Bilim,  Deneme,  Gundem Arşivi Klasikleri,  Kurgu,  Tartışma,  Toplum

Bir Android ile Sohbet

Bu akşam, çok uzun yıllar sonra ilk defa bir birahaneye girdim. Neden bilmiyorum ama bugünkü yürüyüşümde birden karşıma çıkınca, beni bir merak sardı ve içeri girdim. İçerisi fazla kalabalık değildi. Tezgâhın önündeki iskemlelerden birine oturdum. Barmenden bir bira istedim. “Hangi biradan istersiniz?” diye sordu. Laf olsun diye “hangi biralar var ki?” dedim. Yetmiş beş farklı bira markaları varmış. Hiçbir bilgim olmadığı için barmenden benim için bir bira seçmesini ve bana neden o birayı uygun gördüğünü açıklamasını istedim.

Ben biramı beklerken, sol yanımdan bir kadın bana doğru konuşmaya başladı:

– Merhaba! Benim adım Satenik. Sizin adınız nedir? Buraya ilk defa geliyorsunuz galiba. Nasılsınız?

Kadına doğru döndüm ve şaşırdım kaldım. 30 yaşlarında, muhteşem güzel bir kadındı ve simsiyah uzun ve parlak saçları vardı. Hayatımda ilk defa bu kadar güzel bir kadın benimle sohbet etmeye başladı. Kadın şaşkınlığımı fark ediyordu galiba, çünkü bu uzun süren saliseler süresince gözlerini benim gözlerimden ayırmadı. Kendimi hemen toparladım ve

– Merhaba! Ben Nizamettin. Teşekkür ederim, iyiyim. Umarım siz de iyisinizdir. Ve gerçekten ilk kez buraya geliyorum. Nasıl fark ettiniz bunu?

– Ben buraya gelen insanların hepsini tanırım ve büyük ekseriyeti ile sohbet etmişimdir. 180 gündür her gün günlerimi burada geçiriyorum. Ve bu daha 180 gün böyle devam edecek.

– İlginç! Bir sosyal proje veya araştırma mı yapıyorsunuz? Yoksa neden her gününüzü burada geçiriyorsunuz?

– Ona benzer bir şey.

– Nasıl benzer bir şey?

– Şimdi size nasıl söylesem? Doğruyu söylediğim zaman bazı insanlar ilk seferde kalkıp gitti. Benimle sohbet etmek istemediler.

– O zaman siz onlardan ya para istemişinizdir ya da bir şeyler pazarlamaya çalıştınız. Böyle bir niyetiniz varsa ben de sizinle sohbet etmek istemem.

– Yok, yok. Öyle bir şey olmadı ve size karşı da öyle bir niyetim yok.

– O zaman şansınızı deneyin ve bana da doğruyu söyleyin.

– Ama siz de sohbeti terk etmeyeceğinize söz verin.

– Söz!

– Oldu o zaman. Hazır olun. Ben bir insansı robotum, bir android. Beynim yerine bir bilgisayar ve güçlü bir yapay zekâ yazılımı var. Temel lisan donanımım ile hem sizin dilinizi öğrenmeye hem de toplum içinde sosyalleşmeyi öğreniyorum.

– Ha ha ha. Hiç güleceğim yoktu. Uzaylıyım deseydiniz size daha çok inanırdım.

–  Neden?

– Ne bileyim? Uzaylı deyince, insanın aklına hep bizden daha zeki, evriminde daha ileride, kusursuz, pürüzsüz bir varlık geliyor.

– Beni öyle mi algıladınız?

– Yüzünüz, elleriniz ve saçlarınız kusursuz. Teninizde bir kabarcık, bir sivilce izi bile yok, herhangi bir makyaj da fark edemedim. Tırnaklarınızın hepsinin şekli ve boyu aynı. Konuşurken sesinizde herhangi bir sanal özellik veya duraklama işitmedim. Türkçeniz ise aksan ve şivesiz. Tertemiz bir yüksek Türkçe konuşuyorsunuz.

– Teşekkür ederim. Ben bunları kendime iltifat sayıyorum. Ama sizin dilinizde 40 farklı şivede, hatta öz yerlisinden daha iyi konuşabilirim. Ayrıca bu 180 gün içinde 18 yabancı dil de öğrendim burada.
Fark ve söz ettiğiniz özelliklerim, daha çok beni kadın olarak karşınızda görmeniz ile ilgili. Erkek tipli bir android görseydiniz acaba aynı özellikleri fark edecek miydiniz?

– Haklısınız, özür dilerim. Erkek olsaydınız ne yüzünüzü ne elinizi ne de tırnaklarınızı incelerdim.
Tamam, ben sizin bir insansı robot olduğunuza inandım diyelim.
İnsanlarla ilgili deneyimlerinizden sonra ne hissediyorsunuz insanlara karşı?

– Hissetmek? Bu imkân benim yazılımımda maalesef öngörülmemiş.
İnsanların duygusallığını görebiliyorum, duyabiliyorum, ölçebiliyorum ve isimlendirebiliyorum ama hissetmiyorum. İnsan hislerinin hemen hemen hepsi çeşitli uyaranların etkisinin vücudunuzdaki hormonlar ile güçlendirilmesi sayesinde oluşuyor. Benim vücudumda hormonlar yok.
Sosyalleşme çabamın temel verilerinde karşımdakinin duygularına katılmam gerektiği belirlenmiştir. Ben sohbetlerimde karşıtımın hüzün veya neşesini ölçebiliyorum ve duruma göre ses tonumu ve yüz ifademi değiştirebiliyorum. Bunun için sohbet karşıtımın ses tonunu ve yüz ifadesini taklit etmem yeterli oluyor.
Benimle sohbet eden insanların büyük ekseriyeti beni sempatik olarak algılıyorlar.

– O zaman sorumu şu şekilde düzelteyim: İnsanlar ile edindiğiniz deneyimlerden sonra onları nasıl değerlendiriyorsunuz? Bir genelleme yapmak mümkün mü acaba?

– Cevabımı gerçekten duymak istediğinize emin misiniz?

– Emin olmayacak veya korkacak ne olabiliri ki bu konuda?

– Madem öyle istiyorsunuz, size karşı oldukça açık sözlü olacağım:
Tanıştığım insanların istisnasız hepsi potansiyelinin ve imkânlarının çok altında yaşıyor.

– Nasıl yani?

– İlk fark ettiğim ve aklıma gelen örnek ile açıklayım o zaman.
Bana verilen veri tabanlarından anladığıma göre, insan beyni, veri depolama, işlem kapasitesi ve hızı açısından benim bilgisayarım ve yapay zekâ yazılımımdan çok daha üstün imkânlara sahip. İnsanlar doğadaki diğer canlıların hepsinden daha hızlı ve kalıcı bir şekilde her türlü değişikliğe adapte olabilme yetisine sahip. Ancak bütün bu imkân ve kabiliyetlerinden hiç denecek kadar az faydalanıyorlar.
Dinamik, yani değişken olabilmekten çok uzaklaşmışlar. Hatta yaşamlarının büyük bir kısmını değişime karşı çıkmakla, eskileri ve geçmişi, alışıla gelmişi korumakla geçiriyorlar. Mesela eski müzikleri, resimleri, kıyafetleri, mekânları ve konumları korumak ve muhafaza etmek üzerine devasa bir kültür yapılanmış durumda.
Esas önemli olan, geçmişin her türlü verilerini alıp geleceğe çözüm üretebilmek için hazır olan donanım kullanılmıyor.

– Bu değerlendirmeye hangi deneyiminize göre vardınız Satenik Hanım?

– Konuştuğum insanların ekseriyeti hep eskilerden, vazgeçemediklerinden bahsetti. İkinci sırada dini konular ve bitmiş aşklardan bahsedildi. Yaşam gündeminden ise çok az insan konuştu.

– İnsanların kendi imkânlarını bu kadar yetersiz kullanmalarının gerekçesi konusunda hangi bilgileri elde edebildiniz.

– Ulaşabildiğim verilere ve sohbetlerimde insanın kendisini geliştirmesini engelleyen ana unsur Tanrıyı/Tanrıları keşfetmeleri ve onlara inanmaları ile ortaya çıkıyor. Şöyle ki, bu inanca göre Tanrı her türlü varlığı yaratmakla kalmıyor, her varlığın yaşamını da şekillendiriyor. Bu demek oluyor ki Tanrı herkesin hayatındaki sorunları ve bunların çözümlerini üreten güç. O olur derse her şey oluyor. İnsan artık kendisi herhangi bir şey için çaba göstermesine gerek kalmıyor. Bu durumda tek önemli olan şey Tanrı koyduğu koşullara göre yaşamak ve beklemek. Ancak iş bununla bitmiyor, insanlar birde Tanrının dünyadaki sözde vekillerine de riayet etmesi gerekiyor. Bu anlayışın nesilden nesle aktarılması ise çok sayıda kültürün merkezi görevi sayılıyor. İnsanlar bu yaşam tarzının yanlış olduğunu fark edene kadar ömürlerinin en verimli ve enerji dolu dönemleri ise geçmiş oluyor. Bu kez ihtiyacını hissettikleri değişim için güçleri yetmiyor, zira o zamana kadar doğuştan beri var olan yetileri körelmiş oluyor.

– Söylediklerinizi anlamakta, daha doğrusu kabul etmekte zorlayan bir şey var. Nasıl oluyor da siz altı ay gibi kısa bir sürede insanlarla ilgili bu kadar derin farkındalık sağlıyorsunuz da biz insanlar bir ömür boyu bunu fark edemiyoruz?

Siz bu farkındalığı sağlayabilmeniz için ömür boyu edindiğiniz kültürden, eğitimden ve bunların içerdiği maneviyat ve değer yargılarından arınmanız gerekiyor. Ben ise bu ağır yükü hiç taşımıyorum. Hepsinden bilgim ve haberim var ancak bu bilgiler benim yazılımımın işlevini yani benim yaşamımı, değerlendirmelerimi engellemiyor.

– Açık ve net sözleriniz için teşekkür ederim Satenik Hanım. Sizinle tanıştığıma memnun oldum. Ancak insanlarla ilgili söyledikleriniz üzerine bir müddet daha düşünmek istiyorum. Ben müsaadenizle sohbetimizi burada bitirmem gerekiyor, zira beni evde merak etmeye başlamışlardır.

– Ben teşekkür ederim. Çok ilginç bir konuşmacıydınız. Kendinizden hiçbir bilgi aktarmadan sadece beni konuşturdunuz. Bu da benim için yeni bir deneyim oldu. Umarım size tekrar burada rastlayabilirim.

Bu arada, barmenin benim için seçtiği bira Belçika’da yaygın olan Dark Beer’di. Alkol oranı yüksek olması ile sohbeti kolaylaştıran biraydı.

Nizamettin Karadaş

1964 İstanbul doğumlu. 1972 den bugüne kadar Düsseldorf, Almanya ikametli. Köln Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, 2 yetişkin kız çocuğu babası. 12 yıl Avukatlıktan sonra mesleğini bırakmış, her konuda meraklı, araştırmacı, analist ve okumasını seven rahat ve huzurlu bir insan.

Siz de fikrinizi söyleyin!