Güncel - Aktüalite,  Kitaplar,  Siyaset,  Tarih,  Tartışma,  Toplum

Yanlış Üstüne Yanlış (1)

Türk milleti, hasta değil, ölmüş bir imparatorluktan yeniden doğmuş, 15 yıl gibi kısa bir sürede olağanüstü devrimler gerçekleştirmişti. Dünyanın belki de en ağır bedellerle kurulan tek Cumhuriyetiydi.

İnsanlığın hayranlıkla izlediği devrimlerine, gerçekte ne oldu?

Cumhuriyetin kanunları neden tozlu raflara kaldırıldı?

Kimin ya da kimlerindi bu vebal?..

Karşı devrim, dünden bugüne gelişmedi. Kontrol edilemez hale gelmesi, 11 Kasım 1938 itibariyle, adım adım başlatıldı, büyütüldü ve geliştirildi. Şimdi aynı şiirler yeniden yazılıyor:

“Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini,
Yoğimiş kurtaracak bahtı kara maderini”

Namık Kemal

Neden ve nasıl başa döndük?..

Bunu anlamanın yolu, tarihi sadece okumak yetmez, iyi anlamak gerek…

İsmet İNÖNÜ

İlk ‘ikili anlaşma’ 1 Nisan 1939’da yani Atatürk vefat edeli henüz 4,5 ay olmuşken yapıldı. 5 Mayıs’ta Türkiye, Amerika’ya “gerek ithalat ve ihracatta ve gerekse diğer bütün konularda en ziyade müsaadeye mazhar millet statüsü” tanımış, yüzde 12 ile yüzde 88 arasında gümrük indirimler sağlanmış, böylelikle Türk kapısı Amerikalılara aralanmıştı. Atatürk’ün vasiyet niteliğindeki “Ayrıcalık tanıyan ve bağımlılık doğuracak dış anlaşmalar yapılmamalıdır” sözleri yok sayıldı. Yetmemiş olacak ki ardından Fransa ve İngiltere ile ‘Üçlü İttifak Anlaşması” yapıldı.

Bir Tarih Dersi ya da Yanlış Üstüne Yanlış

“Müttefiklerimiz, NATO’nun dağılması için çalışmakta olan uzak devletlerle yarış etmektedirler. Biz, ittifak bozulmasın diye sonuna kadar sabrediyoruz. Müttefiklerimiz bu ittifakı dağıtma gayretlerinde muvaffak olurlarsa, yeni şartlarla yeni bir dünya kurulur. Türkiye o dünyada yerini bulur.”

Bu sözler bir kafa tutma değildi, yıllardır ABD’nin dümen suyunda yüzmeye çalışanların ulusal benliğini bulmanın heyecanıydı…

Bunu ‘Lozan Kahramanı’ söylüyordu…

Okuyanlar özünü yakalamış değillerdi. Çoğunluk sevinç ve kıvanç içindeydi. Evet yıllar yılı ABD’nin bir dediğini iki etmeyenlere ders niteliğindeki bu sözler, yurtseverlerin onur bayrağı gibi dalgalanıyordu. Çünkü bu sözlerle ABD’ye ‘Dur!’ dediğimiz sanılıyordu. Oh, ABD’ye ‘Dur!’ diyebilmiştik…

Bu sevinç ülkeye dalga dalga yayıldı. Ama, ‘şu ama’ olmasaydı. Evet, 1964’teki bu sözler tarihe geçecekti, ama şu sözleri olmasaydı… Evet şu sözler her okuyanı isyan ettiren şu sözler:

“Amerika’nın sorumluluğuna inanıyordum, yanılmışım demektir.”

Nasıl olur da Lozan Kahramanı, Truman Doktrini ’ne dayanarak güvenliğimizi ABD’ye bırakır? Evet, ama olmadı Paşam!

… “Çalışmalarımız gizli kalmıyor… Biz bir konuda çalışırken ya da karar aşmasındayken, ABD elçisi, ertesi sabah, daha günlük çalışmalara başlamadan ABD Başkanı’nın o konuya ilişkin görüşünü ve eleştirisini getiriyor. Biz bu memleketi böyle mi teslim ettik?” (1)

Ve arkasından ders mi, tehdit mi anlaşılmayan 5 Haziran 1964 tarihli ABD Başkanı Johnson’un mektubu ile çekilmeye maruz kalan Türk’ün kulağı…

Adnan MENDERES

Esaret anlaşmalarının hız kazandığı bu dönemde Halkevleri kapatıldı ve Köy Enstitüleri, Öğretmen Okulları’na dönüştürüldü. Yabancılara petrol arama ve çıkarma izni verildi. Yabancı sermayeyi teşvik yasası çıkarıldı. Marshall Planı‘nın da katkısıyla ülkede yeni sanayi tesisleri kuruldu.

Atatürk‘ten sonra Türkiye’yi yeniden bağımlı hale getiren bu “Esaret Anlaşmaları” hep halkın gözünden kaçırılırdı.

  1. Tarım Ürünleri Anlaşması (12 Kasım 1956)

ABD, bu anlaşma ile kendi ihtiyaç fazlası buğday, arpa, mısır, dondurulmuş et, konserve sığır eti, don yağı ve soya yağı gibi tarımsal ve hayvansal ürünleri taşıma ücretiyle birlikte 46,3 milyon dolar karşılığında Türkiye’ye verecekti. (Resmi Gazete, No: 10228, 1959)

  1. Tarım Ürünleri Anlaşması (20 Ocak 1958)

Bu anlaşmaya göre ABD Türkiye’ye şu ürünleri satacaktı: Buğday, yem, soya fasulyesi veya pamuk yağı, tereyağı, yağlı süttozu, peynir, yağsız süt tozu… Türkiye bu ürünler için taşıma masrafları da dâhil 46,8 milyon dolar ödeyecekti.

20 Ocak 1958 tarihli bu anlaşmanın sonuna aynı tarihli ve 1755 sayılı ABD hükümetinin bir notası eklendi. ABD’nin Ankara Büyükelçisi Fletcher Warren’den Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’ya gönderilen nota, ABD’nin Türk tarımını bitirme projesinin en somut adımlarından biriydi.

Özetle, ABD Türkiye’ye “1 Ağustos 1958 tarihine kadar buğday ihraç etmeyeceksin!” diyor, Türkiye “Baş üstüne Ekselansları!” diyerek kabul ediyordu. (2)

Cevdet SUNAY

“Bugün okullarda yetişen gençlere ülkenin yönetimi teslim edilemez. Biz, Laik okullara karşı imam-hatip okullarını bir seçenek olarak düşünüyoruz. Devletin kilit mevkilerine yerleştireceğimiz kişileri, bu okullarda yetiştireceğiz.” (3)

Süleyman DEMİREL

“Türkiye Şimdiye kadar özelleştirme falan yapmadı. 6 milyar dolarlık özelleştirme yapıldı, bu 6 milyar dolar da masraflara gitti. Türkiye’nin elinde 100 milyar dolarlık tesis var. Türkiye eğer bu tesisleri özelleştirmezse bütçesini denkleştiremez. Devlete dayanarak ekonomiye artık hayır.” (4)

Turgut ÖZAL

Türk milletine ihaneti saymakla bitmez. Ancak onu ve onursuzluğunu ifade eden başka bir cümle daha yazılamazdı: “Turgut Özal, Amerika’nın en sadık dostudur. Siz onu, ‘Amerika’nın en sadık uşağı’ diye okuyunuz.” (5) Amerika’nın gizli istihbarat servisi CIA’nın belgelerinde geçen sözlerdir bunlar… Türk milletini yönetme iddiasında olan birinin, böylesi bir aşağılanmaya nasıl ve neden katlansın ki?…

Atatürk’ün: “Birileri Türk milleti yenildi deseler inanmayınız, yenilen komutandır” sözlerindeki uşak, aciz ve yenik komutan, tam da bu komutandır!..

Bülent ECEVİT

“Türkiye sizler için bulunmaz bir fırsattır. Bu toplantı dış sermayeye katkı için Türkiye’nin olanaklarının sergilenmesi bakımından büyük fırsattır. Biz, dünyadaki yatırımcıları yalnızca Türkiye için değil, tüm bölgenin kalkınması için katkıda bulunmaya çağırıyoruz. Gerek Doğu’da gerek Batı’da bunun faydalarını göreceğiz ve böylece dünyayı kalkındırmış olacağız.” (6)

T.C. Başbakanı, Fethullah Gülen okullarını kıvançla övmekten geri kalmamış ‘Süper Proje‘ diye nitelediği 53 adet dosya ile ülkeyi pazarlamayı açık açık dile getirmişti.

Tansu ÇİLLER

“Türkiye’de KİT’ler her dört günde bir trilyon zarar etmektedir. Bu kırımları yıkmak zorundayız. Eğitimin önünü açmak için, daha iyi sağlık hizmeti sunmak için buna mecburuz. Türkiye’de her şey devletin denetimi altında. Kendi bölgesinde son sosyalist devleti yıkacağız. Çocuklarınıza, biz onu yıktık diyeceksiniz.” (7)

Tüm zorluklara ve olumsuzluklara rağmen KİT’ler kar ediyordu. Tansu Çiller doğruları söylemiyor, halkından gerçekleri saklıyordu, çünkü gavurun ekmeğini yemişti, sıra kılıcını sallamaya gelmişti.

Hanımefendinin Devlet Bakanı Yüksel Yalova öylesine hevesliydi ki vatan satmaya, yerinde duramıyordu:

“Bana gelip açık açık ‘özelleştirmelere inanmıyorum’ diyen genel müdürü görevde tutarsam ülkeme ihanet etmiş olurum. Özelleştirme felsefesine inanmış insanları göreve getirmeye devam edeceğim” 

Oysa ‘devlet malına zarar verme, kamu çıkarlarını korumama’ ülkeye ihanet suçu sayılırken, özelleştirme adı altında arsızca söylenen bu sözler, devlete ve kamuya zarar vermek, bir hizmet felsefesine dönüşmüş, işbirlikçileri ihanet yarışına sokan açık bir ‘davet’ olmuştu.

Deniz BAYKAL

“Türkiye’nin işçisi, çiftçisi, esnafı, sanatkarı ve sanayicisi bundan böyle 60 milyonluk Türkiye için değil, 400 milyonluk Avrupa için üretim yapacaktır. Gümrük Birliği’nin siyasal istismar konusu yapılmasına üzülerek şahit oluyorum. Bu zafer şu ya da bu partinin değil milletin zaferidir. Bu zaferin sahipleri önce Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü, Adnan Menderes ve Turgut Özal’dır.” (9)

Yüce Atatürk’ün yanına koyduğu isimlere bakınız. Bilgi ve görgü yoksunu birinin dahi, ifade etmekten imtina edeceği bu sözleri söyleyen, ne acıdır ki, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesini doğuran CHP’ye başkanlık etmiş biri. Oysa Gümrük Birliği, Avrupa Birliği’ne girme adına verilen bir ödündü. Avrupa Parlamentosunda bir parlamenter şöyle diyordu: “Türkiye’yi fazla ucuza satın alıyoruz, bu bizim yararımıza olmayacaktır.” (10)

AP Üyesi Daiel Cohn BENDIT: “GB, Türkiye için kötü bir hediye. Ekonomik alanda güçlük çekecek olan Türkiye, politik birliğin nimetlerinden de yararlanamayacak” (11)

“Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne katılması bu ülkede Kemalizm’in sonu olacaktır.” (12)

Bu sözler, Türkiye’nin Gümrük Birliği’ne değil, Gümrük Birliği’nin Türkiye’ye ihtiyacının bir açıklamasıydı.

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Butros GALI;

“Yeterli alt yapıya sahip olmayan azgelişmiş ülkelerin özelleştirmeden herhangi bir yarar sağlamaları mümkün değildir. Bu unsurların yeterince gelişmemiş olduğu toplumlarda ‘piyasa ekonomisi’ kısa sürede bir ‘soygun düzenine ‘dönüşmektedir.” (13)

Sonrasında, acı gerçekleri özetleyen bu sözler, UNECO tarafından sansüre maruz kalacaktır.

İngiltere Parlamento üyesi Tony BENN;

“Piyasa ekonomisinin sorunları çözdüğü, tam bir yalandır. Rover’i devletleştirdiğimizde batmak üzereydi. İşçiler sokakta kalacaktı. Devletleştirmeden sonra işçilerin ücretleri, yaşam koşulları ve sosyal hakları düzeldi. Thacher, Rover’i özelleştirdi. Bu işletme bugün yine batmak üzere” (14)

Londra Üniversitesi Ortadoğu Kürsüsü’nde görevli bir profesörün gözlemlerini izleyelim;

“1950’lerden bu yana çeşitli vesilelerle memleketinizi ziyaret ettim. Her defasında Türkiye’deki Amerikan personel sayısının şaşılacak derecede arttığını gördüm. Bakanlıkların hemen hepsinde Amerikalı müşavirlerin bulunduğunu gördüm. Bu beyler, çalıştıkları dairelere ait meselelerde sizlerden daha yetkili, daha heyecanlı görünüyorlar. Onların heyecanını anlamak kolay, fakat asıl izahı güç olan, sizin öyle bir duruma hangi sebeple izin verdiğiniz!” (15)

Bu sözler, o günlerin en acı, ama gerçek manzarasını yansıtıyordu. O tarihlerde, Sanayi, Adalet, Dışişleri, Gümrük ve Tekel Bakanlıklarıyla Ulaştırma Bakanlıkları dışında her bakanlıkta 5-10 uzman ve danışman niteliği ile çalışan ABD’li bulunmaktaydı. Bu uzmanların aylıkları, bize yapılan ‘Teknik Yardım’dan (!) ödenmekteydi. ABD’nin Türkiye’ye yaptığı yardımın (!); örneğin 5 milyon teknik yardımın 4 milyonu, bu personele aylık olarak ödenmekteydi. Yani ABD, bir eliyle verdiğini, öteki eliyle geri alıyordu…

Günümüz siyasilerini ise anlatmaya kitaplar yetmez… Her günün sabahına bir ihanete uyanır olduk. “Dur!” diyen olmayınca, durmuyorlar, “Yola Devam” diyorlar. İktidar muhalefet el ele, omuz omuza, aynı kravatlı küresel çete efendilerine, hizmette kusur etmeden ama farklı kulvarlarda “en iyi ben ihanet ederim”, “en iyi uşak benden olur” yarışındalar.

‘Hibe’ denen, güya ‘karşılıksız’ milyon dolarlarla iğfal edilerek uşağa dönen ve gavurun kılıcın halkına sallamaktan ar duymayan bu siyasiler, ihanetlerini ‘bayram” diyerek yutturdular, ülkeyi adım adım açık bir pazara dönüştürmekten asla çekinmediler.

Yüce ATATÜRK;

“Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler” diyordu, bulundular.

“Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakruzaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir” demişti, oldu.

İşte, bu ahval ve şerait neticesinde; dolarla iğfal edilen, Atatürkçü, Cumhuriyetçi maskesi takan, sözde aydınlar kol gezer oldu ülkede. Ellerinde viski kadehiyle, pipolu, papyonlu, at kuyruklu bu sözde aydınlar, hadsizce ve ahlaksızca, sosyal yardım alan yoksul halkımıza “göbeğini kaşıyanlar”, “bir paket makarnaya kendilerini satanlar”, “kıllı, uzun bacaklılar” diyerek hakaret edip durdular. AB tarafından aldıkları hibelerle kendilerine villalar, yatlar satın alırken, bu zenginlik nereden, diyen olmadı onlara… İkiye böldükleri yoksul milletin yarısını “Adaletsiz Kalkınanlar” Kuran ile Din ile nasıl aldattılarsa, diğer yarısını da bu sözde aydınlar, Atatürk’le, Cumhuriyet’le aldatılar. Ne yazıktır ki, aralarında millete sahip çıkan birileri, hiç olmadı.

AB-D tarafından ‘Hibe’ yani karşılıksız diye verilen bu dolarlar, demokrasi, özgürlük ve insan hakları adı altında süslü kelimelerle, ülke içinde kurulan STK (Sivil Toplum Kuruluşları), vakıflar vs… kurum ve kuruluşlardan, geri ödeme alınmayacak ya da karşılıkları olmayacak diye anlaşılmasın, mümkün değil, çünkü karşılığı var. Günü geldiğinde hibe veren efendilerinin isteklerini yerine getirmek, onlara göbekten bağlanarak her isteklerine boyun eğmek, sınırsız ve koşulsuz hizmet etmektir bunun karşılığı. İşin özü; karşılığı kişisel menfaatler uğruna vatanı satmaktır. Kaçışı yok, budur Türkçesi.

Hibe ile geri dönüşüm;

  • İktidarda; istenen kanunları çıkarmada gösterir kendini…
  • Muhalefette; göstermelik itilaflar sergilemelerde gösterir,
  • Orduda; güvenlik sırlarını ifşa etmede,
  • Gazetecide, yazar çizerde; gerçekler değil, istenen yazılar yazmalarda,
  • Sanatçıda; dikkatleri farklı yönlere çekmede, halkı uyutmada,
  • Akademisyende; bilim adı altında halkı aldatmada,
  • Din adamında; dindışı, imana aykırı fetva vermede,
  • Bir tarihçide de; uydurma hikayelerle tarih yaratmada, mutlak karşılık bulmuştur ve bulacaktır.

Günümüzde bu yüce millet, garabetler içindeyse, kara bulutlar kabus gibi çökmüşse üstüne ve sahipsiz ve kuru bir yaprak gibiyse rüzgarların savurduğu, yine de “bu millet artık ölür diyemezsiniz”, çünkü ölmeyecektir!.. Çünkü her Türk ocağının küllerinde bir kor saklıdır, bu kor gün gelir kimilerini ısıtır, kimilerini yakar!.. Yakacaktır da! “Türk’ün Adaleti tecelli etmedi” demedi tarih. Geç geldi, ama mutlaka geldi.

Bekleyin, O gelecek ve gelecek de bir gün gelecek!..

Mehmet R Aşar, 15 Temmuz 2021, Antalya

Dipnotlar;

  1. M. Emin Değer, “Oltadaki Balık Türkiye”, sf. 26, 27, 28
  2. https://www.sozcu.com.tr/…/sinan…/tarim-ihaneti-1881111/
  3. “Haftaya Bakış”, Ahmet Taner Kışlalı, Cumhuriyet 3 Mart 1986
  4. Sanayi Kongresi 99-10 Aralık 1999
  5. Yılmaz Dikbaş, “Vatanı Satanlar”, sf. 27
  6. Dünya Ekonomik Formu-Davos
  7. Metin Aydoğan, “Bitmeyen Oyun”, KİT Sistemlerinin İktisadi Değerlendirilmesi, Nicel İrdeleme, özelleştirme Sorunları ve Politika Seçenekleri Özet Rapor” KİGEM Yay. 1997, sf. 30,
  8. Metin Aydoğan, “Bitmeyen Oyun”, sf.244
  9. Hürriyet 14 Aralık 1995
  10. Cumhuriyet 16 Ocak 1996
  11. Milliyet, 20 Kasım 2011
  12. Aydınlık, 26 Aralık 1999
  13. Kemal Yavuz’un Bildirisinde Butros Gali’nin Değerlendirilmesi-Aydınlık 10 Ekim 1998
  14. “Demokrasi Konuşmak İsteyen Yok” Tony Benn ak. Ergin Yıldızoğlu, Cumhuriyet, 1 Nisan 1999
  15. Yön, Haftalık Dergi,15 Temmuz 1965, s.172… M. Emin Değer, “Oltadaki Balık Türkiye”, Kilit Yay., sf. 433

Siz de fikrinizi söyleyin!