Deneme,  Güncel - Aktüalite,  Şiir,  Toplum

Kırık Kalem ve Kirkor’un Tilkisi

Günlerdir elim yazmaya gitmiyor. Özellikle de seçim sonrası. Garip bir şaşkınlık içindeyim. Doğru düzgün okuduğum da yok. Biliyorum geçecek.

Arkadaşım Mirza Arabacı’nın sayfasında ilginç bir yazıya rastladım bugün. (23.07.2023)
Becerebilseydim bu içerikte bir yazı kaleme alacaktım ben de. Günlerdir istediğim halde olmadı işte.

Arabacı’nın Kırık Kalem ve Kirkor’un Tilkisi başlıklı yazısı, hem ruh halimi hem de ülkenin içine düşürüldüğü durumu izah etmesi bakımından ilginç bir yazı. Yazıyı, birçok insanın kendisini kendisine açıklaması ve kendisindeki kilitlenmeyi bilince çıkarması bakımından önemli bularak paylaşmaya karar verdim.

İyi okumalar.

Hayrettin Geçkin

Kemal Özer’in Genç Şairler Üzerindeki Etkisi | Gündem Arşivi, Okuyan ve yazanlar için dağarcık (gundemarsivi.com)

Ahlaklı Olmak | Gündem Arşivi, Okuyan ve yazanlar için dağarcık (gundemarsivi.com)

Kitaplar Arasında | Gündem Arşivi, Okuyan ve yazanlar için dağarcık (gundemarsivi.com)

Bilmekler | Gündem Arşivi, Okuyan ve yazanlar için dağarcık (gundemarsivi.com)


KIRIK KALEM ve KİRKOR’UN TİLKİSİ…

“Sözlerim, şiirlerim var kalbimde/Söylersem dilim yanacak/ Kalbimde kalırsa kemiklerimin yanmasından korkuyorum/ Söylersem bütün dünyanın yanmasından korkuyorum.”
Söylemeyeceksin.
Yazmayacaksın.
Konuşunca, yazınca değişen ne?
Hiç!
Hiçbir şey…
Sait Faik’in ruhu şad olsun, “Yazmak hırstan başka nedir ki… “Deli olsan” da yazmayacaksın…
Bir süredir “eli kalem tutanların” ruh hali böyle!
Değil yazmak, harf bile görmek istemiyorlar.
Kalemleri kırıldı sanki!
Ben de farklı değilim.
“Niçin yazmıyorsun” diye soranlar, mesaj atanlar olmuş, kusuruma bakmasınlar cevap bile yazmak gelmiyor içimden.
Önce hava şartlarından, boğucu, bezdirici sıcaklıktan dolayı sandım, “Yaz sendromu” dedim.
Değilmiş.
Yazmak “içimizle dışımızın buluşmasıdır” demiş düşünürün biri.
İçimiz neyse, dışımız da o!
Toplum olarak yorgun, bitkin haldeyiz. Uyuşukluk iliklerimize kadar nüfuz etmiş, boğazını celladın bıçağına uzatmış koyunlar gibi kaderimizi bekliyoruz.
Bir seçim sonucunun toplumu bu kadar etkilemesi daha önce görülmüş müdür?
Emin değilim.
*
Belki de tarih hızlandı.
Hızına yetişemiyoruz.
Kirkor Ceyhan’ın tilkisinin kaderini yaşıyoruz.
“Zara’da Habeş Çayı vardır, Şerefiye’den doğar, epey yol aldıktan sonra, Zara’nın ortasında Kızılırmak’a karışır. Tilkinin biri Habeş’in Kızılırmak’a karıştığı noktada karşıdan karşıya atlarken ayağı kaymış suya düşmüş. Mevsim kış! Su buz! Su azgın! Ne kadar çırpındıysa nafile! Bakmış çaresi yok “çoktandır Samsun’a gitmek istiyordum” demiş ve kendini suyun akışına bırakmış!”
Ayağımız mı kaydı, bizi suya iten birileri mi oldu bundan da emin değilim.
Bata-çıka, düşe-kalka tarihin bizi götüreceği yere doğru sürükleniyoruz.
Tarih demişken:
Tarih hafızadır.
Büyük milletler, yaşananları, insanlar ders alsın, gelecek kuşaklara yol göstersin diye, bu hafızaya kaydederler. Buna toplumsal hafıza denir. Yaşananlar bu hafızada depolanır. Millet olmanın asli görevlerinden biri de bu ortak hafızaya sahip olmaktır.
Ortak hafızası olmayan toplum yozlaşır, zamanla çürür.
Biz işte bu süreci yaşıyoruz.
Hafızamız hızla sıfırlanıyor.
Hayat:
“İnsan unutmanın şerbetine ekmek kadar muhtaçtır” diyen Tanpınar’ı bir kez daha haklı çıkartıyor.
*
1 damacana Allah’ın suyu 60 lira!
-Filenin sultanları, kızlarımız tarih yazdı!
Doğalgazda ÖTV artışı yüzde 244!
-Fenerbahçe dünya yıldızını renklerine bağladı.
Benzine 2 lira daha zam bekleniyor, litresi 40 liraya koşuyor.
-Irak’ta terör örgütü yöneticisi etkisiz hale getirildi.
Harçlar, vergiler, anasının nikâhı oldu.
-Fetö’nün aranan üst düzey yöneticisi yakalandı.
Temmuz ayında pazarda domatesin kilosu 30 lira!
-Reis 55 milyar dolarlık anlaşma imzaladı.
-Karpuz dilimle, meyve taneyle satılıyor.
-Cumhurbaşkanı “Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin” tanınması için dünyaya çağrı yaptı.
Emeklinin yarısına sıfır zam!
-Cumhurbaşkanı Suudi prense TOGG hediye etti.
Cumhurbaşkanı borç döviz için kapı kapı dolaşıyor.
-Ezan susmaz, bayrak inmez, vatan bölünmez…
Esiyor, gürlüyor, aşağılıyor, her akşam mazota, benzine zam geliyor, döviz almış başını gidiyor, borç bini aşmışken, Deli Dumrul misali köprüyü tutmuş, elinde sopa vergi diye milleti soyuyor.
Kimseden çıt çıkmıyor.
Konuşan birkaç kişi var onların da kuru gürültüden sesleri duyulmuyor.
İtiraz eden yok!
Karşı çıkan yok…
Milletçe Samsun’a gidiyoruz.
Ya muhalefet?
“Kimsesizlerin kimsesi” olduğunu iddia eden muhalefet ne yapıyor?
Skandal yarıştırıyorlar abisi!
Doğru ya, “Bi skandalımız eksikti” zati.
Ekrem İmamoğlu ve birtakım “gedikli” CHP’liler aralarında “Zoom” konuşması yapmışlar. Yer-gök cümle âlem birbirine girmiş.
Olaya “Skandal” diyen parti sözcüsü şöyle beyanat vermiş:
“Ülke yangın yerine dönmüşken, millet zam, zulüm altında inlerken, zoom konuşmayı uygun bulmayız.”
Vay canına!
İlave etmiş.
“Partimizin kongreler süreci hızla ilerlerken, partimizin geleneklerine uymayan, hiyerarşisini dikkate almayan, etik olmayan toplantıları da uygun bulmayız.”
Toplantıyı uygun bulmamışlar hazretler!
Ümit Kıvanç dayanamamış:
“Ülke yangın yerine dönmüş, en azından bunu fark etmiş olmanız güzel, zulümden kastınızı bilsek iyi olurdu, ama o kadarına da şükür, bu esnada Zoom konuşmayı uygun bulmuyormuşsunuz, buna da eyvallah! Fakat Allah aşkına, ne konuşmayı uygun buluyorsunuz?
Birkaç başlık sıralayın lütfen!”
“Derhal” demişler.
Sıralamamışlar.
Meğer 200 yıllık modernleşme mücadelesini, 100 yıllık cumhuriyeti, Ümit Özdağ adlı bir Nazi müsveddesine teslim etmek için protokol imzalamışlar.
“O protokolle ilgili konuşmam doğru değil. İki kişinin namusuna teslim edilen protokoldür. Açıklamayı ahlaki olarak doğru bulmam. Benim konuşmam doğru değil. Protokol ikimizin arasında imzalandı. Kamuoyuna açık değildi. İkimizin namusuna teslim edildi nokta. Bu konuda yorum yapmam doğru değil.”
Namusuna, haysiyetine güvenerek verdiğimiz oylar nereye gitmiş?
İnek içmiş…
Muzaffer İzgü’nün çalışarak geçen çocukluk yıllarını anlattığı “Ekmek Parası” kitabını tanıtan metnin altına, “Dokuz kez okudum, otuz kez ağladım” diye yorum yazan okur gibi ben de bu satırları okuyunca otuz kez ağladım.
Seçimlerde gecesini,gündüzüne katan insanlar için.
Demirtaş için,
Kavala
Mücella
Cumartesi Anneleri
Tayfun Kahraman… Ve binlerce, on binlerce… İçeride, dışarıda, hayatta ya da mezarda binlerce isimsiz kahraman için.
Kendim ve geçmişim için.
Tarih için..
Oturdum ağladım…
Geçen hafta 92 yaşında kaybettiğimiz Milan Kundera’nın sözleri geldi aklıma:
“İnsanlar her zaman daha iyi bir gelecek yaratmak istediklerini haykırıyorlar. Bu doğru değil. Gelecek, kimseyi ilgilendirmeyen kayıtsız bir boşluktur. Geçmiş hayat doludur, bizi kızdırmaya, kışkırtmaya ve aşağılamaya, onu yok etmeye veya yeniden boyamaya teşvik etmeye heveslidir. İnsanların geleceğin efendisi olmak istemelerinin tek nedeni geçmişi değiştirmektir”
Belki de biz kendimizi kandırıyoruz.
Bırakın geçmişi biz bugünü değiştirmek için bile kılımızı kıpırdatmıyoruz.
*
Evet, nerdeyse açız.
Yoksuluz.
İtten beter hakimiz.
“Öz yurdunda garip, öz vatanında parya”yız.
Bunların sebebi ne mevcut iktidar, ne de muhalefet… Biziz. Korkularımız ve korkaklığımız, umursamazlığımız, kibrimiz ve öğrenilmiş çaresizliğimiz…
İnsanlar nadiren açlıktan ölür.
Ne fakirlik, ne açlık öldürür insanı, Allah deldiği boğazı bir şekilde doldurur.
İnsanı asıl öldüren:
Hürriyetsizlik,
Haysiyetsizlik ve vatansızlıktır.
Gelecek hayali olmayan bir toplum haline gelmiş olmamızdır.
Büyüyünce ne olacaksın çocuğum?
-Zengin olacağım baba.
Okulu bitirince ne yapacaksın çocuğum?
-Kapağı Amerika’ya, Batı’ya atacağım baba!
Fakat… Ülke, insanlar, mazi, tarihimiz?
-Bırak bunları baba! Ben mi kurtaracağım bu vatanı? Herkes layığını yaşar, Ne halleri varsa görsünler.
Birileri, “sömürü ve baskı arttıkça, insanların direnme gücü artar” diye bekliyor olabilirler.
Yanılıyorlar.
Tarih, baskı ve sömürünün dozu arttıkça, insanoğlunun biat etmeye, “köpekleşmeye” daha meyilli olduğunu anlatıyor.
“Varkalma” düsturu böyle çalışıyor.
*
Renklerimiz hızla kirleniyor.
Gökkuşağımız kararıyor.
Siyah ve beyaza dönüşüyoruz.
Ya dost, , ya düşman oluyoruz.
Acem’lerin ünlü şairi, gazel dilinin kurucusu Hafız-ı Şirazî, Gülistan adlı eserinde, tevekkül ve sabır için şöyle diyor:
“Ayakkabım yok diye üzülüyordum, ayakları olmayan bir çocuk görene değin…”
Belki de henüz ayaklarımız olduğu için susuyoruz.
Belki “dip”in en “dip”ini bekliyoruz.
Her şey olabiliriz ama “insan” olduğumuz şüpheli.
Hangi insan yapılan bunca adaletsizliğe, hürriyetsizliğe, fakirliğe, haysiyet kırıcı muameleye, “ben yaptım oldu” ya sessiz kalır?
Cevap tarihten geliyor:
Şartlar ne kadar ağır olursa olsun, insanlar ne kadar vazgeçerse geçsin, hayat bir şekilde kendini yeniden üretecek, kendine yeni bir yol bulacaktır.
İnanmıyorsan:
Gökyüzüne.
Şafağa
Güneşe
Yeni güne
Akan suya, esen yele… İçine, insanlık tarihine bak!
Bekliyoruz…
İyi Pazarlar…

Mirza Arabacı, 23.07.2023

Siz de fikrinizi söyleyin!