Güncel - Aktüalite,  Tartışma,  Toplum

Geçmiş Olsun Türkiye


25.01.2020


17 Ağustos 1999 Marmara Depreminde, İstanbul Topkapı Kaleiçi’ndeki evimde yakalanmıştım herkes gibi birdenbire!
Uyuyordum. Depremin şiddetiyle uyanmışım, farkına varmadan çünkü şoktaydım.
Salı günü sabaha karşı 03:02’de gerçekleşen Kocaeli/Gölcük merkezli deprem 45 saniye sürerek dehşet saçtı Marmara’ya. Richter ölçeğine göre 7,5 MW büyüklüğünde gerçekleşti, büyük çapta mal ve binlerce can kaybına neden oldu.
Her zamankinden farklı uyandırıldım. Beni uyandıran insan ya da saat alarmı değil, depremin tâ kendisiydi. İşe gitmek için değil, zelzelenin ne kadar büyük zararlar yarattığını görmek içindi uyandırılışım.
Aslında zelzelenin suçu yok, doğal bir afettir ve tekrar tekrar olacak bir durum. Esas suçlu insan beynidir, önümüze sunduğu çürük ve çarpık manzaranın tâ kendisi.
O şiddeti ve dehşeti bilirim. Her oluşunda yüreğimden bir şeyler kopar, yaşarım aynısını, tıpa tıp, dehşet içinde.
Geçmiş olsun Elazığ, geçmiş olsun Doğu, geçmiş olsun Güneydoğu, GEÇMİŞ OLSUN TÜRKİYE.


Doksan dokuz depremiyle ilgili iki önemli anekdot olduğunu düşünüyorum.

Bir dehşet, ⚡iki ÖTV. Aşağıda anlatmaya çalışacağım;
Sarsıntıda cama çıkmışım, dirseklerimi dayamışım pencerenin alt kısmına. Fatih kanatlarımın altında diyecek nitelikte yükseklikteydi binamız. Dairemiz en üst kattaydı.
45 saniyenin 35 saniyesini pencerede sallanarak geçirmişim.
Çatılardaki kiremitler en hareketli dans topluluğu gibi zangır zungur titreyerek, şakır şakur öterek birbirine çarpıyorlardı.
Hanım kollarımdan tuttuğu gibi içeri çekti beni. “Görmüyor musun, deprem oluyor” dedi.
Ben hâlâ şoktaydım. Rüya mıydı yoksa gerçek mi anlayamadım. Elektrikler kesilmiş. Karanlıkta attık kendimizi koridora. El yordamıyla indik merdivenleri ve nihayetinde dışarı çıktık ama kim ölmüş kim kalmış bilmiyorduk. Sonraları korkunç bilançoyu öğrenecektik!
Mahalle sakinleri çoluk çocuk, genç yaşlı, kadın erkek, sağlıklı hasta herkes can havliyle dışarıya atmıştı kendini. Kimi donlu, kimi pijamalıydı. Sonradan cesaretle – evlere girip getirdikleri – elbiseler, battaniyelerle durum iyileştirildi.
Şebeke çökmüş, (dönemin) telefonlar(ı) -iş görmediği için- birer takozdan başka şey değildi. Ağustos ayında olduğumuz için, Elazığ’da şimdi olduğu gibi eksi üç çetinliği ile mücadele söz konusu değildi.
Evlere girilmemesi yönünde uyarılar geliyordu. Herkes dışarıdaydı. Trafik sadece ana-baba değil, aynı zamanda dede – nine günü olmuştu, çünkü uzaktan felaket haberleri geliyordu. Başta Gölcük ve Yalova’ya olmak üzere civar yerleşim alanlarında yakınları olanlar koşturuyordu.
‘Yıkık kentli kadınlar’ adlı bir kitap okudum. Orada deprem sonrası felaketlerin ömür boyu onarılamayacağını anladım.


Yaşlı bir adam almıştım arabama depremden yıllar sonra. Trafik polisliğinden emekli olmuş depremzedelerden biriydi. Arabada (bana) dedi ki, “Sen sen ol! Asla kimsenin ahını alma. Ben aldım, şimdi belasını çekiyorum.”
Emekli olmuş, rüşvetlerle elde ettiği servetle lüks bir hayat yaşıyordu. Mutlu bir ailesi varmış. Deprem gelip bunları uykuda yakalamış. Ne servet kalmış, ne çoluk, ne de çocuk.
Otellerde kalıyordu. Tek gelir kaynağı emekli maaşıydı. Yaşı gitmiş, başı kalmıştı. Arabaya binemeyecek kadar acizdi. Pislik içinde, leş gibi kokuyordu. Ağzından salyalar akıyordu. Elbiseleri kirden iğrenç bir desen almıştı. Acıdığım için almıştım. Kısacası zavallının tekiydi.


Yukarıda iki anekdottan bahsetmiştim. Birini anlattım: Acı, büyük kayıp ve sefalet.
Diğeri de vergi:


Yöneticilere gün doğdu. Halkı ağır vergilere bağlamak yeterince zulümdü zaten, üstüne üstlük deprem bahanesiyle ÖTV diye bir kalem çıkarmışlardı. Özel Tüketim Vergisi. Her şey özeldi artık; bebek maması, fakir oğlanın kazağı, yoksul oduncunun gömleği, babasız kızın başlığı, Hrant’ın delikli ayakkabısı… Aklınıza ne gelirse! Sadece Tahir Elçi’ye sıkılan kurşundan ÖTV alınmıyordu, o da devlet kurşunu olduğu içindi.
Sözde iki sene alınacaktı. Yirmi seneyi geçti. Tam hız almaya devam ediyorlar. Sözde depremzedelere harcanacaktı.
Nerede?
Utanmadan halkın yardım etmesini istiyorlar.
Gene; hanımlar, beyler pamuk eller cebe mi, yani?
En büyük baş’la beraber, altı yüz büyük başın her biri, bir maaşını bağışlasa, bin doğrudan sadece bir tanesini yapmış olurlar. 1000 yanlıştan bir tanesini düzeltmiş olursunuz sadece!
Fena mı?


Not: Aynı tas, aynı hamam. Değişen bir şey yok.

06.02.2023 depreminde yaşamını yitirenlerin ruhu şad, yakınlarının başı sağ olsun.
Sabırlar diliyorum güne acıyla bakanlara.

Güncelleme tarihi: 18.02.2023


Vahap Taş

Dünyanın Çarkı Aksime Döner

2 Yorum

  • Dilek

    Emekli trafik polisinin depremde ailesini kaybetmiş olması onun tanrı tarafından cezalandırılmış olduğu anlamına gelseydi, bütün depremzedelerin günah işlediği ve bunun bedelini ödediği anlamına ve hem çalıp hem de mutlu mesut yaşayıp ölenlerin aslında iyi insanlar olduğu anlamına gelirdi.
    Bu tanrıdan medet uman insan bakış açımız yüzünden kanun-hukuk-yasa peşinde koşmayıp beddua ederek ömrümüzü çürütüyoruz.

    • [Hayati Sarnık]

      Dilek hn.saygılarımla. Din’i inanış:Allah insanı yaradırken alın yazısı ile gönderir miş!Dünyada yaptıklarının ahirette değerlendirilip ceza veya mükafat olarak karar verirmiş.Alın yazımızı yazan allah,plan dışına çıkamayacağımızı bilmiyormu? Deprem de zarar görenlerin hepsi mi günahkâr?Bebeler,çocuklar öldü.Dinde buluğ çağı var.Din bile vacip değil,çocuk sayılıyorlar.Günahsız çocukların günahı mı vardı?Ülkedeki tüm günahkarlar 10 şehirde miydi? Analarının karnında ölen bebe lerde var.Günah larının bedelini ödemedenmi gönderilmişler!Çürük binalar yapanlar,rüşvet ile iskan alanlar,İş bulamayan mühendislerin diplomalarını kiralayanlar,Binaları kontrol etmeyen belediye görevlileri,Yapı kanunlarını baştan savma yapan siyasiler,O siyasilere oy verenler,her olay sonrası İban numarası veren muktedirler. vs,vs,vs,….Günahkâr değil,kader planı’ın dışında kalanlar mı?Bizler;İnsan olduğumuzun farkında olmazsak daha çoook can kaybımız olur.Din’in baskın olduğu toplumlarda,Böyle felaketler olması normaldir.”Allahım bizi kurtar ” diye dua ediyorlar.Sonra da Hayır da,Şer de Allahtan diyorlar.Mantık ve Bilimin bittiği yerde Din başlar.

[Hayati Sarnık] için bir cevap yazınCevabı iptal et