Deneme,  Kitaplar,  Toplum

Dünyanın en mutlu insanları

Danimarka bu noktaya gökten zembille inmemiş kukusuz. Her şey bir mücadelenin sonucu. Halk, emek güçleri bir savaşım vermiş. Ülkenin yazarları, çizerleri de işin içinde. Taşın altına ellerini koymamışlar yalnızca; bedenlerini de koymuşlar. Hayatta olan yazar ve çizerler bugün bile muhtemel olumsuzluklar karşısında birer alarm gibi.

“Kırlarda güzel çiçekler bitsin,
Söğütler yünlü eldiven giysin!
Tarlakuşu çayırda, guguk kayında:
Bak bahar gelmiş şubat ayında!
Çivt-çivt! Guguk! Oh, kuş sesleri!
Gel sevgili güneş ısıt bizleri!”

Şiir, her birimizin çocukluğunu boydan boya süsleyip, renklendiren, düşlerle bezeyen, dilimizde pek çok çevirisi bulunan, 1805-1875 yılları arasında yaşamış, çeşitli dallarda ürün veren dünyaca ünlü masal yazarı Hans Christian Andersen’e ait. Kendi ülkesine duyduğu nefret ve sevgiyi bir arada işleyerek ezilen insanların sorunlarını dile getiren Andersen, proleter geçmişiyle bugün de Danimarka’da çok sevilen yazarlar arasında.

İlk Türk Vikinglerden biri olan Hüseyin Duygu’nun hazırladığı “Danimarka Edebiyatı” adlı kitapla buluşmak; bir süreliğine de olsa devlet eliyle bir anda geniş halk yığınlarından hortumlanarak, bir avuç çıkar gurubuna servet transferlerinin yapıldığı ülkede yaşamanın sıkıcılığından kurtulmak için iyi bir olanaktı benim için.

Vikinglerle aramızdaki en eski ilişki

Vikinglerin yaklaşık bin yıl önce Finlandiya ve Rusya üzerinden İstanbul’a geldiklerini, buraya büyük çiftlik anlamına gelen Miklagaard adını verdiklerini, Vikinglerle aramızdaki en eski ilişkinin buna dayandığını; Türkçeye çevrili “Küçük Deniz Kızı”, “Çirkin Ördek Yavrusu”, “Uçan Bavul” gibi masal kitaplarının yazarı Andersen’in de 1841’de İstanbul’a geldiğini ve bu geziyi “Bir Şairin Çarşısı” adlı yapıtında ayrıntılı biçimde anlattığını başka türlü nasıl öğrenebilirdim yoksa? Ama bu kadarla değil: Birçok şair ve yazarın yaşam ve yazın anlayışı, insanlık sorunları karşısındaki duruşu… vs, vs… Diyeceğim, iyi bir çalışma ortaya koymuş Hüseyin Duygu.

Bu satırları okurken derin bir acı duyuyorum birden bire: Maden arama adı altında dağlarımızın, ovalarımızın, ormanlarımızın nasıl talan edildiği geliyor aklıma. HES’ler aracılığıyla derelerimizin kurutulması, rant uğruna kıyılarımızın yağmalanması, kültür binalarının yerini AVM’lerin alması… Bir günde doların 7-8 lira değer kazanması, aynı günün akşamı ise 5-6  lira birden düşmesi, bu yolla birilerinin zenginleştirilmesi; baskı, zulüm, kadın cinayetleri, TBMM’de çocuk tacizlerinin, yolsuzlukların dahi araştırılamaması; cumhuriyetin halka çok görülmesi, hukukun ve özgürlüklerin rafa kaldırılması, cezaevlerinin birer toplama kampına dönüştürülmesi ve daha bir sürü şey… Ülkemin giderek karanlığa boğulması acı veriyor bana. Üstelik hasta ve yorgunum.

Tekrar kitabın sayfaları arasına karışmaktan başka çare yok.

 

 

“Dünya evrenselleştikçe aydınlanacak”

Bu nasıl olabiliyor diye kafanızda bir soru oluşacak olsa, yazının başka bir yerinde yanıtı hazır Hüseyin Duygu’nun: “Gittikçe demokratikleşen, toplumsallaşan ülkelerin insanları, kültürel değerlerini tanımaya çalışarak evrensel kültürlü bir dünya vatandaşı olmayı amaçlıyor. Sanatçılar, yazarlar da öyle. Evrenselleştikçe aydınlanacak dünya.”

Bu satırları okurken derin bir acı duyuyorum birden bire: Maden arama adı altında dağlarımızın, ovalarımızın, ormanlarımızın nasıl talan edildiği geliyor aklıma. HES’ler aracılığıyla derelerimizin kurutulması, rant uğruna kıyılarımızın yağmalanması, kültür binalarının yerini AVM’lerin alması… Bir günde doların 7-8 lira değer kazanması, aynı günün akşamı ise 5-6  lira birden düşmesi, bu yolla birilerinin zenginleştirilmesi; baskı, zulüm, kadın cinayetleri, TBMM’de çocuk tacizlerinin, yolsuzlukların dahi araştırılamaması; cumhuriyetin halka çok görülmesi, hukukun ve özgürlüklerin rafa kaldırılması, cezaevlerinin birer toplama kampına dönüştürülmesi ve daha bir sürü şey… Ülkemin giderek karanlığa boğulması acı veriyor bana. Üstelik hasta ve yorgunum.

Tekrar kitabın sayfaları arasına karışmaktan başka çare yok.

Her şey bir mücadelenin sonucu

Kitapta bir şey özellikle dikkatimi çekiyor. Danimarka bu noktaya gökten zembille inmemiş kukusuz. Her şey bir mücadelenin sonucu. Halk, emek güçleri bir savaşım vermiş. Ülkenin yazarları, çizerleri de işin içinde. Taşın altına ellerini koymamışlar yalnızca; bedenlerini de koymuşlar. Hayatta olan yazar ve çizerler bugün bile muhtemel olumsuzluklar karşısında birer alarm gibi. Onların şairlik ve yazarlık çizgilerinden bu kanıya varıyorsunuz. Tüm sanat alanları için de geçerli bu. Okuyanların, düşünenlerin, düş kuranların, ülkesini, doğayı ve insanlığı sevenlerin egemenliği… Aşkı, doğayı ve yaşamı savunmak, barış ve uyum içinde yaşamak insan olmanın ortak özelliği haline gelmiş belli ki.

Danimarka Edebiyatı’nın yüz yıllık gelişimi ve bu gelişimin önemli temsilcileri çok güzel özetlenmiş Hüseyin Duygu tarafından. Onları benim teker teker anlatmaya kalkmamın olanağı yok burada. Danimarkalı şair ve yazarların bir kısmının Türkiye’ye gelmiş olmaları, Türk Edebiyatı, şair ve yazarlarını tanıması sevinçli bir duygu olarak okşamıyor değil insanın duyarlıklarını. Yaklaşık 30 yıldır Danimarka ve Türk şairlerinin katılımıyla Kopenhag’da şiir gecelerinin düzenlenmesi bir sıcaklık, bir sevinç de yaratıyor insanda. Aziz Nesin, Orhan Pamuk, Ahmet Telli, Ataol Behramoğlu, Kemal Özer, Sezai Sarıoğlu’nun ve daha pek çok şair ve yazarımızın oralarda bilinmesi gurur veriyor.

Hüseyin Duygu (solda) Danimarka edebiyatının güncel temsilcilerinden Niels Hav ile.

Kitapta ilerlerken daha önce ismini duyduğum, kenarından, kıyısından okuduğum yazar adları da çıkıyor karşıma: Emekçi kökenli yazar Hans Kırk, İnger Christensen, “hiçbir kimseyle ortak öyküsü olmayan” bir yer aramak üzere önce Yunanistan’a 1970’li yılların başında da sürekli kalmak için Türkiye’ye gelen, çok iyi düzeyde Türkçe konuşan, Nâzım’ın pek çok şiirini ezbere bilen Henrik Nordbandt… Askerliği reddedince hapse atılan burjuvazinin baş belası Carl Scharnberg… Carl Scharnberg’ın hapisteyken Marx’ın Kapital’ini okuyarak sosyalist olduğunu, atom bombasının korkunçluğunu dile getiren resim sergisiyle Danimarka’ya atom bombasının yerleşmesine karşı çıkan halk hareketini başlattığını, bu ve bunun yol açtığı benzeri hareketler sonucunda Danimarka topraklarında atom bombası bulundurmanın yasaklandığı bilgisini iyi ki hafızam silmemiş.

Orda adil-eşit yaşam burda herşey zehir zıkkım

Nâzım Hikmet Ödülü de alan Erik Stinus Türkiye’de tanınan Danimarka’nın önemli şairlerinden. Yine Türkiye’de çok iyi bilinen, Hüseyin Duygu’nun hazırladığı bu kitaba önsöz de yazan ünlü şairlerden biri  de Niels Hav… Hav bir dünya vatandaşı ve vicdandan yapılmış bir şair. Onun “Kopenhag Kadınları” adlı şiir kitabını çok severek okumuşum iyi ki. Danimarka adına Erik Stinus, Niels Hav, hem Danimarka’yı hem Türkiye’yi temsilen Hüseyin Duygu; Türkiye’den Kemal Özer, Ruşen Hakkı ve benim de içinde yer aldığım  İzmit’teki Türk Daimarka Şiir Buluşması bir şerit gibi geçiyor gözümün önünden.

Adeta Danimarka Edebiyatı’na mekan oluşturan ve kitabın arkasına yerleştirilen, Hüseyin Duygu gibi bir başka Türk Viking Cevdet Kocaman’ın resimlerinden sonra neden orda öyle adalete-eşitliğe dayalı güzel bir yaşam kurulabilmiş de  bizim burada her şey zehir zıkkım diye düşünmeden edemiyorum… Hayır bu bir kıskanma değil, umutsuzluk hiç değil… Haklılık, haksızlık payı ne kadardır bilmem ama insan biraz da anlama ve bilme mecburiyetine tabi tutmalı olup biten karşısında kendisini diye düşünüyorum… Oynanan kumarı kendisinin de içinde olduğu seyircilerin kaybettiğini bizim halkımız görmeli artık diye ilerletiyorum düşüncemi. İnsanın insanlıktan düşmesine karşı ne yapılabilir diye bir arayışa giriyorum. Sanatın, edebiyatın değiştirici, dönüştürücü, devrimcileştirici, insanlaştırıcı etkisini ve insani amaçlar taşıması gerektiğini unutmuyorum ama.

“Bırakıp gidersen beni”

Şiirden Yayıcılık’tan çıkan ve 64 sayfadan oluşan bu kitabı araya zaman koyarak okuyup bitirdikten sonra, Danimarkalı yazarların pek çoğunun Türkiye’ye ya gelmiş olmaları ya Türkiye’ye ilişkin şiir yazmaları ya da ürünlerinin dilimize çevrilmiş olmalarından olsa gerek, tuhaf bir duygu da oluştu bende. Danimarka’yı görmeden ölmek istemediğim duygusu… Sırt üstü uzanıp uzun uzun ülkemi düşünüyorum… Güzel şeylere hasret ülkemi. “Düğmeleri koptu/küçük bir çiçek bahçesine/düşlerimi giydireyim derken” dizelerini yakalıyorum dudaklarımda. Kendime geliyorum.

Söylenecek, yazılacak çok şey var aslında. Yazı, Türkiye’de iyi bilinen bilinen Peter Poulsen’in şiiriyle bitsin:

“bırakıp gidersen beni deli olurum
dama çıkar kurşun sıkarım yoldan geçenlere
bırakıp gidersen beni Jimi Hendrix plağını pikaba koyar
hep aynı parçayı çalarım ölünceye kadar
bırakıp gidersen beni on kasa viski getirip kafayı çeker
evin girişinde bekler nara atarım
bırakıp gidersen beni tutar çocukluğunda oynadığın bebeği
kılım kıpırdamadan elektrik süpürgesinin kordonuyla boğarım
bırakıp gidersen beni buzluğu en soğuğa ayarlayıp içine girer
uzanır uyku bastırsın diye beklerim
bırakıp gidersen beni rehberde adı olan herkese telefon eder
her seferinde deli gibi gülmeye başlarım
bırakıp gidersen beni bütün giysilerini dolaptan alır
odanın ortasında ateşe veririm
bırakp gidersen beni şişedeki yoğun nişadır eriğini bir dikişte içer bitiririm
bırakıp gidersen beni aynanın önüne geçer
usturayla suratımı paramparça ederim
bırakıp gidersen beni
oturup gözlerimi duvara diker
öylece beklerim geri dönmeni”

(Danimarka Edebiyatı, Şiirden Yayınları, 64 sf., 2021, İstanbul.)

6 Yorum

Ilkay için bir cevap yazınCevabı iptal et