Nazım Hikmet (2)

Nazım’ı kavradığımızda, dünyada ve ülkemizdeki gelir dengesizliklerinin, savaş politikalarının, açlığın, yoksulluğun nedenlerini kavramış olmayız yalnızca… Başkalarının acılarına seyirci kalanların kendi acılarıyla başa çıkamadığını fark etmenin dışında Kahramanmaraş, Sivas, Roboski, 6-7 Eylül olayları, Hrant Dink’in öldürülmesi, Soma Faciası, Suruç ve Ankara katliamlarını ve içinde bulunduğumuz şu anki ortamı ve buna benzer daha pek çok olayın nedenlerini kavramamız kolaylaşır. Gezi’de yitirdiğimiz gençler için “bu çocukların bir bildiği vardı” dememiz de kolaylaşır… Ve o çocukların Nazım’ın çığlığına eklenen “ben yanmasam / sen yanmasan / biz yanmasak / nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa” çığlıkları düşüverir duyarlıklarımıza… Bu kadarla da değil; aşımıza, ekmeğimize göz koyanların ve hayatımızı cehenneme çevirenlerin de bir bildiğinin olduğunu anlar ve bu iki farklı durumu birbirinden kolaylıkla ayırt edebiliriz. Böylelikle sosyalizmin bir dönemine ait yanılgılarımızın ve yenilgilerimizin yarattığı ruhsal çöküntüden bir an önce kurtulur, barış için, özgürlük için ve ileri bir insanlık için daha büyük bir coşkuyla iş başı ve düş başı yapabiliriz… Biliriz ki esir düşmek de var hesapta… Ama bütün mesele teslim olmamakta… Yani yürekte… Biliriz ki; “Onlar ümidin düşmanıdır sevgilim / akarsuyun / meyve çağında ağacın / serpilip gelişen hayatın düşmanı…” Nazım’a göre şiir bir kaçış alanı değil. Ona göre insanlığın istediği dünya var olmalıdır, yoksa yaratılmalıdır. O, buna inandı. Bizi de buna inandırmak istedi. Bu nedenle Nazım asla masum değildir. İnsanlığın sorunlarına ve acılarına seyirci kalmayan, bizzat o sorunları ve acıları kendi sorunları ve acıları haline getiren, her dilde acı duyan, onları kendi şiir diline çeviren ve bunların çözümü için de mücadele veren Nazım, bu gün artık bizler için başka türlü bir dünya özlemidir. Öyle bir dünyanın imgesidir. Ve öyle bir dünyaya yolculuktur aynı zamanda. Nazım’ı önemli kılan, onun kaynağını belli bir felsefeden alan, kökleri çok derinlerde, iri gövdeli, uzun dallı ve geniş yapraklı şiiri değil yalnızca… Onu önemli kılan; “yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür / ve bir orman gibi kardeşçesine” dizelerinde en geniş özetini bulan dünya görüşünü, şiirinin içinden söylemesi, böyle bir dünyayı görünür kılması ve görüntüye getirmesidir. Nazım’ı ölümsüzleştiren; aşkın, edebiyatın ve sanatın incelttiği bir dünyada yaşamak arzusudur. Şiiriyle ve yaşamıyla bu konudaki ısrarıdır… Onu, onun şiirini ve onun dünya görüşünü anlamanın, “gitmekte ve gelmekte olanı” sezebilmenin eşiği tam da burasıdır. “Güvercinler hep beraber / güneşi taşıyıp kırmızı ayaklarında / uçabilirler / durduramaz onları demir ve duvar / Güvercinlerin yumuşak kanatları var / ve kanatlar / şimdi burda, şimdi damın üzerinde / insanların kantları yok / insanların kanatları yüreklerinde” Nazım’ın bıraktığı yerden dünyayı algılamak, insanın değişip dönüşmesini bu felsefenin ışığında yeniden ele almak, geliştirip güncelleştirmek, bütün muhaliflerin, bilinç ve vicdan sahibi insanların, demokratların, devrimcilerin ve tüm ilericilerin önünde önemli bir görev olarak durmaktadır. “Topraktan, ateşten ve denizden / doğanların / en mükemmeli doğacak bizden.” Öyleyse bugün Nazım’ı böyle bir görev için çağrı olarak yorumlayacağız. ”Bir şeyler yapmalı” çağrısı… Barışı sağlamanın çağrısı… Geleceğimizi birlikte kurma ve yaratma çağrısı… Baş başa ve düş düşe verme çağrısı… Çünkü gelecek beklenen bir şey değil; yapılan ve yaratılan bir şeydir. “ellerinizden geçinen / ve ellerinizden başka her şey / herkes yalan söylüyorsa / elleriniz balçık gibi itaatli / elleriniz karanlık gibi kör / elleriniz çoban köpekleri gibi aptal olsun / elleriniz isyan etmesin diyedir / ve zaten bu kadar az misafir kaldığımız / bu ölümlü, bu yaşanası dünyada / bu bezirgân saltanatı bitmesin diyedir” Nazım’ın şiirle dile getirdiği ileri bir insanlık düşü, barış içinde ve bir arada yaşama arzusu, bizlerden bugün bir anlama, algılama eşiği bekliyor ve onu hayata geçirecek bir irade istiyor. Gericiliğe, yoksulluğa, yok saymaya itiraz etmek, ülkemizin bir ölüm çukuruna dönüşmesine karşı çıkmak ve hepimizden bir “biz” ve hepimizin kardeşçe yaşayacağı bir dünya yaratmak halkımızın yanında yer almak ve Nazım’ı anlamak da bugün böyle bir şey. “Onlar ki toprakta karınca / suda balık / havada kuş kadar çokturlar / korkak, cesur, cahil, hâkim ve çocukturlar / ve kahreden, yaratan ki onlardır / destanımızda yalnız onların maceraları vardır…” Kuşkusuz, Nazım koca bir okyanus… Ben bu konuşmayla, o okyanustan bir kova su çıkarmaya çalıştım sizler için. Ya da o koca bir çiçek tarlası… O çiçek tarlasından bir buketle çıktım karşınıza. Ne sayarsanız sayın… Ama gül niyetine sayın. “En güzel deniz / Henüz gidilmemiş olandır / En güzel çocuk / Henüz büyümedi / En güzel günlerimiz / Henüz yaşamadıklarımız. / Ve sana söylemek istediğim en güzel söz / Henüz söylememiş olduğum sözdür” Konuşmamı Mülksüzler’in yazarı Ursula K. Le Guin’in bir sözüyle bitirmek istiyorum. “Vermediğiniz şeyi alamazsınız, kendinizi vermeniz gerekir. Devrimi satın alamazsınız. Devrimi yapamazsınız. Devrim olabilirsiniz ancak…” Güzel günler diliyorum sizlere. Kimse ölmesin / aşktan ölene kadar. Hayrettin Geçkin