Deneme,  Toplum

Bir kibrit çöpünün aydınlığında etraftaki karanlığı görmelisin Şehriban

Bu seni ürkütmeli aynı zamanda. İtirazı ve okuması olmayanların bir tek kibrit çöpünü bile tutuşturamayacaklarını kendi acemiliklerinden bilirim Şehriban. Ben kendimi okuduklarım ve yazdıklarım üzerinden keşfetmeye başladıktan sonra huzursuzum açık söylemek gerekirse.

Beni dinle: Az bilmek için oku Şehriban. Çünkü herkes biliyor. Herkesin bildiği yerde sen unut. Yoksa kendini nasıl hatırlarsın? “Bilenler cahildir” sözünü uzun süre para cüzdanımda taşımıştım. Ama söz kime aitti bir türlü aklıma gelmiyor.

Dünya tehlikeli bir yer ve hiç de adil değil Şehriban. Yalnızlığına çekilmekten başka çaren yok. Kitaba, insana, aşka yönelmeden bunu başaramazsın. Bir kişinin yarattığı kalabalığa karışmanın tadını başka türlü çıkarma şansın da yok. Tepinmeden yapmalısın bu işi ama. Çünkü ölüler gürültüden hoşlanmaz Şehriban!

Ne mi okuyacaksın? İnsandan kopanı, insana gideni… Bir yolculuktur çünkü okumak Şehriban. Kaybolmak için bir yolculuk. Her nereye gidersen git, kendini arayacaksın. O halde kendini arar gibi kaybolacaksın. İpucu mu istiyorsun? Al sana ipucu! İnsan derindedir Şehriban. Yerin çekirdeği kadar derinde hem de. Yeter ki kendini kazmayı bil.

Yolculuk demişken, bu yolculukta yaşanmamış aşkları, kurulmamış dünyaları koklamaya başlamışsan demek ki kendin için Kutup Yıldızı olmuşsun Şehriban. Korkmana gerek yok. Geçmişi de kendine göz yapabilirsin artık. Öteki gözünle görürsün gerçeği. Şaşa kalır iki gözün.

Dahası “onurgan” olur Şehriban! Bir yaşamda insanın elde edebileceği en değerli şey, o… Düşünsene kral olsan zulmedersin, kul olsan itaat… Sen ikisi de olma Şehriban. Emretmek de itaat etmek de insanlıktan düşmektir çünkü. Oysa “onurgası” olan, insanlığın kızıdır ya da oğludur insanlığın. Aynı zamanda bir “aşkıya”dır ki bir “aşkıya” ağaçların, suların, kurdun kuşun, börtü böceğin kardeşidir. Kutsal kitapların vaadettiği cenneti o insanlaştığı için yeryüzündeyken yaşar Şehriban. Ve “yeryüzü aşkın yüzü” olsun diye soluk alıp verir; “yeryüzü aşkın yüzü” olsun diye atar kalbi.

Dünyaya karşı çıkmadan dünyayı savunamazsın Şehriban. Eğer sorumluluk sınırlarının bilinci; masan, odan, evin ve bahçenden ibaretse çöplerini getir bizim bahçeye at. Sonra git avuçların morarana kadar kahramanlarını alkışla. Onları alkışlamak ahmaklara ve aptallara ait bir şey değil sadece. Çevrene bir bak anlarsın. Eğer kendinden başlarsan çevre incelemesi çok önemli Şehriban. Az üzülesin diye böyle söylüyorum. Bu arada benim kahramanlarım yok; korkağa çıktı bir bir adları. Ama korkmak da insanca bir şey. Mesele vicdanını korkunun üstüne çıkarmakta. Ben de bunu deniyorum kalbimden beri. Bir kova okuyup bir damla yazma çabam bunun için. Sakın beni yanlış anlama, ben bir yazar olmaktan çok okurum Şehriban. Bunca güzel yazılan şeyleri okumak varken, yazmak bir talihsizlik bile sayılabilir benim için. Yazmakla okumak arasında kalsaydım hiç tereddüt etmeden okumayı seçerdim. Ev ödevi olarak şunun üstünde biraz düşün istersen: İnsan nasıl okunur Şehriban?

Çok okumadan yazılmaz… Tamam! Okuduklarını unutmadan da yazılmaz ama Şehriban. Yazılanlara itirazın yoksa hiç mi hiç yazılmaz. Sözcükleri kusmayacaksın yazarken, yutacaksın biliyor musun;?! Her şeyi anlatmayacaksın, bu oburluktur çünkü; okura da bir şeyler bırakacaksın. Noktayla büyük harf arasında okur aylanmalı istiyorsa, istiyorsa güneşlenmeli Şehriban. Yeni yerler görmeli noktayla büyük harf arasında, tatil yapmalı örneğin, yenilemeli düşlerini, havalandırmalı… Acı çekmesi, haz alması, kendini ve dünyayı keşfetmesi, vicdanını sağlamlaştırması için okura bu hakkı tanımalısın. Ama dil tadı da atlanacak bir şey değil. Bir balerinin kalp atışlarını ayak parmaklarının ucunda duyması gibi bir şeydir yazmak Şehriban. Bana sorarsan yazmak yaşamı yeniden seçmektir. Çoğu kişinin okumadan bu yolu seçişine sakın aldanma. İnsanın kendisine kör olmasından daha tehlikeli bir şey yoktur şu dünyada.

Bir kibrit çöpünün yaydığı aydınlıkta etrafındaki karanlığı görmelisin Şehriban. Bu seni ürkütmeli aynı zamanda. İtirazı ve okuması olmayanların bir tek kibrit çöpünü bile tutuşturamayacaklarını kendi acemiliklerinden bilirim Şehriban. Ben kendimi okuduklarım ve yazdıklarım üzerinden keşfetmeye başladıktan sonra huzursuzum açık söylemek gerekirse. İyi ki huzursuzum. Sana da bunu öneriyorum. Ne yap biliyor musun? Malraux’a uyup, bu yaşanası, bu rezil dünyada mutluluğu aptallara bırak bir an önce. Elini çabuk tut Şehriban… Ağaçlar, kuşlar, sular, börtü böcek senden imdat bekliyor. Çakalların savaş naraları arasından geçecek yolun, çakalları alkışlayan açların arasından… Kıyıya vuran bebek cesetleri yolunun üstünde…

Simdi olduğun yerden kalk ve bana itiraz et Şehriban. Ben namluların ucuna çiçek ekmeyi denerken sen de sözcükleri ateşle üstüme… Fazla oyalanma çünkü dünya giderek soğuyor; ben yine yalnızlığıma çekileceğim Şehriban. Sen şiiri seversin. Gündeme denk düşsün diye Nevzat Çelik’ten bir de şiir okuyayım sana. Hem de aç karnıma!

İTİRAZIN İKİ ŞARTI

çok olmadığımız kesin
çok olan tarafta değiliz
çok olan tarafta olmayacağız
türkiye’de kürt olacağız
kürtlerde ermeni
ermenilerde süryani
gidip almanya’da türk olacağız
hollanda’da surinamlı
fransa’da cezayirli
iran’da azeri
amerika’da zifiri zenci olacağız
çoğalan zencide mutlaka kızılderili
israil’de filistinli
köpeğin karşısında kedi
kedinin karşısında kuş olacağız
kuşun karşısında börtü böcek
hakemler hep karşı takımı tutacak
ve biz hep yedi kişiyle tamamlayacağız maçı
çiçeklerden kamelya olacağız
az kolumuzun tarafında solda olacağız
bu itirazın ilk şartı
solda da az olacağız
devrimi çoğaltırken
çünkü bir başka devrime
hızla azalacağız
bu da itirazın ikinci şartı.

Etrafta bizi dinleyenler var Şehriban. Senin kim olduğunu onlara anlatmam lazım. Yanlış bir şey sanmasınlar:

Şehriban, zaman zaman bizim bahçeye gelen kedi. Ben ne zaman kuşlara, böceklere, çiçeklere şiir okumaya kalksam yanımda biter, şiir bitene kadar da yanımdan ayrılmaz. Kimi zaman da tırmanmayı nasıl başarırsa, gelir mutfak camının önünde çadır kurar, kuyruk sallar… Yemek zamanına denk getirir bunu da genellikle. Yediğimiz şeyler onun sevdiği şeylerden değilse üç beş gün uğramaz. Merakta bırakır beni. Şehriban ismini ona ben verdim. O bu ismi sevdi. Bu kez şiir okumayayım da dünyaya doğru bir düzyazı yuvarlayayım dedim kendi kendime. Merak işte! Şehriban yanımda biter de “mış”gibi, “muş” gibi yapmadan ne olduğunu anlamaya çalışır mı acaba? Ya da yumak sanıp koşar mı peşinden yuvarladığım düzyazının? Yoksa “aman sen de” dercesine geldiğine bin pişman tamamen terk eder mi beni. Eğer sıkılmasa, ona ne diye bir de şiir okumayayım diye de içimden geçirmedim değil. Ötesini zaten siz biliyorsunuz.

Siz de fikrinizi söyleyin!