Din,  Toplum

“İnsan Anlamadığının Düşmanıdır.”

Bir insanın derisini yüzmeye hangi kul karar verebilir? Bir insanı öldürmeyi hak gören ayetler ne kadar savunulabilir? Çelişen ayetlerden kimler kullanıyor? Yazı konum Hallacı Mansur ve yazıma sorularımla başlamak istedim.

Çokça umudu olmalıydı, şafağı güneşini göstermedi. İnsanı anlamıştı evrendeki işleyişle. Aydınlık yüzünden akıyor, karanlık insanlar o ışıktan korkuyordu. Karanlığı da kabul ediyordu, fakat farklı şekillerde yalnız ortaya çıkabileceğini düşünüyordu. Tanrı’nın aydınlık bir düzeni işaret ettiğine inanarak, insanları doğrulara ve güzelliklere yönlendirmeye çalışıyordu.

Yönetimin adil olması gerektiğini savunurken, zaman çok kötüye vurdu. Birileri çok huzursuzlandı. Yasalar insanların zincirleriydi, yasaları insanlar hazırlamıştı ve yasalar sorgulanmalıydı kendince. O çağının çok ilerisinde yer alıyordu.

Yaşadığını zannetmiyordu, öldüreleceğini bilir gibi tavırlarıyla; ben ancak ölürsem yaşarım dedi. Nitekim katliyle hala acısını onu hiç görmeyen insanlar yaşatıyor. Sözlerini paylaşıyor, sözleri ile türküler söylüyor ve onun yolunda onun gibi yürümeyi bu çağda çok az kişi başarıyor.

Daha “Enel Hak” demeden hızlı davranmıştı kötü insanlar. Biliyorlardı ki o konuşmaya devam etse, onu yargılayacak bir suçu olmayacaktı.

Sanat, haklı sözler ve fikirler korkutuyordu kötü insanları.

Onu çarmıha gerip derisini yüzdükten sonra ilk kolundaki yara çürümeye başlamış, artık çürümeye devam eden bir et yığını haline dönüştüğünün bilincindeydi. Hüzünlüydü fakat korkmuyordu.

O artık çağının çok ilerisindeki adam kötü insanların sadistlikleri ile çürümeye yüz tutan bir vücut olmuştu.

Vücudunu hareket ettirmek istiyor ama başarılı olamıyordu. Bu durumdayken bile; acı çektiğine dair hiçbir tepki göstermedi! Kudreti hala küçük insanları şaşkına çeviriyordu. O haliyle bile, insanlığından hiçbir şey yitirmemişti!

O güzel bir ışıltı bıraktı ve hala yaşıyor; savunduğu doğruların bulunduğu cümleleriyle…

Günah benim kime ne dedi, fermanını kul verdi… Tanrı’nın yaşamasına sebep olduğu her canlıyı, Tanrı’nın bir değeri olarak buluyordu. (Canlılara kıyanlar için tanımı acaba neydi?) O halde Kuran’daki öldürme ayetlerini sorgulamadan kabul etmiyordu.

Yürek (gönül) gözüyle gördüm efendimi
Sordum: “Kimsin sen?” Dedi: “Sen”.
Ama senin için “nerede”’nin yeri yoktur
Senin bağlı olduğun bir yer yoktur.

Akıl seni, zaman içinde belirli bir varoluşun içine yerleştiremiyor,
İşte bu yüzden bilemiyor senin nerede olduğunu
Sen tek varlıksın tüm “burada”’ları kuşatan;
Neredeye yanıt olacak hiçbir yerde bulunmayan noktaya kadar.

Hallac-ı Mansur-Tavasin

Yazımı sizlere hoşuma giden bir alıntıyı ileterek tamamlıyorum.

“Hallac-ı Mansur’u dar ağacına götürülürken, kız kardeşine de vedalaşması için gelmesini söylediler. O da geldi. Fakat başörtüsüz gelmişti. Muhafızlar ona bağırıp, “Başörtün nerde, erkeklerin arasına nasıl böyle çıkıyorsun?” dediler. O da “Ben burada Mansur’dan başka erkek göremiyorum.” dedi.

Dr.Ali Şeriati der ki:
“Zulmeden bir dindardan daha kötüsü, ‘zalim bizden’ diye susan dindardır.”
…….

Bin yıldır İslam dünyasında değişen, gelişen bir şey yok!.. Bilim yok, teknoloji yok, buluş yok!.. Kadın hakları, çocuk hakları, insan hakları yok!..
Varsa yoksa şekilcilik. Bir dinin felsefeden kopuk, bilimsel gerçeklere sırt çevirmiş ve yalnızca şekilcilikle izah ediliyor olması, o din için ne büyük talihsizliktir.İbn-i Rüşd ile kitaplarını yakıp kendisini camide linç etmek isteyenler arasında da şu konuşma geçmişti:Halk: -Sen dinimizle savaşıyorsun. İbn-i Rüşd: -Hayır, ben cahilliğinizle savaşıyorum….. İran’da kadınlar direniyor. Yobazın olmadığı her yer cennettir.”

 

Bugün demokrasiden, halkın kendisini yönetmesinden, eşit şartlarda yaşamaktan korkutuyorlar insanları ve maalesef insan gibi yaşamaktan korkanlar da hayli çok. İnsan anlamadığının düşmanıdır demiş ya Hallacı… Umarım yobazın olmadığı yerde Hallacı huzurla uyuyordur, anısına saygıyla…

Not: Bu yazıyı Sayın Ezbey’in Yontairus adlı yazısına ithafen kaleme aldım. Yontairus’u beğeneceğinizi bilerek yeniden gündeme getirdim.

Yontairus

2016’nın Eylül’ü, kaçı olduğunun önemi var mı? Yok mu?

“Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz. “bu konsantre deyim, aklımca konsolidasyona muhtaç ve mealen kulağıma/gönlüme şunu fısıldıyor; “dilinde, dininde, ırkında, hulasa seçemediğin nitelik ve niceliklerinde, kendine bir kimlik arıyorsan zaten yoksundur, kimliğin yaptığın İŞ’tir üstüne adını yaz, yanında dikil.”

Günah-sevap dar aralığında, ÖZgüven gelişmez, gelişemez, ayrıca ihtiyaç da yoktur ki.

Öz’ünün vekaletini verirsin talibine (ki çok çok, çeşit çeşit ve renk renk talipleri vardır), o/nlar da sana kontr garanti vaadler sunar/lar. Konu kapanır. Bu etkileşimde ÖZ güvene ihtiyaç var mı? Nerede var? Hulasa ÖZ-güvenin kaynağı, verdiğiniz vekaletin teminat senedidir. ÖZün kaynağı ilk el (güdük ve/veya basit manada değil, ilk-el yani orijinal) inançta (ki inanç, gerçekte din metodolojilerinden bağımsız değildir, yani dİN ÖZ’ü tutsak almıştır) karşılığını hemen ve alternatifsiz olarak bulur.

Hatturi Hanzo’nun şu sözünü hatırlayın; 1 ay uğraşarak yaptığı kılıcı sahibine verirken şöyle demişti;

“Al bu kılıcı düşmanlarını kes, bu yolda karşına tanrı çıkacak, bu kılıçla onu da kes.”

Hatturi Hanzo

Bu noktada kadraja varoluşçu hesaplaşma girer ki, ebedden gele gelip, ezele şahlanarak gide gitmektedir. ÖZ, kök ve tekdir. (ÖZ’e Töz de derler aynı şeydir, neden bir şekil, ilave boyut veya müstakil anlam katmaya çalışırlar bir türlü anlamam, esasen bu hal kavram burjivazisinden öte değildir). ÖZ, bizatihi varlığını var edene değil, biçimlendirene borçludur.

Hulasa, heykeltıraşın yanında, keskinin esamesi okunmaz. Tekzipe muhtaç mana; heykeltraşın ÖZ, keskinin ise TANRI olduğudur.

Hiç romantik değil , değil mi? Dualite belası (determinizm), evrenin görünen yüzü ve dahi algılarımızın (zavallı insani mantığımız) yegane kelepçesi. Bu zavallı mantığın kendi kendini by-pass yapabilme kabiliyeti yoktur ve hatta düşüncesi bile güdüktür/yoktur. O yüzden tek’lik gözümüze gözümüze durur, ama ki uyanamayız: Biz bir’iz ve tanrıyız , “özgüven” geliştirerek kime ve niye, caka satacağız? Yoksa yalın net ve tek olan ÖZ’ümüzü terapiye (din) mi mahkum edeceğiz?

Birtakım “meczuplar” (Freud, Kant, From, Russel…) tasalluta uğramış psikolojilerden sosyoloji yaratma yolunda, reel ama ki asla mutlak olmayan, metodolojiler üretmiş olmakla övünmediler bile. Sadece peşlerinden yaşayagelen “biz”ler hezeyanlarını dışa vurmuş (içinde tutamamış) bu insanlara plaketler/övgüler/payeler biçtik…

Elbette çabaları takdire şayan ama, nereye vardılar? Ne buldular? Deklare ettikleri asla buldukları değildi; bulduklarını kendilerine sakladılar! Az da olsa eminim ki, felsefeyi biçimlemeye soyunan Nietzsche dahi, bir kadına olan aşkından ölürken, attığı feyk’in zafer tebessümlerini içine göme gidiyordu. Hulasa, Öz’ümüz güvene müstahaktır ama unutmayalım ki ÖZ -hadi yakışıklı olsun TÖZ- cismin mahvına muhtaç. Öz’ün en değersiz hali, bedenlenmiş halidir. Geçtiğimiz yüzyıl entropi dediler buna , “biz” zaten biliyorduk, adını koysak ne olur koymasak ne olur?..

Hulasa; heykel de sensin, heykeltıraş da, murç da çekiç de……

Hallaç’a ithafen…

https://www.gundemarsivi.com/neden-yem-canli/
https://twitter.com/KemalistIlkay/status/1094052897950744577
https://www.gundemarsivi.com/anlamak-anlatmak-anlasmak/?amp=1

Gündem Arşivi kurucusuyum, sitede editörlük dahilinde; yayın yönetmenliğini de ben yapıyorum.

2 Yorum

  • HayatiSarnık

    Tanrı beni yarattı, ben de tanrıyı.. H. B. Veli…….Alimle sohbet zümrüdü candır. Cahille sohbet can acıtır. Genco. (Bektaşi dedesi)….. Biz gelene, Kadın mı, er mi diye nazar eylemeyiz. İnsan dır bizim özümüz… Bektaşi deyişi.

    • Ilkay

      Özümüze bir uzansak hayattaki yolculuğumuz çok güzelleşecek ama maalesef binlerce yıl önceki insanların arzularını bugünlerde çok acı çekiyoruz… Yüreğinize sağlık canım abim hürmetlerimle…

Siz de fikrinizi söyleyin!