Deneme,  Edebiyat,  Kitaplar,  Toplum

Türkiye seninle gurur duyuyor!

Bir yazarın sözcüklere gülmece giydirmesi, onları yeni anlamlarına zorlamak için havalandırıp gökyüzüne salması ve onlar aracılığıyla insana duyarlıklar ısmarlaması her zaman etkilemiştir beni. Sırtüstü yatarak hastalığımın geçmesini beklediğim şu günlerde ruhumdaki yaralanmalardan, iyileşmelerden, kendime doğru çıktığım yolculuklardan, kimi zaman da dilime yakıştırıp bed sesimle mırıldandığım şarkılardan ötürü daha iyi farkettim bunu.

Severek okuduğum Osman Bozkurt’un “Edebiyatımızda Ruşen Hakkı”, Aydın Kaşkal’ın “Bir Kentin Çınarları”, Turan Kayıkçı’nın “Duygularımla Dokunuyorum Yaşama” adlı kitapları ve bu okumalara eşlik eden, Bülent Güldal’ın “Şehla Menekşe” ve Nilüfer Uçar’ın “Kırılgan Su” adlı şiir kitaplarının ardından adeta koynuma sokulup; “oku beni, göreceksin ağrılarına iyi gelecektir” diyen Hikmet Kurter’in “Türkiye Seninle Gurur Duyuyor” adıyla kitaplaştırdığı öykülerinin pek çoğunda yaşadım bu duyguyu.

Öyle ki bir öyküyü okuyorsunuz; tam bitti, diğer öyküye geçeyim dediğiniz anda başlıyor böyle bir macera:

Öykünün başlığı, kitabın adında olduğu gibi sıradan geliyor baştan. Örneğin, “Eski Dostlar!” Ne beklenir ki böyle bir başlıktan? Ya bir dostun kaybından duyulan acı işlenmiştir ya dostluğa vefa duygusu vardır diyorsunuz… Ya da bir anı bolluğuna yakalanmıştır yazar. İşiniz yoksa kulak verin bakalım neler yumurtlayacak, böylesine çok işlenen bir konu hakkında? Bari neyi anlattığı değil de nasıl anlattığı konusunda bizi şaşırtsa diye de geçiriyorsunuz içinizden. Öykü örgüsü kafanızda az çok bu kapsamda şekillenirken ve umma seviyeniz buna göre hazırlanırken bambaşka yere savuruyor sizi yazar. Savrulduğunuz yerden öykünün başlığına bakıp gülmeye başlıyorsunuz. “Eski Dostlar”, artık size bambaşka bir şey çağrıştırıyor. Gülümsemeniz kısılıyor, acı dolduruyor yerini. Kadim bir devlet uygulaması çıkıyor karşınıza ki isterseniz yüzleşmekten kaçının.

Öykünün başlığında sizde uyandırdığı bütün çağrışımları bir bir dağıtıyor yazar. Hiç beklemediğiniz bir gelişme:

Evlerine yapılan baskın sonucu apar topar karakola götürülen ve neye uğradıklarını bilmeyen üç muhalif insandan birinin yerine koyun kendinizi. Yiyeceğiniz küfürleri, göreceğiniz işkenceyi, zorlanacağınız itirafları, alacağınız tehditleri, içerinin kötü koşullarını düşüne durun ve talihsizliğinize yanın. Bundan sonrasını öyküden öğrenelim:

“Siyasi şube müdürü, şapkasını yavaşça başından çıkararak,

-Ooo, kimleri görüyorum ben efendim, kimleri… Hoş geldiniz, safalar getirdiniz, Eski Dostlar, Eski Dostlarım! diye selamladı üç yaşlı adamı. Dünya ne kadar küçük değil mi? Bakın, yollarımız yeniden kesişti. Eee, nasılsınız görmeyeli? İşleriniz yolunda gidiyor mu? Beni soracak olursanız başım dertte biraz. Zaten insanoğlu olsun da derdi olmasın mümkün mü? Şu dünya üzerinde yaşayan bilmem kaç milyar insanın kendine göre irili ufaklı birtakım dertleri, sıkıntıları vardır. Belki duyanınız olmuştur, yüksek lisansa başladım ben. Şimdi de tez hazırlama aşamasındayım. Tezimin konusu ‘Cumhuriyet Döneminde Siyasal Muhalefet.’ Çalışmalarım bir hayli ilerledi. Sayısız kitap, makale okudum. Ama tezimi yazmadan önce bir de bu dönemin canlı tanıklarıyla görüşeyim, onların fikirlerinden, düşüncelerinden yararlansam fena mı olur dedim kendi kendime. Siyasal muhalefet hakkında fikir alabileceğim sizden daha bilgili kimi bulabilirim ki? Bu gece nöbetçiyim. Sabaha kadar konuşur, tartışırız aramızda. Merak etmeyin, çayımız kahvemiz, ikramımız bol. Zaten bildiklerinizi söylemek sizin için de tarihi bir görev, tarihi bir sorumluluktur her şeyden önce. Konuşmamakta direnirseniz, buradan kirişi kırmanız çok zorlaşır, ona göre.”

Hikmet Kurter’in dili iyi kullandığını, hemen hemen her öyküde okura alan bıraktığını; anlamlı boşluklarla, kimi kez söylenmemişliklerle okurla bambaşka bir ilişki başlattığını söylemek mümkün. Yazar mizahı, adeta yaralara merhem sürercesine yedirmiş öykülerine. Bazen de öyle yapmış bunu ki merhem mi sürmüş, yoksa yara üstüne yara mı açmış diye kala kalıyorsunuz. Dramla mizah nasıl böyle iç içe olur diye geçiriyorsunuz içinizden.

Olaylara dayalı öykülerin kahramanlarında, hiç kimseye uzak olmayan, sıradan kimselerin özellikleri hakim gözükse de sıradanlığın içinde bir sıradışılık hakim yine de. Bunu, yazarın, karakterleri betimleme yoluyla bu şekle dönüştürdüğünü, öykülerin devamı sırasında ayrımsıyorsunuz. Öyküler kuşkusuz yaşamdaki birer an. Ama Taş Baskı Yayınları’ndan Ağustos 2021’de çıkan ve elimize ulaşan içinde 18 öykünün yer aldığı kitap aynı zamanda Türkiye’nin geçmişinden bugününe insan manzaralarıyla dolu. Ve bir ülke panoraması aynı zamanda…

Okunmayı fazlasıyla hak ediyor.

Siz de fikrinizi söyleyin!