Deneme,  Edebiyat,  Felsefe,  Siyaset,  Tartışma,  Toplum

Siyasetin Vampirleri

Siyaset gündelik hayatın kullanım dilinde daha çok olumsuzlanan bir faaliyettir. “Çok siyasetçisin” lafı kurnazlığa, “burası siyaset yapmanın yeri değil” lafı siyasetin düşük düzeyde bir çıkar alış-verişi olduğuna işaret etmek için kullanılır. Hâlbuki siyaset üzerine geniş kapsamlı düşünen kadim Yunan medeniyetinin en önemli isimlerinden biri olan Aristoteles açısından siyaset en üstün bilim dalıdır, zira Aristoteles’e göre siyaset insanların kendi hayatlarını iyileştirmek, iyi toplumu yaratmak amacıyla gerçekleştirdikleri bir faaliyettir.

”Siyaset Bilimine Giriş” böyle bir giriş yapmış. Aristoteles en üstün bilim dalı diyerek yüceltmiş. Yalnız cümlenin devamında SİYASET İNSANLARIN KENDİ HAYATLARINI İYİLEŞTİRMEK cümlesi cımbızlandığında, aklıma bizim siyasetçiler düşüveriyor. Cümlenin önünü arkasını boş verip, salt cümleye odaklanınca, bireyselleşiveriyor. Siyaseti, kendi hayatlarını iyileştirmek için kullanan güzide siyasetçilerimiz. Her doğru her yerde söylenmez cümlesinin yarattığı kaygan zeminde, artistik patinajla göz dolduran hareketler.

Kendi hayatlarını iyileştirmek için yetkiyi aldıkları halk ne yapıyor? İş dünyasının kodaman kurnazları durumu bildikleri için, hemen siyasetin parlayan yıldızları yanındaki yerlerini alıyorlar. Odaların, modaların başındakiler, halka akıl verme turnelerine çıkıyor. İrili ufaklı fabrika, küçük esnaf, eczacı, sarraf gibi, birçoğu piyasada var olmak için parlayan yıldızın yörüngesine giriyor. Ticaret yakasından paçasından siyasete bulaşmış. Bu nedenle hoş görebilirim belki, o da belki.

Ama asgari ücretle çalışan işçiyi anlayamıyorum. Bir ay çalışıyorsun, ter döküyorsun, kazandığın para canının istediğini yemene izin vermiyor. Senede 3-5 gün bile bir tatil köyüne gidip 3 yıldızlı otelde tatil yapamıyorsun. İşçisin, çoğunlukla ayaktasın ve ayak sağlığı çok önemli, ama kazancın anatomik veya ortopedik, hava alan rahat ayakkabı almana izin vermiyor. Ayağın egzama olmuş, mantar kapmış, varis olmuş, kemik çıkıntısı oluşmuş…  Ne patronun umurunda, ne de siyasetçilerin umurunda.

Para babası patronları ve aileleri, lüks otomobillere binerken, tatil köyüne tenezzül etmeyip lüks yatlarda maviliklere açılırken, işçi ay sonunu nasıl getiririm hesabında. Buna rağmen sandığa firesiz gidip, zengin dostu fakir düşmanı siyasetçilere oy veren de işçi. Neden? Bizim siyasetçiler özümsemiş ya kendi hayatlarını iyileştirmeyi. Halkın nabzını iyi öğrenmiş.

Bir kesimin nabzı Vatan, Millet, Sakarya diye atıyor. Bir kesimin nabzı ezan, namaz diye atıyor. Vatan, millet, Sakarya’cılara “Sen vatanın var olmasındaki mihenk taşısın. Vatan sana minnettar” diyerek sırtını sıvazlıyor. Aziz vatan elbette var olsun, olsun da halkı sağ ve sağlıklı olmazsa vatan nasıl sağ olacak? Bunu sorgulamıyor. Diğer kesimi fazla sıvazlamaya gerek yok zaten, Allah senden razı olsun dendi mi bitti gitti. Bir de ortak söylem var tabi. Ekmek yediğim yer arabeski. Gerçekten en rahat yiyebildiği ekmek oldu sonunda. Böyle diye diye kazancını kuşa çevirttirip, kuru ekmeğe mahkum oldu.

Nasıl iyi pazarlamacı olunur? 16-17 yıl önce, ismi buydu veya buna benzer bir kitap okumuştum. Bir hikaye vardı. Bir kişinin köpeği doğum yapıyor. Yavruların sahiplendirilmesi gerekli. Köpeğin sahibi komşularına vermeyi düşünüyor, çünkü yavrular annelerinden uzaklaşmamış olacak. Bir akşam dört yavruyu, dört ayrı komşuya 1 geceliğine emanet ediyor. Yarın mutlaka alacağım, lütfen iyi bakın diye de tembihliyor. Ertesi gün tek tek dolaşıyor. Komşuların hiç birisi yavruları vermiyor. Çünkü yavrular ile bir gece geçirmelerini sağladı. Minik bir yavruya bakmanın nasıl bir his olduğunu yaşattı. İnsanları ikna etmenin, deneyimsel muazzam bir yolu.

İnsan; tadını bilmediği hiçbir şeyi istemez, özlem duymaz. Avrupa’daki halkın yaşantısını hiç tatmadığı için Somali’ye bakıp şükredişi bundandır. İşçilere aileleri ile birlikte, bir kez 3 yıldızlı otelde tatil yaptırılsa, açık büfeden kahvaltı yapıp, kumsalda şezlonga uzanıp güneşlense gözü açılır. Bırakın ondan sonra. Ne sarı sendika başkanları kalır ortalıkta, ne de siyasetin vampiri olan sermaye sahipleri.

Vampir nasıl olunuyordu? Çocukluğumun korkusu Drakula filmlerinde görmüştüm. Vampirin ısırıp kanını emdiği kişi vampir oluyordu. Kapitalist düzende ısırıla ısırıla ısırılacak yeri kalmayan işçi sınıfı, sen niye vampir olmayı başaramadın?

Siz de fikrinizi söyleyin!