Deneme,  Edebiyat,  Kitaplar,  Şiir,  Toplum

Kilitli Kapılar ve Bulutların Prensi Baudelaire

Hayata geçirmekte yeterince başarılı olamasam da okuyacaklarım arasına, ne yapıp edip eskiden okuduğum kitapların veya yazıların bir kısmını yeniden sıkıştırmayı istedim hep. Türkçe yazılmış yapıtlar için bir bahanem yoktu ve bir ölçüde başardım bunu. Ama dünya edebiyatı için aynı şeyi söyleyemem. Albert Camus’un Yabancı’sı, Dostoyevski’nin tüm romanları, Şolohov’un Ve Durgun Akardı Don’u, Marcel Proust’un Kayıp Zamanın İzinde’si, Franz Kafka’nın Dava’sı, Exupery’in Küçük Prens’i, Arthur Rimbaud’un şiirleri, Edgar Allan Poe’un öyküleri, Tolstoy’un Savaş ve Barışı’ı, Baudelaire’in Kötülük Çiçekleri ve saydığım bu yapıtlar üzerine yazılan kimi yazıları bir kez daha okumak isterdim örneğin. Kuşkusuz önceden okuduğum halde yeniden okumak istediğim kitaplar ve o kitaplarla ilgili yazılar bunlarla da sınırlı değil. Cervantes’in Don Kişot’unu üç beş yılda bir okuduğum gibi söz konusu kitapların ve yazıların da en az birkaçını bir kez olsun okuyabilseydim keşke.

Ne yalan söyleyeyim; eksikliğim için iki gerekçeye sığındığım: Birincisi edebiyat dünyasında birbirinden güzel öyle yapıtlarla karşılaştım ki geri dönüp de okuduğum kitapları veya o kitaplar hakkında yazılan yazıları okuyacak zaman bulmakta çoğunlukla sıkıntı yaşadım. İkincisi ise çevirilerin farklılığı. Çünkü kimi yapıtlar çeviri farkından ötürü yeterince dil tadı vermiyor insana. Galiba bu yüzden kendi içimde bir korku bile geliştirdim. Yeniden okumak istediğim kitap veya yazıların kötü bir çevirisiyle karşılaşma korkusu… Farklı dillerdeki yapıtları kendi dillerinde okumak var aslında. Ama bu konuda da benim yeterliliğim yok ne yazık ki.

Rilke Şiiri üzerine yazılmış, bir kitap geçmişti elime üç beş yıl önce. Aynı şiiri farklı kişilerin çevirdiği karşılaştırmalı örnekler vardı içerisinde. Aynı şiiri farklı kişiler çevirdiğinde her şiir nasıl da farklı şiire dönüşmüştü. Bazı çevirilerde şiir bulmak bile zordu doğrusunu söylemek gerekirse. Üzülmüştüm. Çeviriyi yapan kişiler her çevirdiği şiir için kendilerinden birer şiir eksiltmişlerdi belli ki. Ama kim bilir Rilke’in yazdığı şiirler nasıl şiirlerdir düşünmeden edemedim. Ortalıkta kalmış gibi hissettim kendimi. Rilke ile dildeş olmanın düşünü kurmadım değil.

Şiiri ve kişisel yaşamları hakkında neler yazılmıştır diye merak ettiğim pek çok yazar ve şair arasında Baudelaire de vardı örneğin. Olmaz mı? Ama sağlam bir çeviriye ihtiyaç duyuyor insan. Edebiyat zevki yaşatacak, dil tadı verecek bir çeviriye hem de. Yeniden okunduğunda pişman etmeyecek…

Bütün bu endişelerimi altüst edecek bir şey oldu:

Dilek Değerli’den iki kitap çıktı karşıma. Evet bu iki kitap: Anne Sexton’un Kilitli Kapılar’ı ve Bulutlar Prensi Baudelaire. Yalan yok korka korka çevirdim sayfalarını iki kitabın da. Anne Sexton’un şiirlerinden birkaçını daha önce bir yerlerden okumuş ama sevmemiştim yanılmıyorsam. Çeviri farkından olmalı ki bu kez bayıldım Sexton’un şiirlerine. Diyeceğim araya başka kitap almadan ve kendimi de pek fazla sıkıştırmadan okudum her ikisini de. Çeviri bir sanatmış dedim kendi kendime. Gülümsedim dünyaya karşı.

“O mağaranın duvarları / her çeşit mavidendi ve / sen dedin ki ‘bak gözlerin / deniz rengi. Bak! Gözlerin / gök rengi.’ Ve gözlerim / kapandı sanki / birdenbire utanmış gibi.“ (Anne Sexton, Çeviri: Dilek Değerli, Sayfa:37)

Kim mi Anne Sexton:

“Düşündüklerini, hissettiklerini ve o zamana kadar tabu sayılan konuları doğallıkla yazan, düş gücünün sınırları olmayan, o keskin parlak deniz gözleriyle tüm evrenin derisini soyup içine giren olağanüstü bir kadın, kendi deyimiyle ‘deli büyücü kadın’dır Anne Sexton.” “Babasının mezarına girip yanına uzanan, bedeninin bir parçasını şeytanın ağzına fırlatan …” kadın… İlginç bir yaşam öyküsü var Anne Sexton’un . Feminist şiirin ilk öncülerinden biri olduğunu da öğrendim ya böylece. Şairin hazin sonu beni çok etkiledi ama. Çok ama çok: “Güzel ölüm dediğini Anne her gece aldığı uyku haplarıyla gerçekleştirdi, kendini Uyuyan Güzel yapan haplarla…”

Kilitli Kapılar, Anne Sexton’un kitaplarında yer alan şiirlerden yapılan bir seçme.

“Kilitli Kapılar”ı bize açansa Dilek Değerli. Dilek Değerli hem bir şair hem bir ressam hem de çevirmen. Çevirmen deyince de hakkını veren bu işin. Çevirideki başarısında şairliğinin yanı sıra ressamlığının da önemli bir payı olduğunu düşünmeye başladım açıkçası. Şiir çevirileri için, “bir şiiri ancak bir şair çevirebilir” yaygın görüşü vardı bende de. Yanılgımı fark ettim: Şiir çevirisi için şair olmak da yetmiyormuş demek ki!

İşte size Kilitli Kapılar’dan bir şiir: İyi yazılmış Türkçe şiir gibi. Şiiri okuyunca, büyük olasılıkla Shakespeare’i çeviren Can Yücel’in, çeviren yerine “Türkçe söyleyen” ifadesini kullanması gelecek aklınıza. Şiirin girişinde Horold Fedman’ın Psikanaliz ve Psikoanalatik Dergisi’nin Güz 1958 sayısı kaynak gösterilerek şöyle bir öykücüğe de yer verilmiş: “Eski Arabistan’da genç kızlar sıklıkla, canlı canlı babalarının yanına gömülürlerdi, görünüşe göre kabilelerinin tanrıçalarına adak olarak…” Şiirin adı da ilginç ve bu gözünüzden kaçmayacak: “Derisinin Yosunu!” Şiir şöyle:

“Önemli olan yalnızca / gülümsemek ve kımıltısızca durmaktı,/onun yanına uzanmak /ve dinlenmekti bir süre,/ birlikte katlanmış bir ipek gibi,/annenin gözlerinde batmak / ve konuşmamak./ Kara oda aldı bizi / bir mağara ya da bir ağız gibi / ya da kapalı bir karın gibi. / Soluğumu tuttum / ve baba oradaydı,/ başparmakları, iri kafatası, / dişleri, bir tarla ya da şal gibi / büyüyen saçları./ Derisinin yosunun yanına uzandım / yabancılaşana dek. Kız kardeşlerim / hiçbir zaman bilmeyecekler / kendimden geçtiğimi ve / yaşlı, taş bir ağaca sarılır gibi / babama nasıl sarıldığımı / Allah’ın görmeyeceğine inandığımı.” (Anne Sexton, Çeviri: Dilek Değerli, Sayfa:16-17)

Bulutlar Prensi Baudelaire’den söz etmez miyim hiç!

Baudelaire’in yaşam öyküsü ve onun çeşitli konuları içeren görüşlerinden oluşuyor. Dilek Değerli hazırlamış kitabı. Kötülük Çiçekleri ve diğer kitaplarından bazı şiirlerine de yer verilmiş üstelik. Şiir çevirilerinden biri Vasfi Mahir Kocatürk’e, biri Cahit Sıtkı Tarancı’ya diğer birkaçı da Ahmet Necdet’e ait. Çok temiz çeviriler. Su gibi her biri.

“BAUDELAİRE

Şiirde kösnü, kirpiklerin arasında, sırların üstünde / Şiir -ceset / İşte kimsesiz toprak / İşte toprakta elif

Gömleğin hammaddesi ateşten.” (Adinos, Çeviri: Metin Fındıkçı, Sayfa:9)

“Saygıya değer üç varlık vardır: rahip, savaşçı ve şair. Bilmek, öldürmek ve yaratmak. Öteki insanlar yontulabilir ve işe koşulabilir insanlardır. Ahır için, yani meslek dediğimiz şeyleri yapmak için yaratılmışlardır.” Baudelaire’in bu ifadesi çok uzun yıllar önce Kötülük Çiçekleri adlı onun ölümsüz yapıtını inceleyen bir yazıda mı karşıma çıkmıştı, yoksa Paris Sıkıntısı adlı kitabı ile ilgili bir incelemede mi bilmiyorum. Kim yazmıştı? Ve her seferinde nasıl oldu da büyülü bir şey aradım bu ifadede?

Neler neler anımsamadım ki Bulutlar Prensi Baudelaire’i okurken:

Onun travmalı çocukluğunu, sorunlu gençliğini, aşık olduğu Jeanne Duval adlı kadının kederli aşk şiirlerine esin kaynağı olduğunu, Kötülük Çiçekleri’nde yer alan Balkon ve Bir Hayalet ve bunun gibi birçok şiirini yazarken doğrudan Jeanne Duval’dan etkilendiğini, çağdaş Fransız ressamlarından Eguene Delacroix ve Gustave Courbet hakkında yazdığı farklı özellikteki eleştirileriyle ün kazandığını, yapıtlarını İngilizceden Fransızcaya çevirdiği Edgar Allan Poe’i eşsiz deha diye nitelendirip kendisine yakın bulduğunu, 1848’de devrimcilerin yanında yer aldığını ve sokak savaşlarına katıldığını, genel ahlaka aykırı bulunduğu için Kötülük Çiçekleri’ne savcılıkça el konduğunu, Gustave Courbet ve Victor Hugo gibi sanat insanlarının onun şiirleri için övgü dolu yazılar yazdıklarını, frengiye yakalandığını, çevirinin bir sanat olduğunu savunanların başında geldiğini, 1821’de başlayan yaşamının 1867’de son bulduğunu, kitaplarını, kitapları hakkında yazılan yazıları, şiirlerinin sembolist hareketinin müjdecisi olduğunu. Daha pek çok şeyi. Doğaldır ki şiirinin ayırt edici özelliklerini de bu arada…

Baudelaire’e ait “Hayal gücü yeteneklerin kraliçesidir” sözünü, şiirle ilgili yıllar yıllar önce bir köşeye iliştirdiğim notlarımı karıştırırken onların arasında görünce pek sevindim doğrusu. Kitapta yer alan ve altını kalın çizgilerle çizdiğim “Doğa ve doğal olan Baudelaire için güzel değildir” ifadesi üzerinde yeniden yeniden düşündüm bu arada. Bu ifadenin doğanın gerçek ve tanrısal olduğuna , doğal ve tanrısal olanı da yıkıp yerine sanatsal güzelliği koymaya dayandırıldığını anlamakta zorlandım mı açıkçası bilmiyorum.

Şu paragrafın da altını çizdim özellikle: “Yıkmak ve yaratmak, ölmek ve öldürmek, ezmek ve ezilmek, sevmek ve tiksinmek… Tüm bu kavramlar Baudelaire’de bir arada yaşarlar”. Sartre’in dediği gibi; “Baudelaire, kendisinin uçurum olduğunu hisseden adamdır.”

Baudelaire’in kadınlar, güzellik, acı, yalnızlık, intihar, tanrı, şeytan, kalabalık, kumar ve sanat üzerine düşünceleri de güzel bir anlatımla ele alınıyor Bulutlar Prensi Baudelaire’de. Ve daha bir çok ayrıntı…

Arthur Rimbaud; “Görülmeyeni gören gerçek bir bilici, ozanlar kralı, gerçek bir tanrı” diye söz eder Baudelaire’den. Kuşku yok ki modernizm Baudelaire’le başlar; onunla, mevcut düzene ve geleneğe başkaldırı olarak anlaşılır” diyense A.Hauser’dir.

“Acı, Baudelaire’i yaşatan bir kaynak, bir hazine gibi değerli bir duygudur…” Ya da “bilinçliliğin duygusal yanıdır.” Bütün bu özellikleri onun, Ahmet Necdet’in çevirisindeki Kendine Gaddar şiirinde görmek mümkün:

“Hem bıçağım hem de yara! /Hem yanağım hem de tokat! /Hem kurbanım hem de cellat, /Ezen ve ezilen çarkta!

Kalbimin vampiriyim ben, / Büyük yalnızlardan biri, / Sonsuz gülmeye hükümlü, Artık gülümsemeyen” (Baudelaire, Çeviri Ahmet Necdet, Sayfa:70)

Anne Sexton’un Kilitli Kapılar’ı ve Bulutlar Prensi Baudelaire sizde de büyük bir karşılık bulacak. Adeta duyarlıklarınız yeniden harekete geçecek. Öyle sanıyorum.

(Kilitli Kapılar, Anne Sexton, Çeviri Dilek Değerli, Şiir, Çekirdek Sanat Yayınları, 80 Sayfa
Bulutlar Prensi Baudelaire,Dilek Değerli, Çekirdek Sanat Yayınları, İnceleme, 116 Sayfa)

Hayrettin Geçkin

Siz de fikrinizi söyleyin!