Deneme,  Ekonomi,  Güncel - Aktüalite,  Kategorisiz,  Tarih,  Tartışma,  Toplum

Bizi yöneten MANTIK

Yaşamım boyunca Üniversite dersleri sırasında öğrendiğim bir sosyal deneyin sonuçlarına fazlası ile takıldım. Ülkemde nereye baksam, hangi olayı analiz etmeye çalışsam her zaman bu deneyin bilimsel sonucuna ait izlerle karşılaştım.

Hani her zaman kulaklarımızda çınlayan ÜST AKIL var ya. İşte bu akıl bilimsel sonuçları sabırla uygulamaktan asla geri durmuyor. Ne var ki ya biz anlamak istemiyoruz, yada çaresizlik ve menfaat hesapları içerisinde boyun eğiyoruz. Yolun başında anlamadığımız, ortaların da ise kucağına oturduğumuz çaresizlik ve son aşamada bu çaresizlik nedeni ile beceriksiz görünmemek için menfaatlerimize yönelik oynadığımız anlaşılıyor.

“…. Temelinde mantıksız olmasına rağmen, mantıklıymış gibi sunulan şeylere inanma oranının en yüksek olduğu kesim Üniversite Gençliğidir…..”

Evet 1980 darbesine gelen süreci büyük resim olarak incelediğimizde temelinde mantıksız olan bir ayrışma ve kavga nedeniyle yaşadığımız acı olayları görebiliriz. 30 yıl sonra ise kavganın tarafları olan ayrı cephedeki insanlar, aslında büyük ortak paydalarının aynı olduğunu ve neden kavga ettiklerini anlamadıklarını itiraf etmişlerdir.

Bu olayın dışında genel olarak sosyolojik deneyin sonuçlarına en çok itibar eden ve uygulayan kesimin SİYASİLER olduğunu, sürekli aynı tuzağa düştüklerini görmekteyiz. Bu durumu yaşanmış çok net örneklerle anlatmak isterim;

MANŞET: Dünya Bankası ülkemizdeki KOBİLERİ güçlendirmek için 4 milyar dolar hibe verdi…

Elbette ki bu manşetin altında nasıl bir mantıksız temel olduğu yaşanmış olaylara müteakip ortaya çıkmıştır.

Öncelikle bürokratlarımız bir masa etrafına oturup, KOBİ tanımı yaptılar. Tabi ki bu tanımı biz bulmadık, bize öneri altında dikte edilmiş bir tanımdı. Çalışan kişi sayısı, yıllık geliri ve bunun gibi parametreleri içeren küçük işletmelerin birazcık büyüğünü KOBİ olarak yazdık.

Sular seller gibi çalıştık, küçük mevcut işletmeleri KOBİye çevirdik, yenilerini kurdurduk ve İhracat bağlantıları ile şaha kaldırdık. 4 milyar dolarlık yatırım iç döngü de belki de 40 milyar dolarlık bir etki yarattı ve istihdam canlandı.

Güçsüz ve marka değeri yaratamayan, belirlenmiş sektörlerin dünya üzerindeki yüksek rekabeti gibi zorlukları düşünmeden yaptığımız bu yatırımlar, yıllar sonra karşımıza çıkacak olan siyasi bir şantajın enkazı olarak döndü.

… Ecevit hükümetinin aldığı kararları beğenmeyen AB ve ABD Türk kobilerinden yapılmakta olan ihracatı ve ihracat bağlantılarını kesti. Gıda ve tekstil sektöründe 2,5 milyon kişi işten çıkarıldı, işsiz kaldı……

Elbette ki bu hibe programının temelindeki mantıksızlık, ne için verildiği, kime verileceği, tanımları ve hedefleri ile paket olarak sunulmuş olmasındaydı. O kadar güzel hazırlanmış ve anlatılmıştı ki, neredeyse üzerine tek cümle koyamadan kolları sıvayıp, uyguladık. Yıllar sonra bunu nasıl kullanacağını akıl etmiş bir üst akıl varken, bizim nereden bilebilirdik şeklinde savunmaya geçmemiz için söylenecek tek söz var, traji komik.

MANŞET: Ülkemizde incelemelerde bulunan IMF heyeti, başarılı uygulamalarımızın övgü ve takdire değer olduğunu söyledi.

IMF özet olarak, devletlere kredi veren bir kuruluştur. Amacı kötüye giden ekonomiler için güven sağlayarak Dünya ticaretinden kopmaların önüne geçmek, kendisi dahi tüm alacaklıları koruma altına alacak şekilde denetim ve kontrolleri yapmaktır.

Aslında bildiğimiz Düyun-u Umimiyenin modernize edilmiş bir versiyonudur. Sürekli olarak alacağının peşine düşer, vergi gelirlerinin büyük bir bölümünü alarak alacaklıları garantiye alır, yetmezse de vergi gelirlerini arttıracak paketler önerir. Sonuç daha fakir insanların yaşadığı bir ülke ve umutsuzluktur.

Maliye bakanlığında genel müdür arkadaşımla oturuyoruz, havadan sudan sohbetler. Arkasında Mülkiye diploması, Harvard üniversitesi yüksek lisan diploması ve bolca dizilmiş sertifikalar. Konu döndü dolaştı bu manşetten IMF’ye geldi. Kendisi de ülkemiz adına oluşturulan IMF karşılama heyeti içerisindeymiş.

Bir gün toplantı çıkışı heyetle birlikte yemeğe giderken IMF heyet başkanı “…. Size çok şaşırıyorum ve takdir ediyorum, bu kadar şeye rağmen ayakta kalmayı başarabiliyorsunuz…”  demiş. Dostum bundan gurur duyduğunu anlatırken araya girdim;

IMF’nin amacı bizim ekonomimizi daha iyi ve sağlam yapmak değil mi? Bunun için öneriler sunarak nasıl gittiğini denetlemiyorlar mı? Amaç buysa bizim ayakta kaldığımıza şaşıran birisi aslında tamamen batmamız için çalışmıyor mu? Bunu neden sormadın. Dedim

Şaşırdı, ya aslında çok haklısın hiç aklıma gelmedi dedi.

Gelelim temelindeki mantık ve mantıksızlık nedenine;

Güvenilir kurumdan alınan borç, mevcut borç faizleri ve vadelerinin yeniden yapılandırılmasına, hatta yeni borç kaynaklarına erişilmesine olanak sağlıyor. Son derece mantıklı..

Ancak bu borçların ödenmesine yönelik talepler geliri düşmüş, tüketimden dolayısı ile yeni yatırım sevdasından uzaklaşmış umutsuz bir halk yaratıyor. Bu da gelecek için bütün planların iptaline ve daha da geri dönemlere düşmenize yardımcı oluyor. Yine gelişmekten uzak, geri kalmış ve zaman kaybetmiş bir ülke olmanız için devreye girilmiş olmasını göremiyorsunuz. Sizin için mantıklı olan, aslında temelinde mantıksız bir projeye imza atmış oluyorsunuz.

Bu mantık ve mantıksızlık ikilemi projelerini en çok ekonomik öneri ve çalışmalar başlıklarında görebilirsiniz. Düzelmeyen ekonomi bu nedenle seçmen tercihlerinde hep ilk sıradaki faktördür. Millet yorulmuştur artık, hiç kimsenin kendi işletmesi ile kaç yıl ayakta kalacağının güvencesi de yoktur. Tekelleşmiş sektörlerin olduğu bir dünyada daha büyük yatırımlara girişmek ve icatlar yapmak da zordur.

Uygulanan temeli mantıksız projelerin devamlılığı için, yani kontrol edilebilir istikrarsızlık programını sürekli kılmak için devreye alınan unsurlar da vardır.

  • Büyük projelerin beton ekonomisine hizmet eden projelere bağlanması (getirisi olmayan).
  • En az 25 yıllık bir borç yükü ile yeni gelecek iktidarların çaresiz bırakılması ve onların da ikna edilerek. yönetilmesi, ele geçirilmesi. Geleceğe yönelik iyileştirmeler ve AFET ler için kaynak ayıramamak, vatandaşı kendi başının çaresine bakacak durum içerisinde bırakmak ve sürekli oluşan acılar ile gündemler değiştirip, unutturmak.
  • Eğitimin sürekli olarak baltalanması. Zeki, girişimci özgüveni yüksek nesil yetiştirilmemesi.
  • Zeki olanları tespit edilip, daha iyi olanaklar sunularak alınması.
  • Gelmeyenler için yaşamlarının kabusa çevrilmesi, işten atılmasının sağlanması, ceza evine konması, idam cezası vermek veya suikastlara kurban etmek.
  • Yönetimlerin güçsüz kılınmasına çaba harcanması, devletin sahip olduğu her şeyin özelleştirilmesi.
  • Büyük üretim alanlarının zayıflatılması, yok edilmesi (Son örnek: Tank palet fabrikası).
  • Üretim ekonomisinden uzaklaşıp, hizmet sektörüne odaklanmak (Örn: Turizm,Telekom, Dersane,Üniversite) ekonomik durum tamamen çöktüğünde bu Üniversiteler kim gidebilecek? Kayıt olacak müşteri bulamazlarsa bunlara ne olacak? Savaş, afet, salgın olaylarında Turizm sektörü ne yapabilecek?

Sonuç olarak; umudunu yitirmiş, sürekli sağlık problemi yaşayan, fakirlikle boğuşan kendi bireysel sorunları dışında hiçbir şeyle uğraşacak takati kalmamış bir toplumu içeriden dışarıdan yönetmek ve yönlendirmek daha kolay değil midir? Üst akın işi kolaylaşmış olmayacak mı?

1950 yılından beri bu ülkede uygulanan yönetim şablonu bu değil midir?

Zeki insanların yaşadığı dramlara ait bizzat şahit olduğum acı bir hikâyeyi sizlerle paylaşmak isterim:

“…… Koç gurubundayım ve mermer konularına daldım, İnşaatı yapılmakta olan Antalya Falez otel için büyük bir satış teklifi hazırlamak üzere mermer fabrikalarını ve üreticileri ziyaret başladım.

Son olarak Eskişehir’de icradan satılmış bir fabrikaya gittim. Fabrika sahibi Almanya’da öğretmenmiş, bu konuya aracı olarak girmiş ve tüccarların şark kurnazlığından bıktığı için bu fabrikayı almış, ek birçok makine koymuş ve sadece Almanya’ya mermer masa ihracatı yapıyormuş.

Konuşurken odaya oldukça iri yarı bir adam girdi. Elleri oldukça büyük, ayaklar her halde 50 numara, çünkü en büyük terlik bile küçük kalmış, suratı, burnu kocaman.

Fabrika sahibi Misafirimle bana 2 çay getirir misin dedi.

Gittikten sonra bakalım getirecek mi? Dedi gülümseyerek.

Ben büyük bir şaşkınlıkla neden diye sordum.

İlk baktığında seni sevmediyse bu fabrikada çay içmen mümkün değil, getirmez dedi.

Konuşmaya çay gelsin devam ederiz, derken çaylar geldi ve beni iyi bir insan olduğum için tebrik ederek hikâyeyi anlattı.

Bu personeli aslında Fransa’da yaşıyormuş, Matematik alanında uzmanlığı varmış ve orada sendika başkanlığı yapıyormuş. 80 darbesinden önce Ecevit’in özel daveti ile gelmiş, darbe olunca dönememiş ve onu da içeri almışlar. Elleri, ayakları ve kafasındaki aşırı büyümenin sebebi, hiçbir şey hatırlamıyor olmasının sebebi ise gördüğü ağır işkencelermiş. Sadece her ay gelip zam istiyormuş. Ne kadar para alırsa fabrikadaki işçi sayısına bölerek herkese eşit olarak dağıtıyormuş.

Ben bu ülkeyi seviyorum, birliği bütünlüğü çok önemli diye temelinde kurduğu temelsiz mantığını öfkeye ve işkenceye dönüştürerek ülkenin geleceğini yok edenleri de unutmamak lazım.

Akıllı insanlar üretecek, aklı hâkim kılacak, temeldeki mantıksızlıklara EVET demeyecek insanlar yetiştirmeden acılardan, felaketlerden ve yoksulluktan kurtulamayacağız.

Her şeye dayanıp, bunu başarmalıyız. Cumhuriyetin ilk yıllarında olduğu gibi..

Temelinde mantıksız olan şeyleri anlama kabiliyeti doğru ve yeterli bir Felsefe eğitimi ile sağlanır. Bunun için mi Felsefe derslerini kaldırdık?

 

 

Bir yorum

Siz de fikrinizi söyleyin!