birinci olarak şunu saptayalım: biz hür iradeler olarak, oy kullanmaya değil, oy kullanmanın yozlaştırılmış biçimi olan temsili sistemlerde oy kullanma diktasına karşıyız.

Bunu da üsttekilerin gücünün alt birimlerle paylaşılmasını ve yönetimden yönetişim organizasyonuna geçilmesini arz ediyoruz. – Seçmen değil birey olmamız- gerektiğini ve öylelikle çoban seçme seremonisine karşı bir tepki ortaya koyuyoruz diyerek, yazıyı bir düşünürün sözüyle bitirmek istiyorum.

“Oy vermek bir şeyleri değiştirseydi yasaklanırdı.”

Emma Goldman

Otodidakt

Siz de fikrinizi söyleyin!