Deneme,  Toplum

Hoşça Kal Almanya

I

Şiire çok şey borçluyum: Şiir sayesinde acılarım, sevinçlerim arttı; kimi kez yaralarım derinleşti, kimi kez de sağaldı; toplamım fazlalaştı anlayacağınız, duyarlıklarım çiçeklendi.

Bilmeyle, öğrenmenin farkının öğrendim her şeyden önce, olgunlaştım da herhalde. Hiçbir nesnenin uzantısı değilim artık, boyun eğdiğim ve emrettiğim kimse yok. Zerresi olduğum doğayı seviyorum. Haklarını yemeyeyim, bunda hayatın önüme çıkardığı olayların, aşmak zorunda kaldığım sorunların; dahası okuduğum kitapların, izlediğim sinemaların, karşısına geçtiğim tabloların ve pek çok şeyin de payı var. Dünyayı anlama ve anlamlandırma gücü buldum kendimde şiir sayesinde. Yazdığım şiirler iç yolculuklarıma çıkmamda, kendimi keşfetmemde, bilmediklerimin fazlalaşmasında da yardımcı oldu bana.

Şiir evreni içinde güzel insanlar tanıdım. Güzel şairler…Kemal Özer, Ruşen Hakkı, Güngör Gençay, Ahmet Uysal… Daha niceleri… Onlar şimdi yok aramızda. Ama yaşayan çok güzel şairlerimiz var yine de. Sadece şiirleri güzel değil, aynı zamanda birer insan güzeli onlar da. Yürekleri aşk, direnç, umut dolu, sevgiyle kaplı, yarın kokulu. Pek çoğuyla dost olmak kolaydan anlatılacak gibi bir duygu değil. “Yaşamak güzeldir” dedirten şey insana. Her gün onlardan birisinin birkaç şiirini okumak müthiş lezzetli geliyor bana. Estetik haz alma edimi yıllar alan bir şey.

II

Yaşayan şairlerimizdendir Sezai Sarıoğlu (şiir ağabeyim). Bir başka yaşar sözcükler ülkesinde. Yeni deyimler bulur, yeni bağdaştırmalar kurar. Türkçemizi çiçekler durmadan. Düş satar, insan arar. Şiirle sular dünyayı. Tek başına günaydın sözcüğü bile nasıl üst anlamlar buldu onun dilinde: “Aşkaydın”, “barışaydın”, “şiiraydın”….

Türkiye’ye dönme hazırlığı yapıyorum ağabey, dedim; “hala oralarda mısın” diye sorduğunda iki üç gün önce. Uzun uzun konuştuk. Telefonu kapatırken Kıbrıslı şair Fikret Demirağ’a atıfta bulunarak “Yurduna özlemini sakın gümrüklerde bırakma” diye tembihledi beni. Kıbrıslı şairin anımsatmaya çalıştığı o şiirini ve başka başka şairlerin pek çok şiirini ezbere bilirdim bir zamanlar. Kendi şiirlerimden bile kaçını ezbere biliyorum ki şimdi! Sezai Sarıoğlu’na, “Türk ve dünya şairlerinden öne çıkmış olanlarının şiirlerinden bir seçme yapıp ezbere okuyun” deseler; üst üste, kim bilir kaç program çıkar! Kuşkusuz şiiri ezberleyip okumak vardır. Bir de Sezai Sarıoğlu gibi okumak vardır. Kaldı ki sırtında şiirlerle dolaşır dünyayı. Yorulduğunda düşlerinde konaklar.

Sahi, Sezai Sarıoğlu’nun şiir okumalarından bir belgesel yapmayı akıl eden oldu mu hiç? Böyle bir şey olsa; Can Yücel, Edip Cansever, Nazım gibi nice şairle ne buluşmalar yaşanır yeniden yeniden. Hani “karanfil elden ele” hesabı. İnsanın düşleri bile bir süreliğine de olsa gerçeğin sınırları içinde kalır.

Yurda mı? Sezai Sarıoğlu’na söylediğim gibi… Dönüş hazırlığındayız. Yurduma ve yurdumun yarınlarına dair özlemim, yüreğim taşarcasınadır, gözümde tütercesinedir. İnsanlarını, dağını taşını, börtü böceğini seviyorum yurdumun. Ve bir de yarınları için düş kurmayı, bir şeyler yapmayı… Ama insanın yurdunda yaşamayı hak etmesi, insanım diye gezip dolaşması öyle kolay bir iş değil. Bir başka ülkede daha fazla ayrımsıyor bu gerçekliği insan. Bizim ülkemizde de insanlar adil, demokratik, eşitlikçi ve özgürlükçü bir şekilde yaşayabilir. Neden olmasın! Doğa ve insan hakları bir başka olabilir. İnsanlar kendilerini ifade edip, kendilerini aşarak gerçekleştirebilirler rahatlıkla. Bunda bir kötülük yok ki!

III

Dün gezip göreceğimiz yerleri tamamladık. Çantalarımız hazır. İki aydan daha uzun süredir Almanya’da gezip gördüğümüz ve yaşadıklarımızı, katıldığımız veya içinde yer aldığımız etkinlikleri birkaç yazımla daha önce özetlemeye çalışmıştım. Son üç beş gün de oldukça verimli geçti. Bir işçi arkadaşımdan duyduğum; “Almanya’da yaşanmaz, sadece çalışılır” sözünü mülteci alınganlığı olsa bile her halde kolay kolay unutmam. Senin işin var, bizdeki gibi gelecek korkun yok diyemedim kendisine. 30-45 yaş arası kuşaktan insanlarla edebiyat üzerine konuşma şansı bulmak çok yararlı oldu bizim açımızdan. Aslında onları dinlerken ağzımız açık kaldı desek yeridir. Çok çarpıcıydı anlattıkları. Çok yönlü ve çok birikimliydiler gerçekten. “Estetik haz ve duyarlılık yaratmak dururken okura bilgi boca eden, bir şeyleri dikte etmeye çalışan hiçbir şeyin edebiyat olamayacağını” söylediler bize. Mehmet Uzun, Orhan Pamuk favori yazarları onların…

Alman edebiyatını, o edebiyatı o dile öğrenmenin farkını sezdim onlarda. Türkiye’den gelerek Almanya’da iş güç sahibi olmuş ailelerle çocukları üzerine konuşmalar da yaptık. Gençlerin Türkçeyi iyi kullanamayışlarının Türkiye ile Türkiyeli olmakla bağlarını zayıflatacağına vurgu yaptım… Bu durumun onların ruh sağlıklarını olumsuz yönde etkileyeceğini, yabancılaşma duygusunu daha da derinleştireceğini, bunun başka yaralanmalara, başka yarılmalara neden olacağını anlatmaya çalıştım söz bana düştüğünde. Ülkemizi, ülkemiz insanlarının güzelliğini yüreğimin tellerine dokuna dokuna anlattım onlara. Sapla samanı karıştırmamak gerektiğine kadar gitti söz. Kendilerinin de çocuklarının da edebiyattan mutlaka destek almalarının gerekliliğinin altını çizdim kalın kalın. Daha başkalarıyla Almanya’da gelişen ırkçılığı, Türkiye’de seçimleri, dünyanın çeşitli yerlerinde sürmekte olan ve insanların düşlerini, geleceğini çalan savaşı… Daha pek çok şeyi.

IV

Bize burada ev sahipliği yapan, Almanya’ya gelişimizin iyi bir geziye, anlamlı bir tatile dönüşmesi için, bize bütün olanaklarını sunan, sevgilerini ve insan sıcaklıklarını esirgemeyen Devrim-Ozan çiftini anlatmak ve onlara teşekkür edecek sözcükler bulup söylemek benim için hiç de kolay değil. Girmeyeceğim zaten böyle bir şeye. Bir yazar ve şair marifetiyle edebiyatı kullanmak olur çünkü bu. Kendime bile mahcup olurum böyle yaparsam. Ama onların yüce gönülleri, kardeşlik duygusu ve dostluk tutumları karşısında büyülendiğimi söylemeliyim en azından. Almanya’ya gelen pek çok yazar, sanatçı ve düşünce insanının da konakladığı bu evi müze haline getirecek kadar çok paraları olmasını dilerim onların. Ben de bir iki dizemle bir köşede yer alırım duygusuyla söylemiyorum bunu. Devrim -Ozan çifti için son söz olarak, onları dünyaya getirmemiş olsalardı, insanlık adına, anneleri ve babalarını dava etmek gerekebilirdi şeklindeki düşüncemi ifade edip susmalıyım.

V

4 yıl önceki gelişimizi de katarsak Almanya’da bulunduğumuz süreler içinde bizi ağırlayan, ruhumuzu sağaltan ve bizden yakınlıklarını esirgemeyen çok sayıda arkadaşımız ve dostumuz oldu. Güzel ve derinlikli şeyler paylaştık onlarla. Anı biriktirdik. Ne güzel yürekleri var her birinin… Ne kadar candanlar öyle bir bilseniz! Onlara teşekkür edecek ifadeler bulmakta da zorlanacağımın farkındayım. O yüzden bu işten de vaz geçiyorum. Yarın sabah hava limanında olacağız. Güzel duygularla dönüyoruz yurda.

Hoşça kal Almanya.




Hayrettin Geçkin 9 Ocak 2023-Almanya

Alman Şairleri

Siz de fikrinizi söyleyin!