Deneme,  Güncel - Aktüalite,  Siyaset,  Tartışma,  Toplum

KÜRT SORUNU mu, yoksa BÖLGE SORUNU mu?

Etrafınızdaki herkesin ekonomik durumu iyiyken sizin durumunuz iyi değilse, bu durum sizin ekonomik sorun yaşıyor olmanıza yol açar. Sorun bir gurup aile de aynı şekilde yaşanıyorsa küçük bir gurubun, bir il de yaşanıyorsa o ilin, toplumun %90’ında yaşanıyorsa artık toplumun sorunudur.

Sizin için sorun yaratan şey, başkaları tarafından yaşanmıyorsa ve onlar böyle bir sorun olmadığını düşünüyorlarsa bu sizin yaşadığınız sorunla ilgili gerçeği değiştirmez.

Bir maddeye bakıp içerisindeki atom çekirdeğini göremezsiniz, elektronların hareketini hissedemezsiniz. Oysa gerçek olan onların varlığıdır.

Bir sorundan bahsederken öncelikle sorunun ne olduğunu doğru  anlamalıyız. Bu anlama işini sorunu yaşayan kişileri anlayarak yapmaya çalıştığımız zaman başarılı olma şansımız daha yüksek.

Gelelim sürekli konuştuğumuz, anlamaya çalıştığımız, tanım ve kavramlar üzerinden kabul yada ret yönünde tepkiler koyarak kimi zaman kavga ettiğimiz soruna;

Adı; Kürt sorunu mu? Güneydoğu ve Doğu Anadolu sorunu mu?

Bu sorunun ne olduğunu tartışmadan önce 1984 yılında o bölgelerde sürekli satış faaliyetleri için seyahat etmiş, bütün gelişmeleri yıllarca takip etmeye çalışmış ve yüzlerce kişi ile sohbetler etmiş birisi olarak elbette ki gözlemlerimi de ekleyeceğimi beyan etmek isterim.

Ayrıca; Annesi Kürt, babası Türkmen (Alevi) kökenli olup, bütün akrabalarının Kürtçe konuştuğu bir kültürün içerisinde yetiştiğimi ancak tek kelime Kürtçe öğrenmeyi istemediğimi belirterek devam etmeliyim. Hiç kimse tarafından da asimile edilmiş değilim.

Bu arada Kürt olmayan ancak yarısında Lazlık bulunan (Sünni kökenli) eşimle 36 yıldır evliyim. 2 çocuğumuz var. %25 Kürt, %25 Türk, %25 Alevi, %25 Sünni ya da şu kadar % Laz diye bir tanımlama yapmak hiç aklımıza gelmedi ve bu konuları hiçbir zaman önemli bulmadık, İnsan olmaya çabaladık.

Ben ülkenin kolejlerinde, en iyi liselerinde ve Üniversitesinde eğitim aldım. Asteğmen olarak askerlik yaptım, en büyük holdinglerinde de yönetici olarak çalıştım. Yukarıda bahsettiğim kökler meselesini asla saklamadan yoluma devam ettim. Hiçbir zaman bu kökler karşıma sorun olarak çıkmadı. Engellenmedim, atılmadım, eziyet görmedim. Benim için sorun teşkil etmediği gerekçesi ile o bölgelerde yaşayan insanların da sorunu yoktur diye büyük bir yanlışa elbette ki düşmeyeceğim.

Her şeyin 1980 askeri darbesi ile başladığı, Diyarbakır cezaevinden geçen tutuklu ve hükümlülerin içlerinde barınan kin ve nefrete ait isyan potansiyelinin Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrencisi Abdullah Öcalan liderliğinde örgüte dönüştüğünü hepimiz biliyoruz. Terör örgütlerinin uyguladığı korku taktiklerinin yoğunlaştığı bir dönemde 3-5 eşkıya tanımı ile Devlet müdahalesinin geciktirildiği, aksine münferit ve çok sert vakaların yaşatıldığı ve bu nedenlerle örgütün büyüdüğü, büyüdükçe var olma ihtiyacı duyan yeni insanların katıldığı da bilinen gerçeklerdir. İşlerin ticarete dökülmesi ile yıllık 10-15 milyar dolar gelir elde eden bu örgüt Türkiye ekonomisine de biriktikçe altından kalkamayacağı zararlar verdiği için birçok dış güç dediğimiz ülkeler içinde elverişli hale geldi.

Çok uzun yıllar, İktidarlar açısından en sıkıntılı dönemde gündem değiştirdiği için, bölgedeki tüccarı korku nedeni ile diğer illerden gelemeyen rakiplerinden arındırdığı, daha çok kazandırdığı için, Silahlı kuvvetlere alınmasını istediği halde alamadığı silahları aldırdığı için ses çıkarılmayan ya da güçlü mücadeleye maruz bırakılmayan bu terör örgütü işi uluslararası kullanışlı taşeron örgüt haline de dökünce bizim için içinden çıkılamaz, çözülemez bir problem haline geldi.

Aslında Tarım ve Hayvancılık konusunda üretimin büyük bölümünü gerçekleştiren bu bölgedeki insanlara terörün saldığı korkular ile nüfus hareketlerine sebep olan, bu sektörlere büyük darbeler vuran, yapılmak istenen büyük yatırımların da önünde engel olarak durmakla bölge halkının insanlarının daha da fakirleşmesine, eğitimsiz kalmasına sebep olan bu örgüt, nasıl olduysa sorunlarımız çok ağır diyen Kürt halkının büyük bir bölümü tarafından kurtarıcı olarak görülmeye başladı. PKK’yı bizim dışımızda herkes kullandı yaklaşımı ile onları siyasi bir mücadelenin silahlı örgütü olarak aklamaya ve destek vermeye çalışan büyük guruplar oluşmaya başladı. Bu gurupların sözcülüğüne soyunan siyasi aktörler de söylemlerini TBMM çatısı altında dillendirmeye başladılar.

Kısacası dostlar, temeli yanlış olan her şey bizlere mantıklıymış gibi sunulmaya başladı.

Anadolu coğrafyasının dağlık, ormanlık ve zor iklim koşulları ile en zorlu coğrafyasında yaşayan bu insanlar için bizim ulaştığımız şeylere ulaşmak çok daha zor. Yatırımcılar açısından üretim fabrikaları kurmak hiç rantabl değil. İnanılmaz lojistik maliyetlerin yanı sıra yüksek güvenlik riskleri her şeye engel. Öğretmen, doktor ve bunun gibi birçok personelin hizmet vermesi için bulunması da artık problem. Zaten gelmelerini engelleyecek eylemler oldukça sık yapıldı ve çok insanımızı kaybettik.

Bütün bu yaşananlara ek olarak Cumhuriyet döneminde kurulan ve sosyal devlet olma çabası ile ülkenin her yerine eşit dağıtılmasına özen gösterilen bütün Kamu iktisadi teşebbüsleri de kapatınca işsizlik tavan yaptı. (Sümerbank, Tekel, Şeker fabrikaları ve sayamadığım nicesini zaten fazlasıyla biliyorsunuz…)

Yapılan her yanlış, bir yandan nüfus hareketlerini arttırırken, diğer yandan çaresiz kalan bölge halkını yalnızlaştırdı ve kendisine sahip çıkacağını vaat edenlerin kucağına bırakıldı. Elbette ki bireyler olarak bizler böyle bir durumun yaşanmasını arzu etmeyiz. Birey olarak çözümlerimiz de etkisiz kalacaktır, gücümüz yetmeyecektir.

İç içe geçmiş birçok yanlışa ek olarak, bölgesel koşulların yarattığı ağır sorunları iyi incelemek gerek. Bu sorunlara  ana dil sorunu ve anadilde eğitim talebi gibi yeni şeyler eklenerek, sorun “Bölge sorunu” olmaktan çıkarılıp, “Kürt sorunu” tanımına evirilmiştir. Uzun yıllar feodal yapıyı kolay seçmen iradesi olarak kullanan siyasiler, halkın geneli yerine aşiret reislerinin taleplerini karşılamayı taahhüt etmiş ve ezilen bireylerin çoğalmasına hizmet etmiştir. Bu iç içe geçmiş kabulleniş, bireylerin çaresizlik içerisindeki biat kültürü de sorunun büyümesine tanıklık etmiştir. Gerek yönetimlerin, gerekse de bireylerin karşılıklı hataları sadece bu bölgede yaşayan vatandaşları fazlasıyla etkilediği için , sorunu tanımlamak ve ayırmak adına karşımıza “Kürt sorunu” olarak çıkmıştır.

Aslında bu evirilme de yeni bir tuzağın başlangıcıdır. Ortaya konulan talebin Millet olmanın unsurlarından sayılan “Dil birliği” ilkesine darbe vuracağı ve coğrafik sınırların değiştirilmesi talebine kadar gideceğini herkes bilmektedir. Ya da çok güçlü korkuları, şüpheleri ihtiva etmektedir.

Yıllarca, aslında bölge kaynaklarının çok zengin olduğu, bulunan petrol kuyularının kapatıldığı, maden bulan mühendislerin ölü bulunduğu gibi halk hikayeleri uydurulmuş ve bu hikayeler ile yaşayan halk için “aslında ayrılırsak daha zengin oluruz” algısının alt yapısı döşenmiştir. Esasında olmayan bu gerçek dışı hikaye konuları bilinç altlarına çoktan işlenmiştir. Sahip olacakları devlet kimliği ile alacakları pasaportların da itibarlı ve değerli olacağı yönünde propagandalar yapılarak zihinlerde yer edinilmiştir.

Bütün bu algı çalışmalarına karşın istenilen sonucu elde edememelerine 4 şey engel olmuştur;

1- PKK’nın çıkış sebeplerini ve yaptıklarını bilen büyük halk kesiminin hala yaşıyor olması,

2- Ülkenin her tarafına yayılmış, ikamet eden çalışan insanların geri dönmek istemeyişi,

3- Yüzlerce yıldır kurulan yeni aileler, evlilikler ve akrabalıklara dayalı karmaşık köken problemleri,

4- Sınırın diğer tarafında yaşayan Kürtlerle aralarındaki büyük kültürel farkları çok iyi görüyor olmaları.

Tabi ki İstanbul’u, İzmir’i, Antalya ya da Bodrumu görmek isteyenler için vize uygulaması gibi yaşanacak diğer ayrıntılı problemler de tartışılıyor olsa gerek.

Bütün algı çalışmalarına rağmen direnen ve kabul etmeyen oldukça büyük bir gurup olduğunu görmemiz gerekiyor. Bu görüş nedeni ile bütün Kürt kökenli vatandaşlarımıza yapıştırılmak istenen “PKK li yaftası” tutmamıştır. Özellikle HDP seçmeni olarak davranan Kürt kökenli vatandaşlarımız için Türkiye Partisi olma yönündeki söylem de boşuna söylenmiş değildi. Bu söylemin nasıl bir engelle karşılaştığını da sonuçları bakımından çok iyi irdelemek gerekiyor.

İçerisine kökeninden dolayı 2-3 sorunun eklendiği bu büyük sorunu BÖLGE SORUNU olarak ele alıp, harekete geçmeliyiz artık. “Yanılıyorsunuz Kürt sorunudur” diyenlere de itiraz edip, tanımlamaların kavgaları üzerinden, yaşanmakta olan sorunu bölünmeye götürecek çizgilere çekmeden çözmeliyiz. Varsın öyle düşünsünler. Kürt sorunu yoktur söylemi sadece ayrılığı ve düşmanlığı derinleştirmektedir. Var olan bir sorun için her iki tanım da akıllara soruna ilişkin nedenleri getirmeye yeterli olmaktadır. Başlık kısmında kalarak makaleyi okumadan geçenin sayısı çoğaldıkça meselenin derinliği de, çözüm önerileri ve ciddiyeti de kaybolmaktadır.

Sorun İnsanca yaşama hakkını ilgilendiren her şeyin toplamıdır. Özgürlükten, adalete, ekonomiden eğitime ve oradan huzura, yatırımlara ulaşan isteklerin toplamıdır aslında. Elbette ki bizler de aynı sorunlarla yüz yüzeyiz. Ancak bizim için bu sorunların yarattığı etki derecesi ile o bölgelerde aynı sorunları yaşayan insanlarımızın etkilenme dereceleri arasında oldukça büyük bir fark var.

Sorunu başkalaştırıp, çizilen yolda üretilen hikayeler ile hızlandırmaya çalışan, ülkede Kürt sorunu vardır diyen herkese, bölünme tuzağının nasıl bir hüsran yaratacağını, düşündükleri yaşam hayallerinin neden olamayacağını anlatabilmeliyiz.

Sakin, dikkatli, hoş görülü davranarak sabırla çözebileceğimiz, aslında basit konularla karşı karşıya olduğumuzu sorun sahipleri de bilmelidir.

İşin sırrı, iktidar koltuklarında kalma uğruna bu sorunları erteleyecek, görmezden gelecek, inkar edecek, sorunlardan rant devşirme işine soyunacak basiretsiz insanların seçilmemesinden geçiyor. Ve bunu yapacak olanlar, doğru vekilleri seçecek olanlar da bizleriz ..

Devletin refleksleri artık bizim reflekslerimiz ile özdeş hale gelmelidir. Devlet milletinden ayrı bir üst akıl olarak tepeden bakmamayı öğrenmelidir. Ayrımsız bir duruş sergileyerek her vatandaşını aynı samimiyetle kucaklamayı başarmalıdır.

Yaşadığımız dönemde sorunun adının çok önemi kalmamıştır. Önemli olan sorunun varlığını kabul etmek, orada yaşayan insanların yerine kendimizi koyabilmek ve çözmek için çaba göstermektir.

Sevginizi, hoşgörünüzü asla eksik etmeyin.

 

 

Siz de fikrinizi söyleyin!