Biyografi,  Deneme,  Edebiyat,  Güncel - Aktüalite,  Şiir,  Toplum

Nazmi Tirben (1)

Hep susardım
Nazmi ağabey,
az sözle anlatmak
mümkün olsaydı seni…

Nazmi Tirben bir iş adamı mıydı? Evet! Ama o bir düşçüydü daha çok. Adil, demokratik, özgürlükçü bir dünya düşçüsü… Sanatın, toplum hayatına damgasını vurduğu bir dünya düşçüsü.. Gerektiği zaman iş adamlığını her hangi bir gürültüye meydan vermeden kentin sanatını, edebiyatını, toplumsal hayatını desteklemek için devreye sokan bir işadamı…

Küçük bir örnek: William Shakespeare’nin Hamlet’ini sahneye koydu diye Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu’nu, Genel Sanat Yönetmeni Yücel Erten’i ve tiyatro sanatçılarını bütün Kocaeli gazetelerinde aynı anda tam sayfa isimsiz ilan vererek kutlayan Nazmi Tirben’di… Bu davranışının altında basını desteklemek de vardı kuşkusuz. Bu ve benzeri tutumlarını, kentin sanatsal gelişimi için ciddi fon ayırdığını, sanatçıları desteklediğini en fazla bir ya da iki kişi bilirdi belki.

Kızı Elif ve oğlu Emre’ye derslerinde yardımcı olmakla başlayan öğretmen veli ilişkisinin inanılmaz bir derinlik kazanacağını ve giderek bunun büyük bir dostluğa dönüşebileceğini tahmin edebilir miydim? Hayır! Resim üzerine okuduğu kitapları ve yaptığı tabloları gördüğümde çok şaşırmış, ona içimden “burjuva işte” dediğim için de çok utanmıştım.

Eğer onu tanımasaydım; adil, demokratik ve özgürlükçü bir dünya istemenin ve bunun için bir şeyler yapmanın bir bilgi, bir bilinç ve bir vicdan işi olduğunu kavramakta zorlanırdım. Bir insan, önce insan olmalı diyemezdim belki de bugünkü rahatlıkla.

Çok zaman geçirdik birlikte. Çok şey paylaştık. Uzun tartışmalar böldü uykularımızı. Bir şekilde o bende tanıdı kendisini, bense kendimi onda… Bir gün bana tablolarından birini armağan etmek istediğini söyledi. Atölyesine gittik. Bu arada evinin ve fabrikasının uygun yerlerini de atölye haline getirdiğini belirtmeliyim. Birbirinden muhteşem tablolar karşısında büyülenip kalmıştım. Dedi; “Hadi seç birini!” Tercihi kendisine bırakmak istedim, kabul etmedi. İşim zordu. Dönüp durdum tablolar arasında. Nihayet karar verdim. İşte bu dedim! Yavaşça tabloyu yerinden aldı ve arkasını çevirerek bana gösterdi. Sarı bir kağıda “Hayrettin Geçkin için” yazılıydı. Bu tesadüfü ömrüm boyunca unutamam. İki tablosu var bende. Bu yazıyı o tablolara bakarak karalıyorum.

Şiire de merak saldı Nazmi Tirben. Git gel şiir konuşur olduk. Habire şiir kitapları alıyor, şiir üzerine yazılar okuyor. Karalamaları üzerinde de konuşuyoruz bu arada. Bitkin düşmeden sohbeti sonraya bırakmıyoruz. Şiir kitaplarının bazıları için önsöz yazdım. Önsöz yazmadıklarıma ise yayımlandıktan sonra tanıtım yazıları yazdım. Ama hiçbiri onun arkasından yazmak kadar zor olmadı. Tutuldum desem yeridir. Onun için onun hakkında yazdığım başka yazıları da, ona yazdığım mektupları da düşündüğümde en naçarı bu yazı.

Kocaeli Yüksek Öğrenim Derneği’nde kültür sanat ilişkilerini yürüttüğüm sırada şiir etkinliklerinden birine konuk etmiştik Nazmi Tirben’i. Açılış konuşmasını yapıp yerime oturduğumda; “Beni sözcüklerin koynuna sokan Hayrettin’dir,” diyerek başladı söze. O günkü Konuşmasının bir yerinde de; “Her yanında sanatın çiçek açtığı İzmit için yapamayacağım hiçbir şey yok,” demişti. Ressam olarak bilinmesine rağmen tam bir Şiir Adam’dı Nazmi Tirben. Yüzünü şiire daldırmıştı, çünkü şiir onun için en derin denizdi. Asi ve aksiydi. Fırçasını bulutlara daldırıp yere çalarken kaç kez seyrettim o çılgın ressamı. Dünyanın bütün önemli ressamları sanki onun kalbinden akıyordu.

Ondan bir çıkarım vardı kuşkusuz. Olmaz mı? Herkes herkesle çıkar ilişkisi içindeyken ben bunun dışında nasıl kalabilirdim! Benim ondan çıkarım onun iyi olmasıydı yalnızca, tablolarını yapmasıydı, şiirlerini yazmasıydı, yalnızlığına daha sıkı tutunmasıydı. Dostluğuydu benim için, hiçbir maddi güçle değişilmez, alınıp satılmaz olan… Dostluğu kaviydi onun. Kendinizi düşünemezdiniz onun karşısında. Büyük oğlum üniversiteyi bitirmiş, askerliğini yapıp eve dönmüştü. Olaydan birkaç gün sonra hem bize “gözünüz aydın” demek için hem de fabrikasında oğluma iş vermek üzere teklifte bulunmak için evimizdeydi. Neyse ki oğlumun başka planları varmış.

Nazmi Tirben zor adamdı aynı zamanda. İlişkileri belirleyici ve ısrarcı bir yanı vardı. Kim kafasına koymuşsa satılık bir özel okulu almaya karar vermişti… Meseleyi açar açmaz bir hayli karşı durdum. Bu işin sanıldığı gibi basit olmadığını anlatım. Kesip attı! “Ben okulu alacağım, sen de orada kafandan geçen laik, demokratik, çağdaş bilimsel eğitimi yapacaksın. Geleceğe selam söylemiş olacağız birlikte. Çok sayıda çocuğumuz olacak. Motorları maviliklere sürerken seyredeceğiz onları…” Bir şeyler araya girdi ve o proje gerçekleşmedi… Daha önceden de bir vakıf projesi vardı ki onu engelleyene kadar canım çıktı… Ailesiyle görüşmüştüm razı gelmiyorlardı zaten. Ben de doğru bulmuyordum. Bu konuda ne çektiğimi en iyi bana destek olan değerli dostum Profesör Zehra Gönül Balkır’dan başka kimse bilmez. Dost dostun sokaktaki boy aynasıdır derdi Nazmi Tirben sık sık…Ben onun daha çok yüreğini taşarken görürdüm… Ve söylerdim yüzüne…

Hayatımdaki kırılmalardan ötürü İzmit’i terk edip Didim’e göç ettiğim sırada yolda telefonuna şöyle bir mesaj bıraktım: Nazmi ağabey gittiğim yerlerde seni özleyebilir miyim? Ama sahiden de onu çok özlemiştim daha aradan üç beş saat geçmeden. Benim için arkadaşlarımın düzenlediği veda/ vefa gecesinde tek bir cümle kurmaya çalışmış, onun da devamını getiremeden gözleri dolu dolu olmuştu… ”Hayrettin beni yetim bıraktı…” Evet ona haksızlık yapmış; o, kalbi bedeninden büyük adamı yalnız bırakmıştım. Birbirimize yurttuk… Birbirimizin yaralarında iyileşirdik oysa ki.

Didim’e vardıktan bir iki saat sonra, eşyalar eve taşınırken bir arkadaş arayarak Ruşen Hakkı’nın ölüm haberini duyurdu. Aslında ulu şairin ölümünü bekliyordum, ama bunu kendime söyleyemiyordum. Eşyaları öylece bırakıp Ruşen Hakkı’yı uğurlamak üzere İzmit’e döndüm. Ruşen Hakkı’nın çalıştığı gazeteye doğru ilerliyordum ki telefonum çaldı: “Hayrettin, ben seni gazetenin önünde bekliyorum.” Onun sesiydi. Nazmi Tirben’in. O acı içinde şaka yapıp gelemedim ağabey dedim. “Beni buna inandıramayacağını biliyorsun, hadi çık gel kucaklaşalım, çok özledim, belki ikimizin de acısı hafifler,” dedi. Sesi dalgalı gökyüzüydü sanki. Bir gün önce ayrılmamıza rağmen ikimizde de oluşan tanımsız özlemi ve büyük ustanın ölümünden duyduğumuz acıyı kucaklaşarak gidermeye çalıştık. Buğulu gözlerle öylece kaldık bir süre. Birbirimizin sırdaşı, yoldaşı olduğu kadar tanığıydık da aslında. Nasılsın sorusunu; evden ve kentten kaçacak kadar büyüdüm, daha ne olsun diye yanıtladığımı unutmuyorum.

Didim’e yerleştikten sonra düzenli haberleştik. Sağlık sıkıntıları yaşıyordu. O sürede iki kez de ameliyat geçirdi. Ameliyat öncesi; “hastaneden çıkar çıkmaz yanındayım” diye bildirdi ve ikisinde de dediğini yaptı o çılgın adam. Birinci gelişinde “yalnızlığın kıymetini bil” diyerek Ali Poyrazoğlu’nun Yalnızlık Egzersizleri adlı kitabını getirip armağan etmişti. İkinci gelişinde ise, bütün karşı çıkmalarıma rağmen sponsoru olduğu ve kapak resmi kendisine ait olan Yol Ağrıları adlı kitabımı… Dosyamın kitaplaşmış halini ilk kez o zaman gördüm.

Sağlığı ilerleyen zaman içinde daha da bozuldu… Son üç beş seneyi kötü geçirdi. İlk zamanlar evdeki bakıcı telefona çıkıp iletişim kurmamızı sağlıyordu. Kızı Elif üstünden de iyi dileklerimi iletim üç beş kez. Gözden ırak olan asla gözden ırak değildi. Yüreğimdeydi çünkü Nazmi ağabey. Hasta halinde bir kez de evinde ziyaret edebildim ancak kendisini. Şimdi duysa inanmayacak ama cenazesine gidemedim. Bunda bir sürü engelin yanında sağlık engelim de etken. Ruşen Hakkı’nın kızı Nilgün Sezeralp’ın “Nazmi ağabeyi kaybettik,” sözlerinin ardından adeta kilitlenip kaldım bir süre. Işıklarda uyu Nazmi ağabey demekten başka hiçbir şey yapamadım. Oysa onun için çok şeyi göze alacağımı düşünmüştüm hep.

İzmit’ten ayrılıp Didim’e giderken “seni özleyebilir miyim” Nazmi ağabey şeklindeki bir mesajı istesem de göndereceğim bir telefonu yok artık onun. Şiir götür gittiğin yerlere Nazmi ağabey, deli aşklarını, yüreğinin renkleriyle yaptığın tabloları….

Hayrettin Geçkin

Siz de fikrinizi söyleyin!