Deneme,  Edebiyat,  Felsefe,  Toplum

Düş Üstü

I

Düş üstü yakaladım seni: Sincapların çoktan yatışmış öfkesinden, ırmakların sesinden, insanların neşesinden resimler yapıyordun. “Sıra; ağaçların, kuşların, böceklerin evinde” diye bağırıyordun fırçanı bulutlara daldırırken. Yağmalanma korkusu geçirmeyeli yıllar, yıllar olmuş bir kıyının sevinci ve rahatı yayılmıştı yüzüne. Ellerin derindi. Ellerin yer altı suları gibiydi. Yeni anlamlara dokunuyordu parmak uçların. Git git bitmeyen bir güzelliğe çalışırken zamanı unutmuştun.

Gidilmemiş Yerler, Kurulmamış Dünyalar, Yaşanmamış Aşklar gibi adlar vermiştin bitirdiğin tablolara.

II

Düş üstü yakaladım seni: Karıncalara şarkı mı okuyordun, şiir mi sulara, bir türlü kestiremedim; tohum gürültülerinden ne dediğin duyulmuyordu çünkü. Çiğ kalmamak için kozasını zorluyordu ipek, çiçekler renk yarıştırıyordu yanı başında. Kelebekler kendi renklerine konmaya çalışırken gökyüzü de boş durmuyor aşka boyuyordu kendini. Az ötende, yanlış görmediysem, bir böcek bir böceğe su içiriyordu kendi tasından… Dereler leylim leylimdi.

Sözcükleri okyanuslarla yıkamayı geçiriyordun aklından bütün bunlar olurken. Ve sesini dağlarla çarpıştırmayı… Yıldızlara dökülecek oluyordu yüreğin, görüyordum. Dünyanın mistik örüntüsünden soyunmasına sevindiğin nasıl da belli oluyordu. Hatta dudaklarında bir gülücük uçuklamıştı bu yüzden. “Kalkmış yönetilmenin ayıbı” dizesi belli belirsiz bir yerlerden çıkıp kulak dibine kadar ilerlerken, çölü yeşertecek bir kuyu da ayaklarına kapanacak oluyordu.

Şiirecektin nerdeyse…

III

Düş üstü yakaladım seni: Yüzünde kısık bir gülümseme. Ve üstünde acıları aşkın. Her renkten acıları… Olmak, olgunlaşmak kolay mı? Bir müzede dolaşır gibi dolaşıyordun hikâyeni emanet ettiğin sokakları.

Kimi geçmişe çarparak, kimi geleceğe. Şimdinin içinde kalmak sıkıcı geliyordu.

Dalgınlığın başını alıp gitmişti seni nerelerde, nerelerde bırakıp. Ortalıkta bir hırpani.. Eskiden olsaydı bir çiçeğin sancısını anlayamazdın. Bir böceğin rüya görebileceği hiç aklına gelmezdi örneğin. Ve bir bulutun uzun süre kendini unutabileceği gökyüzünde. Kararken, çarparken buldun kendini onlara.

İnsanın kendi toplamını bulması kolay olmuyor belli ki. Her halinden belliydi bilgeliğinin bedelini ödemeye hazır olduğun. Tipiye tutulmuş bir masalı boğulmaktan kurtarmaya çalışırken yapıyordun borcunun hesabını.

Sessizlik istiyordun ve susmasını sözcüklerin. Gözlerinden dünyaya sızan ırmağın adı ne diye sorsam duyacak gibi değildin telaşından. Bir kitaba saklıyordun kimseye açamadığın sırlarını. “Ah dünya, bir darlık ve etkisinde kaldığımız koca bir yanılgı” diye mırıldanıyordun yeni kendine doğru yol açarken. Kan ter içindeydin.

IV

Düş üstü yakaladım seni: Bir dereye bakıyordun vardığın durakta. Kesilmiş damar değil, su değildi yalnızca gördüğün. Su içinde dans eden otlar da değildi. Akıntı, hareket, yani derenin bütün hayatı. Sıtma nöbeti geçiriyordun adeta. Suyun yonttuğu taşa bir diyeceğin vardı, belli; akışın bıraktığı sessizliğe… Ama evde unutmuşsun bu kez de sözcükleri.

Bir derenin gözle görülmeyecek kaynakları var mıydı sence? Ya yeraltı damarları, kılcalları… İnsan hayatının da gizli kaynakları, birikintileri olmalı. Bunlar ya da bunlara benzer şeyler geçiyordu kafandan. Emin olmasam da büyük olasılıkla bir dereyle insan coğrafyasının ortaklığı kucaklamıştı seni. Nasıl bu kanıya vardın deme? Basit bir sezgi gücü.

Kapağı açılmamış bir kitabın huzursuzluğuyla düşünüyordun… Akrep, yelkovan, saat… Neden seni bu kadar huzursuz ve mutlu etmişti anlamaya çalışıyorum şimdi Jeanette Winterson’un; “bir harita bana hiç görmediğim ama sıkça düşünü kurduğum bir yeri bulacağımı söyleyebilir. Ancak haritayı birebir izleyerek gittiğim yer düşlerimdeki yer değildir. Haritaların gerçeklikleri artarken doğrulukları azalıyor” şeklindeki o sözleri. Sahi nereye gitmek istiyordun?

V

Düş üstü yakaladım seni: Özgürlüğünü seyrediyordun; kaynağını başkalarının yaşamını ve doğayı savunmaktan alan özgürlüğünü… Kalbin bir ırmaktan daha hızlıydı, iyi kalpli bir öyküyle birlikte geleceğe doğru akarken. Sana sorulmadan verilen adınla geri çağırsalar da duyamazdın artık.

Yaşamdaşlık, bağlatısallık gibi sözcükler düşüyordu duyarlıklarına, sana sırlarını açacak kitap sayfalarından. Demek ki her aşk gelirmiş yolda insan başına.

Bir yürekten çoğalmış gibiydik seninle fakat seni öyle oracıkta bıraktım. Yanıtını aradığım bir soru bırakmıyordu yakamı çünkü. Çocuklar düşünme derslerinden dağılmak üzereydi. Sonra çekilip gittim kendime doğru.

VI

Durup durup seninle benzerliğimize şaşırıyorum şimdi. Ne Kafdağı kalmış gezmediğin benim gibi, ne dinlemediğin tek bir Binbir Gece Masalı. Şehrazad’a demişsin ki “bana kötülerin yenileceğini söyle, karşılığında anlattığın masalları sabaha teyelleme işinde yardım edeyim sana.” Ben de böyle bir işbirliğine gitmiştim onunla. Sözcükleri aşkla ve iyilikle birleştirme çabam o zamandan kalma.

Hayrettin Geçkin

Siz de fikrinizi söyleyin!