30 Eylül 2019… Benim ve insanlık için sıradan bir gündü… O gün AK Parti Grup Başkanvekili Mehmet Muş, “Yargı Strateji Belgesi’nin ilk paketini Meclis Başkanlığı’na sunuyoruz” dedi… TSK, Irak’ın kuzeyinde 7 PKK’lı teröristin öldürüldüğünü duyurdu… MGK, Cumhurbaşkanı Erdoğan Başkanlığı’nda toplandı… ‘Damat Bakan’ Berat Albayrak, Yeni Ekonomi Programı’nı açıkladı… Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank, “Deprem ve sismografi alanındaki projeleri TÜBİTAK aracılığıyla destekliyoruz” dedi… ABD, Katar’daki hava harekât merkezini kapattı… Milli lazer silahı ARMOL, göreve hazırım, dedi… Devlet Tiyatroları, yarın perdelerimizi açıyoruz, dedi… Abant, tatilcilerin gözde mekânı seçildi: 9 ayda toplam 662 bin 142 kişiyi ağırladı… Ben de yoğun bir iş gününün ardından akşam yemekten sonra, âdetim olduğu üzere, bilgisayarımın başına geçmiş Facebook’u karıştırıyordum. Facebook’un balta girmemiş (!) çalılıklarında dolanırken yayıncım Alaaddin Topcu’nun bir paylaşımına denk geldim. “Ecco statum (Latince: İşte devlet)… Devletin geçmişe dönük sansür, geleceğe dönük karartma politikası işliyor. İlahi Adalet’in Komünizm olması bile suçlu muamelesi görebiliyor. Nazım’ın demesi: Hala! Yoksa ben komünist miyim?” Alaaddin Topçu’nun İkinci Yeni’ye rahmet okutan Türkçe-Latince paylaşımından çıkan sonuç: Kitabım İlahi Adalet Komünizm’e dava açılmış olmasıydı. Daha ortada net bir şey de yoktu ama yine de bir anda gerildim nedense. Kısa bir Aladdin Bey’e geçmiş olsun seremonisinden sonra Facebook hesabımdan kitabım İlahi Adalet Komünizm’in kapağını paylaşıp altına da, “Maalesef İlahi Adalet Komünizm’e de dava açıldı. Ne demişler: Zulümle abad olanın ahiri berbat olur. Sonları yakın…” yazdım. Aradan bir–iki gün geçti geçmedi, derste Alaaddin Bey aradı. Sınıftan çıktım, “Efendim Alaaddin Bey…” dedim. “Osman Bey, avukatım sizinle görüşecek,” dedi telefonu tanımadığım birine uzattı. Telefonu alan kişi önce kendini tanıttı: Avukat Hüsniye Şimşek’miş. TC kimlik numaramı, adresimi istedi. Gürültüsüz bir yere geçip verdim. Ankara Cumhuriyet Savcısı Hafize Demir Hamurcu’ya ifade vermeye gidiyorlarmış davet üzerine. İş çıkışı akşam Facebook’ta tekrar yazıştık Alaaddin Bey’le. İstanbul’da yaşayan Suriye uyruklu biri CİMER’e şikâyet etmiş kitabı, dedi. İfade tutanağını istedim. Tanıdık sitelerde haber yaptıralım, kamuoyu oluşsun, dedim. Tutanak bende yok avukatımda falan dedi. Biraz gönülsüz gibiydi sanki verme konusunda. Neyse benim ısrarımla gönderdi ifade tutanağını birkaç gün gecikmeyle… (“‘İlahi Adalet Komünizm’ kitabına dava açıldı”, Demokrat Haber, 9 Ekim 2019) “Ben yukarıda belirttiğim adreste ikamet ederim. Kurgu Kültür Merkezi Yayınları, Kurgu-1 Gıda Basın Yayın Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi’ne ait olup şirketin müdürü ve yetkilisi benim. Soruşturmaya konu İlahi Adalet Komünizm adlı kitabın yayınlandığı Ağustos 2012 tarihinde de şirketin ve yayınevinin yetkilisi bendim. Osman Akyol tarafından yazılmış olan söz konusu kitap bizim yayınevimiz tarafından basılmıştır. Kitabı basımından önce okumuştum, ancak aradan 7 yıl gibi bir süre geçtiği için içeriğini ayrıntılı olarak hatırlamıyorum, sadece kitabın bilimsel ve akademik bir kitap olduğunu hatırlıyorum. Kitabın yazarı olan Osman Akyol’un kimlik bilgilerini avukatım tarafından verilen dilekçe içeriğinde bulacaksınız. Kitabın yazarı ve eser sahibi belli olduğundan benim cezai sorumluluğum bulunmamaktadır.” diyor 2 Ekim 2019 tarihli ifadesinde Alaaddin Topcu savcıya. Avukatı Hüsniye Şimşek de şunları ekliyor Alaaddin Bey’in söylediklerinin üzerine: “Müvekkilim yayınevi sahibi olup yayınlama özgürlüğü kapsamında yayın yapmıştır. Yayınlarında hiçbir inancın ve siyasi düşüncenin propagandasını yapmayacağı gibi hiçbir inanca veya düşünceye hakaret kastı da bulunmamaktadır. Müvekkilim hakkında takipsizlik kararı verilmesini talep ediyoruz.” Benim de kanaatim o yöndeydi: Takipsizlik. Aradan geçti bir zaman, bir hafta sonu, eşimle kahvaltı yapıyoruz salonda, kapı çalındı. Eşim açtı kapıyı. Şehremini Polis Merkezi’nden tanıdık bir sivil polis. “21 Ekim’de Fatih İlçe Emniyet Müdürlüğü’ne ifadeye çağırıyorlar hocam seni,” dedi. Biliyorduk gerçi ama eşim ile yine de sorduk, konu neymiş, diye. “Bir kitap mevzusu varmış sanırım hocamın,” dedi. Bu olaydan dolayı sanki biraz da mesafe almış gibiydi bize. 21 Ekim günü sabah erkenden kalktık eşimle. Bir gün önceden de okuldan izin almıştım. Sözde kahvaltı yaptık. İkimizde de iştah yok. Masadakileri didikleyip bıraktık. Tutuklanma ihtimaline karşı akşamdan bir bavul hazırlamıştı eşim, kızımdan gizleyerek. İçine iç çamaşırı, diş fırçası, okuyacağım kitapları falan koymuştu. Banka kartımın şifresini falan verdim ben de eşime her ihtimale karşı. Kapıyı çekip çıktık evden. Birkaç adım sonra dönüp bir kez daha baktım eve, komşulara. İçimde buruk bir hüzün Haseki Durağı’ndan bindik tramvaya. Gülhane Durağı’nda indik. Fatih İlçe Emniyet Müdürlüğü, Cağaloğlu’nda Valiliğin bitişiğindeydi o zamanlar. Turnikelerden geçip geldiğimizi haber verdik görevlilere. Sırada kimse yokmuş, bekletmeden aldılar ifadeye. Eşim kapıda bekliyor beni heyecanla, tutuklanmama kesin gözüyle bakıyoruz, ağır suçlamalar var. Özalp’ın Mahmudiye Mahallesi; Aydın Erdem Sokak, 34 Numara’da oturan Döndü Hassan isimli bir kadın, 30 Temmuz 2019 tarihinde CİMER’e şikâyet etmiş beni: “Osman Akyol adlı yazarın ‘İlahi Adalet Komünizm’ adlı kitabında Kuran’ı Kerim’e, Tanrı’ya, Hz. Muhammed’e ve diğer peygamberlere hakaret ediliyor. Kitabın yazarı ve kitabıyla ilgili gereğinin yapılmasını arz ederim.” diyerekten. Anlamlandıramadığım, gereksiz bir gerginlik vardı ifademi alan polis memuru Faik Çelik’in üzerinde o gün… İfademi kendi kafasına göre yazmak istiyordu, itiraz edince de alttan alta tehdit etmeye başladı beni. Ondaki gerginlik bir anda bana da geçti. Üzerine küçük de bir tartışma geçti aramızda. Nasılsa tutuklanacağım diye hiç alttan almadım ben de. Hattaküçük çaplı bir arıza çıksa hiç de fena olmaz diye geçiriyorum içimden. “İlahi Adalet Komünizm kitabımı 2011 yılında yazdım. Kitabımda Kuranı Kerim’e, Tanrı’ya, Hz. Muhammed’e ve diğer peygamberlere hakaret ettiğim iddiası doğru değildir. İslam özelinde ‘din’ kavramını Hz. Muhammed özelinde ‘peygamberlik’ makamını eleştirdiğim ve bu tür dini konularda ‘ilahi adalet’ adında yeni bir felsefi görüş üzerinde çalıştığım doğrudur. Tanrı inancım olmasına rağmen İslam’daki ‘Tanrı’ kavramını kitabımda eleştirdim. Bu konularla ilgili düşüncelerimi açıklarken eleştiri sınırları dışına çıktığımı düşünmüyorum. CİMER’E şikâyetçi olan kardeşimizin hakkımda ileri sürdüğü iddialar kendi kişisel düşünceleridir. Arzu edenler kitabımı okuyarak söylediklerimin doğruluğunu test edebilirler.” Neyse korktuğumuz olmadı, tutuklanmadık. Tutuklanmadık tutuklanmamasına da cezayı peşin peşin toplum kesiyor gibiydi ya da ben öyle hissediyordum psikolojik bir baskıyla. Sevinçle ayrıldık Emniyet’ten eşimle. Takipsizlik kararı verileceğine de kesin gözüyle bakıyorduk. Aklı başında birilerinin böyle hassas bir konunun kaşınmasına, köpürtülmesine izin vermeyeceklerini düşünüyorduk. Gerçi bizim için fark eden bir şey yoktu. Önümüze yeni bir mücadele alanı açılırdı. Bir yere varamasak da buradan yürürdük bir miktar, onlarsa gerilerdi. 2019-2020 eğitim-öğretim yılının henüz başındaydık… Performans ödevleri, zümre toplantıları, proje ödevleri, seminer çalışmaları, sosyal kulüpler… Bitmek tükenmek bilmez evrak işleri falan derken kısa zamanda eski yoğun günlerimize, eski neşemize geri döndük. Bu konu da kısa zamanda unutuldu gitti.Ocak ayının başlarıydı… Yine bir hafta sonu eşimle salonda kahvaltı yaparken yine kapımız çalındı. Bu sefer gelen bir postacıydı. “Şurayı imzalayın…” İstediği yeri imzalayıp uzattığı kâğıdı aldım. En üstte mahkeme celp kâğıdı, dörde katlanıp zımbalanmış yedi sayfalık bir iddianame uzattı. Ankara Cumhuriyet Savcısı Hafize Demir Hamurcu’dan geliyor. Hafize abla, “Yukarıda açık kimlik bilgileri yazılı şüpheli Osman AKYOL tarafından yazılan ve Kurgu Kültür Merkezi tarafından yayınlanan “İlahi Adalet Komünizm” adlı kitap içeriğinde İslam dinini, Hz. Muhammed’i ve Kuran’ı ve İstanbul’da yaşayan yoksul halkı alenen aşağılayan ifadelere yer verildiği…” diyerek ufaktan başlıyor, kitaptan alıntılar yapıyor, esiyor gürlüyor ve yedi sayfanın finalinde beni ve suç ortağım Alaaddin Topcu’yu “halkın bir kesimini sosyal sınıf, din, mezhep, cinsiyet ve bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılamak”la ve “halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılamak”la suçlayarak, 1 yıl 5 aydan 2 yıl 9 aya kadar hapis istemiyle cezalandırılmamızı talep ediyordu Ankara 2. Asliye Ceza Mahkemesi Başkanlığı’ndan. İlk duruşmam da 14 Ocak 2020 saat 9.30’da, talimatla, İstanbul 7. Asliye Ceza Mahkemesi Duruşma Salonu’ndaydı. Okulun da en civcivli günleri o günler, ikinci yazılıların olduğu… Çalışırken günler çabuk geçiyor. İki hafta bir solukta geçti. 14 Ocak sabahı erkenden kalktık yine eşimle. Tıraş olmadım bu sefer çünkü sakallıydım, damatlıktan kalma lacilerimi bulduk bazanın altından giydim, kravatımı taktım. Kahvaltı yaptık birlikte. İlk kez hâkim karşısına çıkmıyordum, ama yine de heyecanlıydım… Bu dava başkaydı… Siyasi suçluydum… Bavul hazırladık önceki gibi akşamdan. Duruşma bitiminde tutuklanma ihtimali var hâlâ. Duruşma saatinden bir buçuk saat önce bir elimizde celp kâğıdı, diğer elimizde bavul çıktık evden. Malum İstanbul trafiği, şakaya gelmez… Hava da kapalı, yağdı yağacak… Haseki Durağı’ndan 46T’ye bindik. Şansımıza trafik yoktu, yollar açıktı, duruşmaya bir saat kala Çağlayan Adliyesi C kapısının önündeydik. Kapıda müthiş bir sıra var. Sırası gelen ceket, kemer, cüzdan, metal para ne varsa çıkartıp koyuyor sepete, x-ray cihazından geçiyor. Arama noktasını geçtikten sonra girişteki görevliye 7. Asliye Ceza Mahkemesi’nin yerini sorduk. “D Blok 1. kata çıkın, orda sorun” dedi. Ağır ağır çıktık merdivenleri, nasılsa daha 50 dakikamız vardı. Kapısında ‘İstanbul 7. Asliye Ceza Mahkemesi Duruşma Salonu’ yazan salonun önüne geldik, boş koltuklara oturup celp kâğıdında yazan duruşma saatini beklemeye başladık. Ardından derin bir sessizlik çöktü aramıza… Bizim aksimize yeni gelenler başlıyorlar sohbete. Bu arada gelir gelmez mahkeme kalemine kayıt yaptırmak gerekiyormuş, celp kâğıdında yazan saat geçerli değilmiş, herkese o saati veriyorlarmış; yanımızdakiler konuşurlarken uyandık. Hemen arka taraftaki Kalem’e koştuk, geç de olsa kayıt yaptırdık. İlk başta gelmemize rağmen en son sıraya düştük. Yapacak bir şey yoktu, döndük gerçek sıramızı beklemeye başladık mahkeme salonunun kapısında. Oturduğumuz koltukları da kapmıştık. Saat ona gelirken mesai başladı. Mübaşir kısa aralıklarla mahkeme salonundan kafasını uzatıp tarafların isimlerini çağırıyor yüksek sesle, tekrar giriyor salona. Kimi duruşmalar boş geçiyor, taraflar duruşmaya gelmemiş oluyor.Saat on bir buçuk civarı mübaşir salonun kapısından başını uzatıp benim ismimi anons etti. “Sanık Osman Akyol…” Mübaşirin ardından girdik salona. Eşim izleyici sırasına oturdu. Mübaşir beni sanık kürsüsüne doğru yönlendirdi. Hâkim kürsüsünde orta yaşı geçkin kır saçlı bir hâkim var. Bana bakmadan konuşuyor. “Belirli gün ve saatte 1. celse açıldı… Sanık Osman Akyol geldi… Açık yargılamaya başlandı…” Hâkim Ahmet Vedat Güneş’in her konuşmasından sonra kâtip Hülya Tiltay’ın eli önündeki klavyeye gidiyor, tıkır tıkır bir şeyler yazıyor. Hâkimin, “Sanıktan soruldu…” demesiyle sandalyemin arkalığına tutunup ayağa kalktım, ellerimi sanık kürsüsüne dayadım. “Değerli mahkeme heyeti, 2019/271 Talimat dosya numaralı davanın iki numaralı şüphelisi olarak öncelikle şunu belirtmek isterim ki: Davaya konu İlahi Adalet Komünizm adındaki kitabımı 2011’de, bu ülkenin aydınlık geleceğine olan sonsuz inancımın bir tezahürü olan heyecan ve hulusi kalple yazmıştım. Hakkımda açılan dava, geçen zaman içinde demokrasi, hukuk ve insan hakları standardımızın geldiği seviyeyi göstermesi açısından manidardır. Sadece kendi adıma değil ülkem adına da çok üzgünüm. Bir yazar olarak yerim sanık kürsüsü değil bir tartışma platformu kürsüsü olmalıydı. Öyle bir platformda karşımda olması gerekenler bir kenarda oturmuş sinsice ceplerini doldurup göbeklerini şişirirken biz yazarlar ve yargı mensupları karşı karşıya gelmiş kıyasiye birbirimizi boğazlıyoruz. Bu yönüyle açılan dava işgüzarlığın da ötesinde anlamlara sahip. Davaya konu kitabımı başta Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere Hulki Cevizoğlu, Soner Yalçın, Yaşar Nuri Öztürk, Adnan Oktar, Edip Yüksel, Ali İhsan Karahasaoğlu gibi ülkemizin önemli devlet adamları ve düşünürlerine; keza başta Diyanet olmak üzere ileri gelen İslami çevrelere ait gazete, dergi ve yayınevlerine gönderdim. İslam dergisinden gelen, “Hazreti Mevlana der ki: ‘Lafa bakarım laf mı diye, adama bakarım adam mı diye?’ Osman Akyol musun Karayol musun ne menem sapık isen bil ki, senin yazdığın iftira dolu iğrenç yazını burada yayımlamayı uygun bulmadım. Allahu Teala sana ve yolunda gittiğin Ali Rıza Demircan’a ve diğerlerine de hidayet etsin. Ey cahil! Bil ki, Peygamberimiz, Hz. Aişe ile 9 yaşında değil 17 yaşında iken evlenmiştir” cevabı dışında da herhangi bir değerlendirme ya da dönüş alabilmiş değilim. İslam dergisine huzurlarınızda teşekkür ediyorum. Sayın Savcı Hafize Demir Hamurcu’nun hakkımda hazırladığı iddianameye gelecek olursam: İddianame pek çok açıdan tutarsız ve yanıltıcı; bu haliyle daha baştan Ankara 2. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından sayın savcıya iade edilmesi gerekirdi. Birbirini tekrarlayan hatalar silsilesinden ibaret gibi duran iddianamenin tutarsızlığına ve yanıltıcılığına birkaç örnek vermekle yetineceğim:Yedi sayfalık iddianame, suç unsuru taşıyıp taşımadığına bakılmaksızın, sadece kitabın sayfalarını alıntılamaktan ibaret kalmış. Örneğin iddianamenin bir yerinde “kitabın 101 ila 115. sayfaları arasında Tanrı’nın varlığının kanıtlarına yer veriliyor” deniliyor. Allah’ınızı severseniz Tanrı’nın varlığını kanıtlamaya çalışmak ne zamandan beri suç kapsamına alındı?Sayın savcı, “Tanrı, emekçilerle beraberdir; onların her ihtiyacını gözetir. Akşamları relaks olup rahatlamaları için uyuşturucu bile verir. Evet, yanlış duymadınız uyuşturucu! Stresli ve yorucu bir iş günün ardından vücutta bir rahatlama hissedersiniz. Bu vücudun salgıladığı mutluluk hormonu endorfinin bir sonucudur. Endorfin, laboratuar ortamında üretilemeyen ve yan etkisi olmayan bir tür doğal uyuşturucudur: Yan masadan Tanrı’nın ikramı, buyurun, çekinmeden kullanın!” örneğinde olduğu gibi üzerinde çalıştığım kendi görüşüm olan “ilahi adalet”e ait düşünce ve yorumları da suç kapsamına almış. Bir konuda fikrimizi beyan edince otomatik olarak dışımızda kalanları aşağılamış mı oluyoruz? Böyle bir mantık olabilir mi? Eğer bu mantık doğruysa, eleştirdiğim İslam da beni aşağılamış olmuyor mu? Sayın savcı suçlamalarında adil değil: Kitabımdaki, “Arapça kelime anlamı ‘teslim olmak’ olan İslam’da bir tür mafya geleneği hâkimdir: Bir kere Müslüman oldun mu, bir daha çıkamazsın, cesedin çıkar(!)” lafını bağlamından koparıp cımbızlamış ama hemen peşinden gelen ve cımbızladığı yargıma kanıt teşkil eden, “Mürtedin katli vaciptir” şeklindeki İslam fıkhına ait hükmü almamış. Böylelikle “İslam’da bir tür … Sanık Sandalyesi okumayı sürdür
WordPress sitenizde gömmek için bu adresi kopyalayıp yapıştırın
Bu kodu sitenize gömmek için kopyalayıp yapıştırın