Aylık arşivler: Mayıs 2021

Hangi İslam! (5. Bölüm ‘hem Haram, hem Helal!’)

Hayatımızda en etken güçlerden biri şüphesiz ‘Din’dir. Buna rağmen en az bilgimiz olan alanın da Din olması cidden düşündürücüdür. İnsanlara Kur’an’ı yirmi, otuz kelime ile anlatın desek, bir çoğunun suspus kalacağına emin olabilirsiniz. Önceleri de dedik, Kuran ‘DİN ADAMI‘ tabirini tanımaz ve kabul etmez!

Elimizde mihenk taşı var. Her sözü, her hadisi, her din adına konuşulanı Kur’an ve akıl süzgecinden geçireceğiz. Süzgeçten geçen her söz (kimden olursa olsun) doğrudur! Süzgeçten geçmeyenler ise batıldır! Maalesef ruhban sınıfı bu süzgeci kendi tekelinde tutmuş halkı soyup soğana çevirmişlerdir.

İslamiyet adına ortaya çıkan en kötü dayatmalardan bir tanesi de mezhepçiliktir (fırkacılık/hizipçilik). Dört hak mezhep diye bilinen mezheplerin birbirleri ile çelişkiler içinde olduğunu halka anlatmazlar.
Fırkacılık/Hizipçilik öyle bir hal almıştır ki, işin içinden çıkılmaz olmuştur. Bakın Almanya’da, Diyanetin camisine Nurcusu gitmez, Süleymancı Nurcu camisine gitmez, Nurcu Süleymancıya gitmez, Diyanet Süleymancıya gitmez! Yani bir cemaat diğerinin camisine gidip namaz kılmaz!

Şimdi bu fırkalara bölünmek değildir de nedir acaba?

Bakın kuran ne diyor:

Ali İmran Suresi 103 Hep birlikte Allah’ın ipine yapışın, fırkalara bölünüp parçalanmayın; Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Birbirinizin düşmanı idiniz, Allah kalplerinizi uzlaştırıp kaynaştırdı da O’nun nimeti sayesinde kardeşler haline geldiniz. Ateşten bir çukurun kenarında idiniz; sizi oradan kurtardı.Allah size ayetlerini bu şekilde açıklıyor ki, doğruya ve güzele yol bulasınız.

En’am Suresi 159 Dinlerini parça parça edip fırkalara, hiziplere bölünenler var ya, senin onlarla hiçbir ilişiğin yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır. Allah onlara, yapıp ettiklerini haber verecektir.

Ve DIKKAT bu ayete:

Rum suresi 32 Onlardan ki, dinlerini parçalayıp hizipler/fırkalar haline geldiler. Her hizip kendi elindekiyle sevinip övünür.

İşte tokat gibi gerçeği yüzümüze vuran ayet! Her fırka/hizip kendi elindekiyle sevinip duruyor. Yani Nurcuya göre kendi elindeki (Risale) hakikate götürüyor, Süleymancıya göre Süleyman Tunahan´ın yazdıkları, bir başkasına göre Fethullahın, yine bir başkasına göre Cübbelinin, bir başkasına göre Harun Yahya’nın, vs.

Allahın kitabından dinini öğrenmezsen, kitabullahı başının tacı etmezsen, sonuç bu olur işte!

 

Bakara Suresi 101 Allah katından kendilerine, ellerinde bulunanı tasdikleyici bir resul geldiğinde, kitap verilenlerden bir fırka, Allah! ın Kitabı’nı hiç bilmiyorlarmış gibi kaldırıp arkalarına attılar.

Bakara Suresi 159 İndirdiğimiz açık-seçik delillerle, kılavuz mesajı; biz onu kitap’ta insanlara ayan-beyan gösterdikten sonra gizleyenlere, işte onlara, hem Allah lanet eder hem de diğer lanet okuyanlar lanet eder.

Ali İmran Suresi 23 Şu kendilerine kitap’tan pay verilmiş olanlara bak, aralarında hüküm vermesi için Allah’ın Kitabı’na çağrılıyorlar da içlerinden bir zümre yüz çevirerek dönüp gidiyor.

Ali İmran Suresi 78 Onlardan bir zümre vardır, aslında kitap’tan olmayan birşeyi siz kitap’tan sanasınız diye, dillerini kitap’la eğip bükerler.O, Allah katından olmadığı halde “Bu, Allah katındandır.” derler.Bilip durdukları halde, Allah hakkında yalan söylerler.

bunun gibi daha yüzlerce ayet var. Tanrı apaçık nerden kaynak alacağımızı belirlemiş. Kur’an’ı Kerim’den!

Bazı kurnaz hocalar çıkıyor, diyorlar ki ‘Ehli Sünnetin yoluna uyan Kuran’a uymuş gibidir! Okumasına gerek kalmamıştır’. Bu korkunç bir yalandır! Ehli Sünnetin dört mezhebi kendi aralarında birinin helal dediğine diğeri haram diyor. Daha Gusül abdestin farzı ne kadar, onda bile bir birlik içinde görüş belirtememişlerdir. (Mezhep imamlarını ayrı tutuyorum bu konuda.)

Dört hak mezhep demeleri de hep beni şaşırtmıştır. Bunların hakk olduğunu kim belirlemiş? Bizim bildiğimiz İslamiyet anlayışına göre, daha doğrusu Kur’an’ı Kerime göre, bir tek ALLAH bir şeyin hakk yahut batıl olduğunu belirler. Yani din adına başka hiç kimse bu güce sahip değildir. Peki ALLAH dört mezhep diye bir şey mi çıkarmış ortaya? Peki Kurana göre Hakk nedir dinleyelim.

Nisa Suresi 170 Ey insanlar! Resul size Rabbinizden hakkı getirdi; artık inanın ona ki hayrınıza olsun. Nankörlük ederseniz göklerdekiler de yerdekiler de Allah’ındır. Allah Alîm’dir, Hakîm’dir.

En’am Suresi 5 Böylece hakkı, kendilerine geldiği anda yalanladılar. Fakat yakında onlara, alay etmekte oldukları şeyin haberleri gelecektir.

Yunus Suresi 82 ‘Ve suçlular hoş görmese de Allah, hakkı, kelimeleriyle ortaya çıkarıp kanıtlayacaktır.’

Müminun Suresi 70 Yoksa, ‘onda bir cinnet mi var’ diyorlar! Hayır, o kendilerine hakkı getirdi ama onların çoğu haktan tiksiniyor.

Furkan Suresi 33 Onlar sana bir mesel getirdikçe, biz sana hakkı ve en güzel yorumu(tefsiri) getiririz.

Zühruf Suresi 78 Yemin olsun, size hakkı getirdik ama çoğunuz haktan tiksiniyorsunuz.

Hakk ne imiş? Kuran imiş!
Kim belirliyor? ALLAH!
Peki mezheplerin hakk olduğunu kim belirledi? Kur’an değil, ALLAH değil! Ya kim?
Ruhban sınıfı tabi, başka kim olabilir!

Hz Muhammed Mustafa’nın mezhebi ne ise benim de mezhebim, görüşüm, yolum odur. Peygamber hangi mezhebe uymuş? Hiçbirine. Çünkü Mezhep kendisinden çok sonraları çıkmış ortaya. Peki o neye göre yaşamış? Elbette ki Kur’an’a göre, başka neye göre olabilir ki zaten.

Dört halifenin mezhebi var mı? YOK!

Sahabenin? YOK!

Şimdi bende mezhep kabul etmiyorum deyince, bana bazıları çıkıp ‘Sen zındıksın’ diye ithamda bulunuyorlar.

Düşünün bir mezhebe göre bir madde haram, diğerine göre helal. Yani Hanefi yerse günah, Şaafi yerse helal! Böyle din olur mu kardeşim!!

Şimdi düşünelim sizinle. Bir adam gemiye biniyor, deniz yolculuğu yapmakta. Fırtına esince, dalgalar coşunca gemi batıveriyor. Tabi bu garip adam, kendini zar zor bir adaya kurtarıyor. Ada’da kendinden başka hiç kimse yoktur. Gemiden sadece bir sandık kurtarıyor ve sandığı açıyor ki içinde bir Kur’an ve biraz erzak var. Ne yapsın adam, mecburi olarak Kur’an’ı okumaya başlıyor. ALLAH’ta ona hidayet veriyor ve adam Müslümanlığa geçiyor! Bu adam bundan önce başka dine mensup olduğundan, Müslümanlık üzerine hiçbir şey bilmeyen biri! Şimdi Kur’an´ı Kerimi okuyarak Müslüman olduğuna göre, bu adam nasıl bir Müslüman olur? Ehli mezhepçilere göre bu adam Müslüman değildir, çünkü mezhebi yoktur! Yine Ehli mezhebe göre bu adamın namazı da batıldır, çünkü Kuranı kerime uyarak namaz kılınmaz derler! Bu adamın abdesti, itikadi, düşüncesi, ibadeti vs hepsi batıldır, çünkü Kur’an’a uyarak insan dinini yaşayamaz derler!

Bakın Mehmet Ali Demirbaş neler diyor:

– Mezhepsizlik konusuna fazla yer vermemiz itikat meselesi olduğundandır. İtikadı bozuk olanın ibadetleri boşa gider. Onun için önce doğru bir imana sahip olmak gerekir.
(Dinimiz Islam /Mezhepsizlik ve ibadetler)

Bir hadis, bir âyete zıt gibi görünürse, hadis-i şerife uyulur.
Bir hadis, mezhebin hükmüne zıt gibi görünürse, mezhebin hükmüne uyulur.
(Dinimiz Islam)

Ve nihayet Ruhban sınıfının maskeleri düşmemesi, halk başka kitap okuyarak uyanmaması için şöyle derler:

Ehl-i sünnete uymayan kitap ve yazarlardan uzak durmalı. Çünkü bunlar, yaldızlanmış necasete veya altın kupada sunulan zehire benzer. Süsüne, kabına veya görünüşüne aldanıp, sonsuz saadetten mahrum kalmamalıdır.
(Dinimiz Islam)

Vallahi bu din İslam dini değil, başka bir din bunların anlattığı!

Bir madde nasıl hem helal hem haram olabiliyor?
Önce haram ve helal belirleme konusunda ALLAHIN ayetlerini asalım, sonra mezheplerin görüşlerine bakalım.

ALLAH diyor ki Kur’an’da:

Maide Suresi 87-88 Ey iman sahipleri! Allah’ın size helal kıldığı şeylerin temiz ve güzel olanlarını haramlaştırmayın; azıp sınırı aşmayın; Allah azıp sınırı aşanları sevmez.Allah’ın size helal ve temiz olarak verdiği rızıklardan yiyin. Kendisine iman ettiğiniz Allah’tan korkun.

Yunus Suresi 59 De ki: ‘Ne oldu size de Allah’ın size rızık olarak indirdiği şeylerden bir haram yaptınız bir de helal? ‘ De ki: ‘Allah mı size izin verdi, yoksa Allah’a iftira mı ediyorsunuz? ‘

Nahl Suresi 116 Yalan düzerek Allah’a iftira etmek için, dillerinizin uydurma nitelendirmeleriyle ‘Şu helaldir, şu da haramdır! ‘ demeyin. Yalan düzerek Allah’a iftira edenler kurtulamazlar.

Tahrim Suresi 1 Ey Peygamber! Allah’ın sana helal kıldığı şeyi, eşlerinin hoşnutluğunu isteyerek neden haramlaştırıyorsun? Allah Gafûr’dur, Rahîm’dir.

Nahl Suresi 35 Ortak koşanlar dediler ki: ‘Eğer Allah isteseydi ne biz ne de atalarımız Allah dışında bir şeye kulluk/ibadet etmez, O’na rağmen hiçbir şeyi haram kılmazdık.’ Onlardan öncekiler de aynen böyle yaptılar. Resullere düşen, açık bir tebliğden başkası değildir.

Nahl Suresi 115 O size ancak şunları haram kılmıştır: Ölü, kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına kesilen hayvan. Bununla birlikte, zorda kalan, başkasının hakkına tecavüz etmemek, sınırı da aşmamak şartıyla bunlardan yerse, Allah bağışlayacak, merhamet edecektir.

A’raf Suresi 32 – 33 De ki: ‘Allah’ın, kulları için çıkardığı süsü, güzel ve tatlı rızıkları kim haram etmiş? ‘ De ki: ‘Dünya hayatında inananlar için de var. Kıyamet gününde ise yalnız inananlar içindirler.’ Bilgiden nasipli bir topluluk için biz, ayetleri böyle ayrıntılı kılıyor.De ki: ‘Rabbim, ancak şunları haram kıldı: İğrençlikleri-görünenini, gizli olanı-günahı, haksız yere saldırmayı, hakkında hiçbir kanıt indirmediği şeyi Allah’a ortak koşmayı, bir de Allah hakkında bilmediğiniz şeyler söylemeyi.’

En’am Suresi 150-151 Şunu da söyle: ‘Allah şunu haram etmiştir diye tanıklık edip duran şahitlerinizi getirin.’ Eğer tanıklık ederlerse sakın onlarla birlikte tanıklık etme! Ayetlerimizi yalanlayanlarla âhirete inanmayanların keyifleri ardınca gitme! Onlar, kendi Rablerine başkalarını denk tutuyorlar.De ki onlara: ‘Hadi gelin, Rabbinizin size neleri haram kıldığını yüzünüze karşı okuyayım: Hiçbir şeyi O’na ortak koşmayın. Ana-babaya çok iyi davranın. Yoksulluk endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin; biz sizi de onları da rızıklandırırız. Kötülüklerin görünenine de gizli kalanına da yaklaşmayın. Allah’ın saygın ve aziz kıldığı cana, bir hakkı savunmak dışında kıymayın. Allah size bunları önerdi ki, aklınızı işletebilesiniz.’

En’am Suresi 145 De ki: ‘Bana vahyolunanlar içinde, bu haram dediklerinizi yiyecek birine yasaklanmış bir şey bulamıyorum. Yalnız şunlardan biri olursa başka: leş, akıtılmış kan, domuz eti -ki o bir pisliktir- Allah’tan başkası adına boğazlanmış bir murdar.’ Iztırar haline düşen, başkasının hakkına dokunmamak, zorunluluk sınırını da aşmamak şartıyla bunlardan yiyebilir. Çünkü senin Rabbin çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.

En’am Suresi 140 Şu bir gerçek ki, ilimsizlik yüzünden öz evlatlarını beyinsizce katledenlerle Allah’ın kendilerine verdiği rızıkları, Allah’a iftira ederek haramlaştıranlar gerçekten hüsrana uğramışlardır. İnan olsun, sapıtmışlardır onlar; hiçbir zaman doğruyu ve güzeli bulamazlar.

Maide Suresi 62-63 Onların birçoğunun günahta, düşmanlıkta, haram yemede yarıştıklarını görürsün. Ne kötüdür o yapmakta oldukları! Ruhbanları ve hahamları onları, günah oluşturan sözlerinden, haram yemekten alıkoysalardı olmaz mıydı? Ne kötüdür onların sınaat/teknoloji olarak üretmekte oldukları.

Şimdide gelelim Mezhep çelişkilerinin örneklerine:

Mezheplerin Çelişkilerine 100 tane örnek

Konular

Hanefi

Maliki

Şafii

Hanbeli

1

Ölü Hayvanın derisi helal midir?

Haram

Helal

Haram

Helal

2

Pislikle beslenen hayvanların eti helal midir

Helal

Haram

3

Yılan balığı yemenin hükmü nedir?

Helal

Haram

4

Erkeğin kırmızı elbise giymesinin hükmü nedir?

Mekruh

Helal

Haram

Mekruh

5

Erkeğin sarı elbise giymesinin hükmü nedir?

Haram

Helal

Haram

Haram

6

Ud, zurna, dümbelek, boru davul çalmak nedir?

Mekruh

helal

Helal

Haram

7

Karga eti yemenin hükmü nedir?

Haram

Helal

Haram

Haram

8

At eti yemenin hükmü nedir?

Haram

Helal

9

Midye yemenin hükmü nedir?

Haram

Helal

10

İstiridye yemenin hükmü nedir?

Haram

Helal

11

Istakoz yemenin hükmü nedir?

Haram

Helal

12

Kırlangıç eti yemenin hükmü nedir?

Helal

Helal

Haram

Haram

13

Kartal eti yemenin hükmü nedir?

Haram

Helal

Haram

Haram

14

Yarasa eti yemenin hükmü nedir?

Haram

Mekruh

Haram

Haram

15

Beyt-i Tavaftan öne abdest almak nedir?

Vacip

Farz

Farz

Farz

16

İlk iki rekatta Fatiha okumanın hükmü nedir?

Vacip

Farz

Farz

Farz

17

Rüku ve secdelerde tesbih etmek nedir?

Sünnet

Sünnet

Vacip

18

İlk iki rekatta Fatiha’dan sonra sure okumak nedir?

Vacip

Mübah

Sünnet

Sünnet

19

Fatiha’dan evvel Besmele çekmek nedir?

Sünnet

Mekruh

Farz

20

Namazda ayakların arası ne kadar açık olmalı?

4 parmak

2 karış

1 karış

2 karış

21

Vitir namazının hükmü nedir?

Vacip

Sünnet

Sünnet

Sünnet

22

Tüysüz bir delikanlıya değen erkeğin abdesti bozulur mu?

Hayır

Evet

Hayır

Hayır

23

Namazda selam almak abdesti bozar mı?

Evet

Hayır

24

Namaz kılan kimsenin önünden geçilmesinin haram olduğu mesafe ne kadardır?

40 kulaç

1 kulaç

3 kulaç

3 kulaç

25

Namaz içinde unutarak konuşmak namazı bozar mı?

Evet

Hayır

Hayır

Evet

26

Namazda hatayla yanlış bir kelime geçerse namaz bozulur mu?

Evet

Hayır

Hayır

Hayır

27

Namazda af ve of demek namazı bozar mı?

Evet

Hayır

Evet

Evet

28

Eti yenen hayvanların sidiği ve artığı necis midir?

Evet

Hayır

Evet

Hayır

29

Eti yenen hayvanların menisi necis midir?

Evet

Evet

Hayır

Hayır

30

Abdestin farzları kaçtır?

4

7

6

7

31

Abdesti belli bir sıra ile almak farz mıdır?

Hayır

Hayır

Evet

Evet

32

Abdesti ara vermeksizin almak farz mıdır?

Hayır

Evet

Hayır

Evet

33

Abdestin sünnetlerinin sayısı kaçtır?

18

8

30

20

34

Misvak kullanmak sünnet midir?

Evet

Hayır

Evet

Evet

35

Abdestte ellerin, yüzün ve kolların üçer kere yıkanması sünnet midir?

Evet

Hayır

Evet

Evet

36

Abdestte başın üç defa mesh edilmesi sünnet midir?

Hayır

Hayır

Evet

Hayır

37

Abdestte kulakların içten ve dıştan meshi sünnet midir?

Evet

Evet

Evet

Hayır

38

Abdestte kulaklar kaç defa mesh edilmelidir?

1

1

3

1

39

Abdesti bozan şeylerin sayısı kaçtır?

12

3

5

8

40

Cinsellik organına dokunmak abdesti bozar mı?

Hayır

Evet

Evet

Evet

41

Namazda kahkaha ile gülmek abdesti bozar mı?

Evet

Hayır

Hayır

Hayır

42

Deve eti yemek ve cenazeyi yıkamak abdesti bozar mı?

Hayır

Hayır

Hayır

Evet

43

Abdest şüphe ile bozulur mu?

Hayır

Hayır

Hayır

Evet

44

Kan akması abdesti bozar mı?

Evet

Hayır

Hayır

Hayır

45

Delikli meshin üzerinden mesh etmek caiz midir?

Evet

Evet

Hayır

Hayır

46

Gusül abdesti almayı gerektiren sebeplerin sayısı kaçtır?

7

4

5

6

47

Gusül abdestinin farzları kaç tanedir?

11

5

3

48

Umursamazlıktan veya tembellikten dolayı namaz kılmayanın hükmü nedir?

Hapsedilir, kanatılana kadar dövülür, öldürülür

Tevbe etmezse öldürülür

üç güniçinde tevbe etmezse öldürülür

üç güniçinde tevbe etmezse öldürülür

49

Ezanın sözleri peşpeşe okunmasa da geçerli olur mu?

Evet

Evet

Hayır

Hayır

50

Arapça bilmeyen kimsenin kendisi için ezanı kendi dilinde okuması caiz midir?

Hayır

Hayır

Evet

Hayır

51

Ezanda niyet şart mıdır?

Hayır

Evet

Hayır

Evet

52

Ezan ve kamet esnasında selam almak caiz midir?

Hayır

Hayır

Hayır

Evet

53

Fatiha suresi okunmadan kılınan namaz geçerli olur mu?

Evet

Hayır

Hayır

Hayır

54

Namazı bitirirken selam vermenin farz olduğu miktar nedir?

Farz değildir

1 tarafa vermek farzdır

1 tarafa vermek farzdır

2 tarafa vermek farzdır

55

Erkeğin avret yeri neresidir?

Göbeğiile diz kapağı arası

Ön ve arka uzuvları

Göbeğiile diz kapağı arası

Göbeğiile diz kapağı arası

56

Ölünün yıkanmasının farz olması için cesedin ne kadarının bulunması gereklidir?

01.Şub

02.Mar

Az da olsa olur

Az da olsa olur

57

Ölüyü yıkarken ağzına ve burnuna su vermek gerekir mi?

Hayır

Evet

Evet

Hayır

58

İhramlı iken hacda ölen kişinin üstüne hoş koku sürülüp başı örtülür mü?

Evet

Evet

Hayır

Hayır

59

Cenaze namazını kimin kıldırması gerekir?

Sultan Devlet Başkanı

Kaldırması vasiyet edilen kişi

Velisi

Kaldırması vasiyet edilen kişi

60

Cenaze namazı, namaz kılmanın yasak olduğu kaç vakitte kılınmaz?

5

3 k

Her vakitte ılınabilir

3

61

Ölü gömülmek için, öldüğü yerden başka bir yere nakledilebilir mi?

Evet

Evet

Hayır

Hayır

62

Oruç için dil ile söyleyerek niyet etmek şart mıdır?

Evet

Evet

Hayır

Evet

63

Ramazan orucu için hergün ayrı ayrı niyet etmek şart mıdır?

Evet

Hayır

Evet

Evet

64

Kan aldırmak orucu bozar mı?

Hayır

Hayır

Hayır

Evet

65

Zekatın farz olması için hangi mallardan borçlu olmamak şarttır?

Zirai ürün dışındaki mallardan

Altın ve gümüş

Böylebir şart yoktur

Bütün mallardan

66

Erkek ve kadının ziynet eşyalarından zekat vermeleri farz mıdır?

Evet

Hayır

Hayır

Hayır

67

Kâğıt paradan zekat vermek farz mıdır?

Evet

Evet

Evet

Hayır

68

Madenlerden ne kadar zekat verilmesi gereklidir?

01.May

01.May

Oca.40

Oca.40

69

Ticarî bir eşyanın zekatının şartları kaçtır?

4

5

6

2

70

Topraktan çıkan her şey için zekat vermek farz mıdır?

Evet

Hayır

Hayır

Hayır

71

Balın zekatını vermek farz mıdır?

Evet

Hayır

Hayır

Evet

72

Vakfedilen topraktan zekat vermek farz mıdır?

Evet

Evet

Hayır

Hayır

73

Kiralanan veya emanet alınıp ekilen toprağın zekatını vermek farz mıdır?

Hayır

Evet

Evet

Evet

74

Zeytinin zekatını vermek gerekli midir?

Evet

Evet

Hayır

Evet

75

Yem ile beslenen ve çalıştırılan hayvanlardan zekat vermek farz mıdır?

Hayır

Evet

Hayır

Hayır

76

Koyun ile keçi kaç yaşlarında olursa zekatı farzdır?

Koyun 1 Keçi 1

Koyun 1 Keçi 1

Koyun 1 Keçi 2

Koyun 1/2 Keçi 2

77

Kadın yanında kocası olmadan hacca gidebilir mi?

Hayır

Evet

Evet

Hayır

78

Acizlik veya zaruret yüzünden hacca gidemeyen kişinin kendi yerine başkasını göndermesi caiz midir?

Evet

Hayır

Evet

Evet

79

Haccın şartı kaç tanedir?

2

4

5

4

80

Şeytan taşlarken atılan taşın cemreye düşmemesi caiz midir?

Evet

Hayır

Hayır

Hayır

81

Müslüman olmayan bir fakire yemek verilmesi caiz midir?

Evet

Hayır

Hayır

Hayır

82

İpeğin üzerine oturmak, yaslanmak, yastık olarak kullanmak, duvar örtüsü yapmak haram mıdır?

Hayır

Evet

Evet

Evet

83

Erkek çocuğa ipek giydirmek caiz midir?

Hayır

Hayır

Evet

Evet

84

Gümüş ile süslenmiş kaptan su içmek ya da abdest almak caiz midir?

Evet

Hayır

Hayır

Hayır

85

Sakalı kesmek haram mıdır?

Evet

Evet

Hayır

Evet

86

Tavla oynamak haram mıdır?

Hayır

Evet

Evet

Evet

87

Satranç oynamak haram mıdır?

Evet

Evet

Hayır

Evet

88

Ölen bir kişinin borçları ödenmeli midir?

Hayır

Evet

Evet

Hayır

89

Kişi kendi arazisinde bulunan maddenin ne kadarını devlete vermelidir?

01.May

Hiç

Hiç

Hiç

90

Bir araziyi gasp edip eken kimse çıkan ürünün sahibi midir?

Evet

Evet

Evet

Hayır

91

Yapılan bir sözleşmeyi değiştirme veya feshetme süresi ne kadardır?

3 gün

İhtiyaç gereği kadar

3 gün

Anlaşma ile belirlenir

92

Cinsi tecavüzde bulunulan hayvanın hükmü nedir?

Öldürülür, eti yenmez

Öldürül mez, etiyenebilir

Öldürülmez, etiyenebilir

Öldürülmesi gerekir

93

Şarap ve diğer sarhoş edici maddelerin içilmesinin cezası kaç değnektir?

80

80

40

80

94

Şarap kokan veya şarap kusan kişiye değnek cezası uygulanır mı?

Hayır

Evet

Hayır

Hayır

95

Dinden döndüğü için öldürülen bir kişinin malı mirasçıla-rına verilebilir mi?

Evet

Hayır

Hayır

Hayır

96

Dinden dönen kadın öldürülür mü?

Hayır

Evet

Evet

Evet

97

Terketmek, hapsetmek, aç ve susuz bırakmak suretiyle bir kişiyi öldürmek, kasten öldürmek gibi midir?

Hayır

Evet

Evet

Evet

98

Bir kadının hakimlik yapması caiz midir?

Evet

Hayır

Hayır

Hayır

99

Köpek necis bir hayvan mıdır?

Hayır

Hayır

Evet

Evet

100

Müezzin okuduğu cezandan dolayı ücret alabilir mi?

Hayır

Evet

Evet

Hayır

Devamı gelecek…

Mustafa Çelebi

Çağrı!

Büyük sevdaların büyüyen çocukları. Süzülüp gelen düşlere hasret. Baskının ve zulmün sindirdiği milyonlar arasında parlıyorlar. Işıltıları yüzlerinde, öfkeleri seslerinde, yürekleri ellerinde. Soluk soluğa dolu dizgin deli taylar gibi kıpraşıyorlar. Coşan bir nehir gibi vuruşan bir er gibi direnen bir yürek gibi… Onları oradan oraya savurup duran şey… Onları oradan oraya götüren şey… Onları oradan oraya sürükleyen şey…

Nedir bu büyük sevda, nedir bu büyük öfke, nedir bu dur durak bilmeyen bitip tükenmeyen gelip geçmeyen hasret? Nedir bu yangın nedir bu fırtına nedir bu tıkanıklık? Dişlerin, düşlerin, bileklerin, bakışların kenetli. Kilit vursalar ne ki! Ezseler bassalar ne ki! Kardeşim, yoldaşım bağrımdaki gülsün.

Kan sulamış köklerini. Göz yaşı büyütmüş seni. Bile öfkeni bile kinini. Parçala yırt sana söylenilenleri. Alev çaksın gözlerin, elektrik versin parmakların. Ateş mavisi düşler sana az. Yürek dolusu düşler sana az. Övgü şan ve şöhret beri kalsın. Adın bizde saklı kalsın.

Ey sevdiceğim ey beni benden alan kan teri. Ey yoldaşım, ey kardeşim! Çıkıp gel artık, diren gel, koş gel, ne olursun gel! Vurulup düşmeden, ezilip sinmeden, dimdik başınla gel! Ilgıt ılgıt esen seher yelinde savrul gel. Yolları aşındır gel. Gel, gel ne olursun gel…

Senle başlayalım türkümüze, senle haykıralım sözümüzü, senle vuralım zalime, senle vuralım haine. Kıralım zincirleri, kıralım putları, yıkalım sarayları, yıkalım halkın sırtından geçinenlerin düzenini! Öfkeme öfke kat, abdest alayım. Sevgime sevgi kat, yıkanayım. Sevdan yüreğimde sırdır.

Terk etmedi sevdan beni.

Sen yeter ki gel!

Nasrettin Hoca


GÜL AMA DÜŞÜN

Nasrettin Hoca
Kuyuda bir ay görmüş
İpi salıp çıkarmış
Sermiş güneşe
Kuruyunca hafiflemiş
Uçmuş göklere!

Nasrettin Hoca
Bir gün göle maya çalmış
Yoğurt olsun diye
Bakmış ki gökte Ay çok yalnız
Kırpıp yıldız yapmış birazını
Ay’ a yaren olsun diye!

Nasrettin Hoca
Bir gün davete gitmiş
Bakmamış kimse yüzüne
İpek bir kürk giyip gelmiş
Oturtmuşlar başköşeye
Anlamış marifetin kimde olduğunu
Ders olsun diye herkese
Önce kürkünü doyurmuş!

Nasrettin Hoca
Bindiği dalı da kesmiş sonunda…
Bir gün de:
“Parayı veren düdüğü çalar!” demiş çocuklara
Düşünmek gerek…

Bu şiir ‘Portakaldan Dünya’ şiir kitabımdan iletim, kitabımı okumanız dileğiyle.

İstanbul’un Son Fatihi Kim?

Fatih Sultan Mehmet, 29 Mayıs 1453 yılında İstanbul’u fethetti.
Bu nedenle her yılın 29 Mayıs günü bu fetih gününü kutlanıyor.

Peki, Fatih Sultan Mehmet yalnız İstanbul’u mu fethetti?
Elbette hayır!

Peki, neden diğer fetihlerinin yıldönümlerini kutlamıyoruz?

Örnekler:

Fatih Sultan Mehmet, 1460 yılında Mora’yı fethetti.
Peki, biz neden Mora’nın fethini günümüzde kutlamıyoruz?

Fatih Sultan Mehmet, 1462 yılında Eflak’ı fethetti.
Peki, biz neden Eflak’ın fethini günümüzde kutlamıyoruz?

Fatih Sultan Mehmet, 1463 yılında Midilli’yi fethetti.
Peki, biz neden Midilli’nin fethini günümüzde kutlamıyoruz?

Fatih Sultan Mehmet, 1475 yılında Kırım’ı fethetti.
Peki, biz neden Kırım’ın fethini günümüzde kutlamıyoruz?

Fatih Sultan Mehmet, 1476 yılında Buğdan’ı fethetti.
Peki, biz neden Buğdan’ın fethini günümüzde kutlamıyoruz?

Fatih Sultan Mehmet, 1479 yılında İşkodra’yı fethetti.
Peki, biz neden İşkodra’nın fethini günümüzde kutlamıyoruz?

Fatih’ten sonra Yavuz Sultan Selim, 1517 yılında Mısır’ı fethetti
Peki, biz neden Mısır’ın fethini günümüzde kutlamıyoruz?

Fatih’ten sonra IV. Murat, 1638 yılında Bağdat’ı fethetti.
Peki, biz neden Bağdat’ın fethini günümüzde kutlamıyoruz?

Bu sorularım sizlere garip, tuhaf ve anlamsız gelebilir!

Biraz önce sorduğum sorulara şu mantıklı ve doğru yanıtı verebilirsiniz:

Mora’nın fethini artık kutlamıyoruz, çünkü Mora Yunanlılar tarafından ele geçirildi.
Eflâk’ın fethini kutlamıyoruz, çünkü Eflak Romanyalılar tarafından ele geçirildi.
Midilli’nin fethini artık kutlamıyoruz, çünkü Midilli Yunanlar tarafından ele geçirildi.
Kırım’ın fethini artık kutlamıyoruz, çünkü Kırım Ruslar tarafından ele geçirildi.
Buğdan’nın fethini artık kutlamıyoruz, çünkü Buğdan Rumenler tarafından ele geçirildi.
İşkodra’nın fethini artık kutlamıyoruz, çünkü İşkodra Arnavutlar tarafından ele geçirildi.
Mısır’ın fethini artık kutlamıyoruz, çünkü Mısır önce İngilizlerin eline geçti, çok daha sonra bağımsızlığına kavuştu.
Bağdat’ın fethini artık kutlamıyoruz, çünkü Bağdat önce İngilizlerin eline geçti, yakın zamanda Amerika tarafından işgal edildi.

Özetleyecek olursak, bir zamanlar Fatih Sultan Mehmet’in, Yavuz Sultan Selimin ve IV. Murat’ın fethettiği ama sonradan yabancıların eline geçmiş kentlerin fetih günlerini artık kutlamıyoruz.

Peki, Fatih Sultan Mehmet’in 29 Mayıs 1453 yılında fethettiği İstanbul, sonraları düşmanın eline geçmedi mi?

İşte Tarihi Yanıt:

Almanlarla beraber girdiği Birinci Dünya Savaşı’ndan (1914–1918) Osmanlı Devleti yenik çıktı.
Hem de öyle bir yenilgi ki, Osmanlı Devleti resmen yıkıldı!

Bakın nasıl:
Osmanlı Devleti 30 Ekim 1918 tarihinde, Galip Devletlerle (İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan), Mondros Silah Bırakışma Antlaşması’nı imzaladı.

Osmanlı Devleti’nin ordusu tam teslim oldu, silahları bıraktı, asker terhis edildi, ordu dağıtıldı.

Ordusu tam teslim olmuş bir devletin varlığından söz edilebilir mi?

Osmanlı Devleti, 30 Ekim 1918 günü resmen sona ermişti.
İş bu kadarla kalmadı.

13 Kasım 1918 günü Galip Devletler İstanbul’u işgal ettiler.

 İşte, İşgalcilerin Askeri Güçleri

Kara Kuvvetleri:
İngiltere: 894 subay, 26.525 asker. (27 batarya, 160 makineli tüfek).
Fransa: 572 subay, 18.497 asker. (30 top, 91 makineli tüfek).
İtalya: 210 subay, 3.782 asker.
Yunanistan: 83 subay, 712 asker (160 makineli tüfek)
Toplam:
1.759 subay, 49.516 asker.
57 top, 411 makineli tüfek
İşgalcilerin Donanma Gücü:
İngiltere: 67 harp gemisi.
Fransa: 22 harp gemisi.
İtalya: 10 harp gemisi.
Yunanistan: 1 harp gemisi.
Ve diğer yardımcı sınıf gemiler.
Toplam: 167 gemi.

13 Kasım 1918 günü, Osmanlı Devleti’nin 465 yıllık Başkenti, “Payitaht” dediği İstanbul’a İLK KEZ yabancı askerler giriyor, Türk halkı esaretle tanışıyordu.

Fatih Sultan Mehmet’in 29 Mayıs 1453 tarihinde fethettiği İstanbul, fetihten 465 yıl sonra düşmanların eline geçiyor, Osmanlı Devleti’nin elinden çıkıyordu.

Peki, Osmanlı Devleti, elinden alınan İstanbul’u sonradan kendi gücüyle, kendi askerleri ile mi tekrar ele geçirdi?
Hayır!

30 Ekim 1918’de ordusu düşmana teslim olan Osmanlı Devleti’nin padişahı 6. Mehmet Vahdettin, 17 Kasım 1922’de tahtını, tacını, İstanbul’u ve kullarını bırakarak, bir düşman gemisiyle kaçtı!

Padişah’ın sadrazamı, yani başbakanı Damat Ferit Paşa da ülkeyi terk edip kaçtı!

Son Padişah Vahdettin, atası Fatih Sultan Mehmet’in fethettiği İstanbul’u düşmanlara bırakarak kaçmıştı!

İstanbul’u düşmanlardan Osmanlı Ordusu geri almadı!

İstanbul’u düşmanlardan, Mustafa Kemal Paşa ve askerleri 6 Ekim 1923 günü geri aldı.

Mustafa Kemal Paşa, Osmanlı Paşası değildi!

Mustafa Kemal Paşa ve Bağımsızlık savaşının öncü komutanlarının boynunda, Osmanlı Devleti’nin idam fermanları vardı!

6 Ekim 1923 günü İstanbul’a giren askerler, Osmanlı Ordusunun askerleri değildi, Türk Ordusunun askerleriydi.

İstanbul’un son fatihi, Mustafa Kemal ATATÜRK’tür.

Öyleyse artık İstanbul’un Osmanlılar tarafından fethinden söz etmek, her yılın 29 Mayıs günü fetih kutlamaları yapmak gerçekçi olamazdı!

Nasıl artık Mora’nın, Eflak’ın, Midilli’nin, Kırım’ın, Buğdan’ın, İşkodra’nın, Mısır’ın, Bağdat’ın fetih yıldönümlerini kutlamıyorsak, İstanbul’un Osmanlılar tarafından fethini de kutlayamazdık!

Türkler, her yılın 6 Ekim günü, İstanbul’un fethini kutlama hakkına sahiptirler.

Yılmaz Dikbaş
28 Mayıs 2021, Cuma
0532 233 31 52

İçimde Siz Varsınız

Büyük bir coşku ile sıralıyordu cümleleri. Acelesi varmış gibi, noktasız. Bir ara derin bir nefes aldı. Yaşamak ve devam etmek için anlatmaya yönelik küçük bir molaydı sanki. O konuştukça dinledim.

-İşte ben böyleyim, dedi.

Rahatlamıştı.

Sanki onu sessizce dinleyen ve konuşmasını kesmeyen birisini ilk kez bulmuş gibiydi. Doygunluğu sadece bir öğündü, yine acıkacağı ve o şiddetli isteği tekrar duyacağı da kesindi.

-Aslında sen benim içimdesin, sen bensin, dedi. Arka masadaki orta yaşlı, küpeli adam.

-Nasıl yani, benim yaşadığım her şeyi sizde mi aynen yaşadınız.

-Yok öyle değil, ayrıntılara takılma. Yer mekân ve zamanın önemi yok. Yaşadıkların senin için sevdiğin ve sevmediğin şeyleri ayırmana sebep olmuş.

-Peki o zaman, nasıl benzeşiyor ve iç içe oluyoruz dedi genç dostum.

Bilgece baktı adam. Şimdi sana bir soru sorayım.

-Sen türkü sever misin?

-Evet çok severim.

-Sen güzel bir bahar günü doğada olmayı, zaman zaman sessizliği, şu uçuşan, çığlıklar içinde birbirini kovalayan martıların manzarasını sever misin?

-Elbette ki kim sevmez.

-Gördün mü bak, ikimizde yaşadıklarımızın sonucunda sevdiklerimizi ayırmışız. Senin sevdiklerin bende varsa, senin bir parçan bende, benim bir parçam da sendedir.

-Yine anlamadım.

-Şu karşıda muhtaç olduğu için kişilerden yardım isteyen adamı görüyor musun? Sence kötü olan onun yaptığı mı? Yoksa onun o hallere düşmesinin sebepleri mi?

-Tabi ki sebepler.

-Aynen ben de senin gibi düşünüyorum. Dedi ve devam etti.

Bizler şu kocaman dünyada ve bu kalabalık yaşam içerisinde kayboluyoruz, var olmak için farklılıkların peşinde koşuyoruz. Dikkat çekmek için yarışıyoruz. Bunu başaran insanlar çıkıyor ve onların başarılı olduğunu, çok mutlu yaşadıklarını, her şeyi elde ettiklerini düşünüyoruz. Bu düşünce bizi daha fazla hırslandırırken aslında çokta mutsuz ediyor. Çünkü aslında milyarlarca insanın içerisinde fark edilmek hiç kolay değil. Büyük bir yetenek veya şansın sizde olması bile yetmeyebilir. Bu zor hedeflerin peşinde koşmaktansa kendi peşinde koşmalısın. Kendini başka pencerelerde bulmalı ve bulduklarına sarılabilmelisin.

-Nasıl yapacağım bunları?

-Çok kolay,

sevdiğin her şeyi bir kenara koyup, onlara daha çok zaman ayıracak, onlarla yaşayacaksın. Sevmediklerin ile karşılaşmamak için yaşanmasına fırsat vermeyeceksin. Sizin için iyi olmayan insanların size yaptıklarını sürekli anlatarak taraftar toplamaya çalışmayacaksın, kötülere verdiğiniz tepkileri anlatırken aslında kendinizi anlattığınızı, fark edilmek ve anlaşılmak için bir çaba içerisinde olduğunu düşüneceksin. Yaşamak aslında çok basit, birbirimizin içinde parçalar olduğunu keşfederek yaşamak ise daha da büyümek demek. Örneğin işyerinizde size kızgın bir amire, bu şeyi nasıl söylerim derdinde olmadan söyleyeceksin. Yapacağınız her şey için o ne der, bu ne der demeyeceksin. Kendini başkaları ile sınırlandırmak, kötüler üzerinden tanımlamak yerine, iyi olan yönlerini başkaları ile çoğaltmanın yolunu bulacaksın. Korkular insanı karanlıklara boğmaktan başka bir işe yaramıyor.

Masamızın dışından uzanan bu sohbet hoşuma gitmişti. Konuşan kişiyi gözlerimle onaylayıp, mimiklerim ile saygılarımı sunarken beynimde açılan bir başka pencereden baktım her şeye;

Evet ben de aynı şeyleri düşünüyordum, herkeste kendimden bir parça görebiliyordum. o insan ne kadar aykırı da görünse bir parça vardı işte.

Hiçbirimiz sadece iyiler havuzu ya da kötüler havuzu değildik. Küçük büyük kaşıklar veya tencerelerle doldurulmuş karışık havuzlardık. İyi kötü bütün tanımlar hepimiz içindi. Bazılarımızda çok keskin, bazılarımızda sıfıra yakın.

Sahip olduklarımızı kaybetme korkusu ile yaşarken, olamadıklarımıza ulaşma isteğinin yarattığı bir tahterevalli üzerinde duruyoruz. Hangi tarafa ağırlık basacağımıza veremediğimiz kararsızlığın içerisinde ve çelişkiler yumağında devam ediyoruz yaşama. Birlikte büyümeyi düşünmeden, başkalarının sahip olduğu ayrıcalıkları konuşarak yalnızlığa mahkûm ediyoruz kendimizi. Sonra da bu kocaman dünyada yalnız olmanın isyanını döküyoruz her yere, herkese.

Yıllar geçtikçe büyümüyoruz aslında. Bizi büyüten zaman değil.

İçimizden parçaları yakaladığımız insanlarla büyüyoruz. Bu parçaları kimde gördüğümüzün, kimlerde yakaladığımızın bir önemi yok. Irkın, dinin, cinsiyetin, yaşın ve milliyetin de hiç önemi yok aslında.

Birlikte büyüme duygusunu yakaladığımız anda güzelleşecek her şey. Ağaçları için ağlayan, dereleri için ağıt yakan, çocukları için hiçbir fedakarlıktan kaçınmayan insanları yalnız bırakmayacağız. Onların da bizi yalnız bırakmayacaklarından emin olacağız.

Toplumu parçalamak, bireyi parçalamakla başlıyor galiba.

 

Epigenetik – genler kader değildir

 

Yaşam tarzı genleri nasıl etkiler?

Yaşam tarzımızın, hasta olsak da, sağlıklı kalsak da, genetik yapımızın nasıl organize edildiği üzerinde doğrudan bir etkisi vardır. Epigenetiğin heyecan verici araştırma alanına dair içgörüler.

ABD’li Scott ve Mark Kelly tek yumurta ikizidir ve doğumları arasında sadece dakikalar vardır. Görünüşleri gibi, genleri de neredeyse aynı – ve hatta meslekleri bile. İkisi de astronot. Bu, onları muhtemelen araştırmadaki en ünlü ikiz çift yaptı. Scott Kelly, 2015 yılında Uluslararası Uzay İstasyonunda neredeyse bir yıl geçirirken, kardeşi Mark Dünya’da kaldı. Bilim adamları, uzaydaki çevresel faktörlerin etkisini dünyadakilerle karşılaştırabildiler. Kardeşler görev öncesinde, sırasında ve sonrasında muayene edildi. Sonunda, kesindi: yerçekşmsizlik, radyasyon vs., Scott Kelly’nin genlerinin aktivitesini büyük ölçüde değiştirdi.

Bir insanın nasıl ve nerede yaşadığı, günlük hayatta ne yaptığı, genetik yapı üzerinde etkisiz kalmaz. Bununla, neden bazı insanların şeker hastası olduğunu ve diğerlerinin olmadığını açıklanabilir miydi? Bundan, kansere karşı yeni tedaviler geliştirmek nümkün olur muydu? Hastalıklar önlenlenebilir miydi? Nispeten genç epigenetik bilimi, 1940’lardan beri bu soruları araştırıyor.

Epigenetik nedir?
Genetikçiler – örneğin neden mavi gözlerimiz, çarpık dişlerimiz veya belirli hastalıkları miras aldığımızı açıklayan DNA kodunda depolanan bilgilerle uğraşırken – epigenetik, genler ve çevresel etkiler arasındaki etkileşimi araştırır. Bilim insanları, genetik bilginin nasıl okunacağını belirleyen genetik materyalin biyokimyasal bileşenlerini inceliyor. Helmholtz Zentrum München’de Fonksiyonel Epigenetik Enstitüsü Direktörü Robert Schneider, “Bir bilgisayardaki donanım ve yazılıma benzer olduğunu hayal edebilirsiniz” diyor. “Genler bizim donanımımızdır, ancak yazılım olarak epigenetik hangi bilginin nasıl kullanılacağına karar verir.”

Onları her bireyin sağlığı için bu kadar heyecan verici yapan şey budur. Genlerin aksine, epigenetik bilgiler esnektir ve çevreye ve yaşam tarzına bağlı olarak değiştirilebilir. Yani biz genlerimizin toplamından daha fazlasıyız ve onları etkilemenin yolları ve araçları var.

200’den fazla vücut hücresi tipimizin her bir hücresi, tüm genetik yapımızı içerir. Genler, baz çiftleriyle birlikte çift sarmal oluşturan ve hücre çekirdeğinde sıkıca katlanmış olarak depolanan neredeyse iki metre uzunluğundaki DNA ipliklerinde oturur. Vücudun okuyabileceği ve gerektiğinde deşifre edebileceği proteinler için kodlanmış planlar içerirler. Ancak, her hücrede tüm genler aktif değildir. Schneider, “Tüm insan hücre türleri aynı bilgiye sahip, ancak bunu farklı şekilde kullanıyorlar” diyor. Örneğin bir karaciğer hücresinin kas, akciğer veya deri hücrelerinden tamamen farklı görevleri yerine getirebilmesinin tek nedeni budur.

Hücrenin işlevine göre, farklı genler aktiftir – bazıları okunabilir, diğerleri engellenir. Epigenom, genlerin aktivitesini belirleyen programdan sorumludur. Genleri açar veya kapatır ve böylece vücut tarafından hangi gen bölümlerinin okunabileceğini ve proteinlere çevrilebileceğini kontrol eder. Schneider, “Bu gen düzenlemesini hangi faktörlerin kontrol ettiğini ve onu nasıl etkileyebileceğimizi bulmaya çalışıyoruz” diyor.

Freiburg’daki Max Planck İmmünobiyoloji ve Epigenetik Enstitüsü epigenomu deşifre etmek için bir süredir çalışılıyor. Örneğin, Müdür Thomas Jenuwein’in ekibi, hücre içinde DNA’nın paketlenmesiyle ilgileniyor. Jenuwein, “Bir DNA ve protein krmaşığı olan kromatin olağanüstü bir rol oynar” diye açıklıyor. Kromatin, genomumuzun organizasyonu için iki misli önemlidir: Hücre çekirdeğindeki çift sarmalı paketler ve korur, aynı zamanda DNA ipliklerine erişimi düzenler ve böylece genlerin aktivitesini etkiler. “Kimyasal değişiklikler nedeniyle, kromatin farklı derecelerde paketleme alabilir. İnci kolyesi gibi gevşekse gen aktivitesi mümkündür. Öte yandan, bir gen segmenti sıkıca kaplanırsa, bir nevi susturulur ”diyor moleküler biyolog.

Kromatin paketleme – basitçe açıklaması
Bir DNA ve protein karmaşığı olan kromatin, hangi genlerin okunabileceğini ve hangilerinin bloke edileceğini düzenler. Hücre, genetik materyalin hangi kısımlarının özellikle önemli olduğunu belirlemek için biyokimyasal işaretler kullanır. Kromatin paketleme 30’dan fazla mekanizmadan etkilenir. Birçoğu enzimler tarafından kontrol edilir, en çok tanınanlar asetilasyon ve metilasyon süreçleridir: ilki kromatin yapısını açar, ikincisi onu yoğunlaştırır.

❶ DNA-Methylierung: Wie ein Lesezeichen: Methylgruppen lagern sich an die DNA an und können so Gene deaktivieren ❷ Gen inaktif: DNA proteinlerin (histonların) etrafına çok sıkı sarılırsa okunamaz. Gen aktif değil ❸ Gen aktif: Epigenetik faktörler, DNA’nın paketlenme derecesini değiştirir. Ulaşılabilirse okunabilir. gen aktif

Yaşam tarzının ve çevrenin genlerimize etkisi
Artık yaşam tarzının ve çevrenin genlerimizin paketlenmesini etkilediği biliniyor. Hem Stres, travma, hastalık, uykusuzluk, egzersiz, spor veya diyet, hem de iklim değişikliği, ince toz ve haşere ilaçları gen regülasyonu üzerinde etki sağlar. Sigara içmek akciğer hücrelerinin epigenetik programını değiştirebilir ve kanseri destekleyebilir. Düzenli spor ise yaşlılık ve uygarlık hastalıklarından korur.

Mesela İsveçli araştırmacılar, deneklerinde üç aylık eğitimin kas hücrelerinde 4.076 gende değişikliklere yol açtığını ve kas büyümesi ve yağ dokusu üzerinde olumlu etkileri olduğunu gösterebildiler. Daimi aşırı yeme, metabolik hücreleri, obezite ve şeker metabolizması bozukluklarını destekleyecek şekilde değiştirir.

Edinilen bu değişikliklerin miras alınabileceği gerçeği, araştırma için ezber bozan bir bulguydu. Uzun süre epigenetiğin kalıtımda hiçbir rolü olmadığı varsayıldı. Bugün nettir: Çocuklar sadece ebeveynlerinden genetik bir plan almakla kalmaz, aynı zamanda onlarla birlikte epigenetik bir DNA okuma yardımı da alırlar.

Yeme alışkanlıklarının kalıtımı
Freiburg’daki Max Planck Enstitüsü’nün grup lideri Nicola İovino ve ekibi bunu meyve sineklerinde inceledi. “Sonuçlarımız, üreme sırasında epigenetik talimatların sadece bir nesilden diğerine aktarıldığını değil, aynı zamanda embriyonun gelişimi için çok önemli olduğunu gösteriyor.”

Bu sonuçların memelilere aktarılıp aktarılamayacağı henüz netlik kazanmadı. Ancak araştırmalar, örneğin ebeveynlerin yeme alışkanlıklarının genetik yapıya yansıdığını gösteriyor. Uzun süre sağlıksız beslenenler yağ, bağırsak ve karaciğer hücrelerinin yanı sıra sperm ve yumurta hücrelerinde de epigenetik değişikliklere neden olur.

Münih Helmholtz Enstitüsü’ndeki araştırmacılar fareleri kullanarak bu tür epigenetik izlerin bir sonraki nesle aktarıldığını gösterebildiler. Farelerin yavrularında hem obezite eğilimi hem de insülin direnci eğilimi artmıştır. Robert Schneider, “Bu, edinilen özelliklerin kalıtımının epigenetik mekanizmalar yoluyla aktarılabileceğine dair kanıtları yoğunlaştırıyor” diye açıklıyor.

Psikolojik baskının kalıtımı
Petra Arck için bu bilgi onun günlük işinin bir parçası olmuştur bile. Hamburg-Eppendorf Üniversite Tıp Merkezi’nde doğum öncesi doktor, ebeveynlerin çocuklarının doğumundan önce çocuklarının sağlığı için yapabilecekleri her şeyi ele alır. “Hayatın ilerleyen dönemlerinde anne karnında aşırı yemenin obeziteyi, tip 2 diyabeti ve kardiyovasküler hastalıkları desteklediği uzun zamandır biliniyor” diyor. Arkasında metabolik hücrelerin epigenetik bir izi olması, bu gözlem için sağlam bir açıklama sunmuştur.

Şu anda, bulgular her şeyden evvel önleme için kullanılıyor, ancak bir gün terapiye giden yolu bulabilirler. Arck, “Gelecekte bazı hastalıkları epigenetik olarak kandırabileceğimize kesinlikle inanıyorum” diyor.

Bu da ilginç: Muhtemelen psikolojik stres de aktarılıyor. Holokost mağdurları veya savaş suçları ve kaza mağdurları ile yapılan çalışmalardan, travmanın genetik yapıda nesiller boyu sürebilen izler bırakabileceği bilinmektedir. Etkilenen fürular genellikle daha endişelidir, strese daha az dirençlidir ve akıl hastalığına daha yatkındır.

Sözde nesiller arası travma tezi hala tartışmalıdır, ancak hayvan modelleri bunu desteklemektedir. Araştırmacılar ayrıca, düşük stresli bir ortamın hasarı kısmen silebileceğini de gösterebildiler. Bu tür içgörüler doğal olarak yeni tedaviler umudunu besler.

Kanser tedavisinde epigenetik ilaçlar
Aslında, uygulamaya sıçramayı başaran epigenetik ilaçlar zaten var. Örneğin kanser tedavisinde doktorlar, belirli genlerin kapatılmasına neden olan enzimleri bloke eden ettkin maddeler kullanırlar. Bazı tümör hücreleri bununla, aslında tümörlerin büyümesini engellemesi gereken genleri bastırmak için kullanır. Tersine, epigenetik etken maddeler kanseri destekleyen genlerin aktivitesini azaltabilir.

Bu tür gereçler kan kanserinde iyi neticeler veriyor. Öte yandan, bireysel yüksek tansiyon, kanser veya demans riski hakkında bilgi verebilecek testler ve kan analizleri hala başlangıçtadır.

Tüm bunlar sadece başlangıç: “Epigenetik, daha çok ilaçlar ve tedaviler için çıkış ​​noktası sunacaktır,” Helmholtz araştırmacısı Schneider bundan emindir. Epigenomun şifresini çözmek, tamamen yeni bir sağlık, hastalık ve çevre anlayışı geliştirmemize yardımcı olacaktır. Veya Fransız epigenetikçi Isabelle Mansuy’un dediği gibi: “Kazanılan özelliklerin biyolojisini anlamak, kim olduğumuzu anlamak için mutlak bir zorunluluktur.”

Genetik yapımızı nasıl doğrudan ve olumlu etkileyebiliriz?

Beslenme Etkeni
Şekerin epigenetik olumsuz bir etkisi vardır. Kan şekerindeki ani yükselmeleri önlemek için, birkaç saatlik aralarla az öğün yemek en iyisidir. Çok fazla yağ hücrelerdeki epigenetik stres seviyesini arttırır ve inflamatuar süreçleri ve insülin direncini tetikler. Uzun vadede, yüksek yağlı bir beslenme nesiller boyu diyabet riskini artırır.

A, B2, B6, B9, B12 vitaminleri ile çinko, magnezyum ve ikincil bitki maddeleri gibi besinler ise epigenetik süreçleri olumlu bir şekilde ateşler. Meyveler, sebzeler, tahıllar, baklagiller, bitkisel yağlar ve balıkların içinde bulunurlar.

Hareket Etkeni
Uzun süreli ve düzenli eğitim epigenetik olarak 4.000’den fazla geni etkiler ve kas hücrelerinin hücre çekirdeklerinde olumlu etkiler yaratır. Daha fazla kas kütlesi kemikleri güçlendirir, çok enerji yakar. Ayrıca spor, yağ dokusunu epigenetik olarak değiştirir.

Meditasyon Etkeni
Düzenli olarak meditasyon yapanlar epigenomlarını kontrol eder. Araştırmacılar, deneklerdeki birçok genin, özellikle de iltihabı azaltanların şeklindeki değişiklikleri tespit edebildiler.

Müzik Etkeni
Klasik müzik zihni ve bedeni rahatlatır, kan akışını iyileştirir, duyguları düzenler ve birçok beyin bölgesini olumlu yönde uyarır. Araştırmalar, düzenli olarak klasik müzik dinlemenin, dopamin salınımına dahil olan genleri epigenetik olarak aktive ettiğini gösteriyor. Bu haberci madde ödül ve neşe duygusunu arttırır.

Alttaki video konuyu anlaşılır bir dille özetliyor.

Nizamettin Karadaş

 

Bu yazı Nina Himmer’in FOCUS-GESUNDHEIT MAGAZIN 01/2021 de de yayınladığı makalenin çevirisidir.

 

Organize Suç Örgütü ve Sedat Peker

Ülke olarak Organize Suç, Organize Suç Örgütü deyimi ile ve sızıntı bilgilerle 80’lerde tanışmıştık. 90’larda ise Mit Raporu ile geniş bilgilenmiştik. İşin çözücüleri istihbarat ve savcılardır. Onlar susunca devreye Araştırmacı Gazeteciler Dosya Haber ve Konu Kitapları ile girerler.

Bu konuda sayın Uğur Dündar’ın yeri bir başkadır. Ülkenin Duayen’idir.

Organize Suç;

Maddi çıkar veya güç elde etmek üzere çeteleşmeyi ifade eder.

Yerel, ulusal ve uluslararası bağlantılı, belli bir teşkilatlanmaya giderek gerçekleştirilen özellikle uyuşturucu ve psikotrop (uyuşturucu türevleri) maddeler, mali suçlar ile silah kaçakçılığı başta olmak üzere, yüksek kazanç sağlayan türden suçların genel adıdır.

Aslında çete ile karıştırılsa da asıl olarak farklı fonksiyonlara göre örgütlenen, yatay ve dikey hiyerarşiye sahip olan suç gruplarıdır.

Ancak en önemlisi o ya da bu düzeyde kamu görevlileriyle iş birliği yaparak, adalet ve hukuktan bağışıklık elde etmeye çalışmalarıdır.

Organize suç grupları en çok devletin şiddet tekelini kullanan ve denetleyen memur, polis, yargıç, savcı, bürokrat, siyasetçi, asker, istihbarat teşkilatı, gibi kamu görevlileri ile iş birliği yapar.

Organize suç grupları tekil alanlarda faaliyet gösterse, örneğin sadece eroin kaçakçılığı yapsa bile, finansman, güvenlik, güç kullanımı, denetim, taşıma, para aklama gibi işlevler açısından farklılaşır.

Organize Suç Örgütü;

Tehdit ve şiddet uygulayan, Bünyesinde açık veya gizli işbölümü bulunan, Hiyerarşik yapıya sahip, Suç işlemeyi süreklilik haline getirmiş, Suç işlemeye elverişli malzemeye sahip, Haksız çıkar sağlamayı amaçlayan en az 3 kişiden oluşan yapılara ORGANİZE SUÇ ÖRGÜTÜ denir.

Organize Suç ile Mücadele;

Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü, ekonomik, sosyal ve idari yapıyı doğrudan veya dolaylı olarak kontrol etmek için bir araya gelerek, haksız menfaat ve yüksek kazanç sağlamak amacıyla yasalara aykırı biçimde oluşan mafya tipi yapılar ile silah, mühimmat ve tehlikeli madde kaçakçılığıyla mücadele eder. İfade edilen suç başlıkları ile ilgili olarak iller arası koordineyi sağlamak, istihbari bilgi toplamak, değerlendirme yapmak ve önleme tedbirleri alarak, gerektiğinde operasyon düzenleme ve yürürlükteki yasa hükümlerine göre soruşturma işlemlerini yürütmek ile görevlidir.

Konu hakkında TBB dergisi 2005 yılında 60. Sayısında geniş bir makale yayınlamıştır.

Biz halk olarak bu söylemleri genelde tv ve gazetelerde görürüz. Bu günlerde Özgür Özel’in Suçişleri Bakanı dediği Sayın Soylu Medyatik Mafya Lideri Sedat Peker için otomota bağlanmış gibi Organize Suç Lideri, diyor. Terbiyesiz, basit bir sözü de ‘karısının iç çamaşırının arkasına saklanıyor’ oldu. Bakan mıdır, köfteci Yusuf mu belli değil. Ayıp yahu ayıp! Bakan diline yakışır mı bu söz?

Sedat Peker internet paylaşımından para kazanmak isteyenlerin imrenerek izlediği videolarında, devlet içine yerleşen derin ve kötü yapılanmanın çok kolay çözülecek çalışmalarından birkaç örnek verdi. İzleyenin aklında Organize Suç Örgütü’nün yapısı şekillendi. Allah’ına gurban, bir de pambık demez mi! Adana kültürü olarak esprinin içine dahil olduk. Valla!

Devlet Gücü ve hilelerle Yalıkavak Marina’ya çökmek aslı varsa organize bir iş!

Fetö tehditi ile varlıklı ailelerden milyon dolarlar almak aslı varsa organize bir iş!

Konu içinde Fetö Borsası’nın nasıl şekillendiği de açımlanıyor!

Ak Parti milletvekili Şamil Tayyar’ın ifşa ettiği Fetö Borsası ve Küçük Horoz Kılıçdaroğlu konu hakkında Sarayın Avukatları’nı da söylemişti!

Sedat Peker’in yurtdışına kaçışı ve ülkeye itibarla döneceği iddiası da aslı varsa organize bir iş!

Bayan Gazetecinin ölmesi iddiası da aslı varsa organize bir iş!

Partiye Genel Başkan seçilme ve Danışmanın Serveti iddiası da aslı varsa organize bir iş!

Pelikancıların her yeri bağladıkları iddiası da aslı varsa organize bir iş!

Kemik Medyası sürekli bunların istekleri doğrultusunda yayın yaptıkları için, içinde bulundukları durum tamamen organize bir iş!

Kolombiya Limanında geçen yıl yakalanan 4 ton 9 yüz kilo eroin hakkında buradan eleman gönderilip, hala dosya oluşturulmamış ve alıcı adresler hala sorgulanmamış ise, o da organize bir iş!

Aydın Doğan’ın korkutularak Doğan Medya’nın el değiştirmesi iddiası da aslı var ise organize bir iş!

Bombanın yenisi Kalın’ın ve Özel Kalem Müdürünün dinlenmesi iddiası!

Kılıçdaroğlu’na linç girişimi, Milletvekili’ne ve Gazetecilere saldırı geniş araştırıldığında organize suç izlerini içinde barındırır.

Sedat Peker’i dinledikçe geçmişteki Sabah – ATV geliyor insanın aklına, Tuncay Özkan’ın Kanaltürk tv’si ve diğer el değiştiren medyalar. Ve yeni medya sahiplerinin tavırları, sözleri, ihaleleri, verilen reklamlar!

Vesselam her video da ayrı şeyler söylüyor Sedat Peker ve hiç birisine yanıt verilmiyor. Halk içinde bir söz vardır ‘suskunluk ikrardandır’ diye ve toplumun genelinde bu algı her geçen gün yaygınlaşıyor. Dünya Liderimiz susuyor, Danışmanlar susuyor, Bakanlar susuyor, Müsteşarlar susuyor, Savcılar susuyor, Kemik Medyası susuyor! Anlamsız ve saçma sapan günlerden geçiyoruz ülke olarak.

Yalnızca Ak Partili Cemil Çiçek çözümü söylüyor. Helal olsun!

Sevgili Okur; Millet devleti yöneten Partinin ve devlette çalışan herkesin onurlu olmasını ister, diler. Onlar şerefi ile çalıştıkça bilir ki Millet derdin üstesinden sabırla gelir.

Devlet personeli ve Hükümet içindeki çürükler yaptıkları kötülükleri büyüttükçe yaptıkları Ulusal’laşır, uluslararasılaşır.

Organize suçun sonucu Kara Para’dır. Ülkemizde bir zamanlar kara para aklama işi Gazino, Kumarhane, Restoran ve Banka üzerinden yapılırdı. Zaman geliştikçe batıda kanunlarda gelişti. Biz hala kıyısında duruyoruz. Kanunların kalibre ve kalitesini yükseltmiyoruz. FATH orta yerde, gözümüzün önünde, AB yaptırımlarının içinde duruyor. Nereden Buldun Yasası’nı da delik deşik ettik!

1980 sonrası teknolojik ve ticari gelişimler sonrasında uluslar arası organize suç örgütleri de küreselleştiler. Bizdeki ağır örnek; Özer Çiller Örgütü idi. 1990’larda batıda Türk Bayrağının üzerinde eroin şırıngası resmi ile anılıyordu. Böyle durumlar devletin onurunu, sözünü yere düşürür.

Vakti geldiğinde bunları unutmadan sandığa gitmek Vatan – Millet sevgisidir.

Bahattin Avcu

Başkalarının düşünceleri – Algı ve düşüncelerin atfedilmesinin izinde

Normalde, biz insanlar orada algılayan, düşünen, hisseden veya hareket edenin kendimiz olduğundan eminiz. “Ben” ile başkasının bakış açısını ayırt edebiliriz. Bunun böyle olması kaçınılmaz değildir. Küçük çocuklar bu yeteneği zamanla geliştirmeleri gerekiyor ve bazı hastalıklar onları bu süreçte rahatsız ediyor. Ama neden ve nasıl?

Kendi düşüncelerimizi diğer insanların düşüncelerinden kolayca ayırt edebiliriz. Diğer insanlarla empati kurmak, sosyal etkileşimler için temel bir gerekliliktir. Ancak bir çocuk düşünceleri atfetme yeteneğini öğrendiğinde kendisini ve diğer insanları karmaşık kişiler olarak anlamaya başlıyor. Bu gelişim olmazsa, sonuçları dramatik olabilir.

Şu an düşündüğüm tüm düşüncelerin, gerçekten bana ait,  benim içimde vaki olarak sınıflandırılmasından mantıklı bir şekilde şüphe edebilir miyiz? Sizi şaşırtabilir: cevap evettir. Genelde, orada algılayan, düşünen, hisseden veya hareket eden kişinin ben olduğuma eminim. Ancak bunun hep böyle olacağı anlamına gelmez. Otizmde olduğu gibi başkalarının düşüncelerini kavramayı imkânsız kılan veya şizofrenide olduğu gibi kişinin kendi düşünceleriyle başkalarının düşünceleri arasında artan bir sınırsızlaşmaya yol açan akıl hastalıkları vardır.

Kişi düşüncelerinin, fikirlerinin, duygularının ve hatta eylemlerinin kendisinin olduğu bilincine varması, özel bir zihinsel performans olarak anlaşılmalıdır. Kişinin kendi düşüncelerini doğru bir şekilde ilişkilendirme yeteneği: “Aşık olduğumu düşünüyorum” bilinci “zihin teorisi” yeteneği olarak da adlandırılır. Kendimizi kavramanın yanı sıra diğer kişiler anlayışı için de merkezidir.

Bu yetenek nasıl gelişir ve bu gelişme gerçekleşmezse veya yetenek kaybedilirse hangi dramatik etkileri olduğunu Bochum Ruhr Üniversitesi’nde araştırmacılar incelediler.


Kutudaki top

“yanlış inanç” (“False-Belief”) testi

Başkalarının yerine geçebilme yeteneğini (empatiyi) nasıl test edilir?
Bir bilişsel yeteneği tam olarak tanımlamak istiyorsanız, denekler tarafından işlendiğinde o kişinin bu yeteneğe sahip olup olmadığını gösteren bir test tasarlamayı başarmanız mükemmel olur. Bilim insanları, düşüncelerin ilişkilendirilmesi için bir “yanlış inanç”(“False-Belief”) testini standart olarak geliştirdiler.

Bir kişinin kendi inançlarını başka birininkilerden ayırt edebildiğini test etmek için bir hikâye kullanırlar: Sally topu sepete koyar ve yürüyüşe çıkar. Bu sırada Anne topu alır ve kutuya koyar. Sally geri döner. Denek için soru: Sally topu nerede arıyor? İki ve üç yaşındakiler “Kutuda” cevabını veriyor çünkü top orada. Sadece dört yaşındaki çocuklar “Sepete koyduğu için sepette arar” cevabını veriyor.

Aşamalı gelişme
Bu testi geçen bireyler, kendi görüşleri ile diğerlerinin görüşlerini net bir şekilde ayırt edebilirler. Kendilerini diğer kişinin yerine koyma yeteneğini de gösterirler. Bu yeteneğin gelişimin otobiyografik bir hafızanın ortaya çıkmasıyla aynı zamana denk gelmesi dikkat çekicidir: Ancak üç yaşından itibaren deneyimleri hafızamızda on yıllar sonra hala kavuşabileceğimiz ve onları kendimizle ilişkilendirebileceğimiz bir şekilde depolamaya başlarız. Bu nedenle Ben, yaşamın bu aşamasında, düşüncelerin atfedilmesinden dolayı tipik bir insan benliğine doğru kesin bir değişim geçiriyor gibi görünüyor.

Küçük çocuklar bunu daha erken yapabilir mi?
Daha yeni literatürde, küçük çocukların düşünceleri atfetme becerisini tam olarak ne zaman öğrendiklerine dair hararetli tartışmalar var: Bellidir ki bununla ancak dört yaşında dil yardımı ile başa çıkabilirler. Daha basit davranış testlerinin bile bu yeteneğin zımni olarak mevcut olduğunu gösterip gösteremeyeceği tartışmalıdır: örneğin değişik bir bakış davranışı, topu sepete atan Sally’yi, top kutuya atıldıktan sonra, onu kutuda ararken gözlemleyen çocukların yüzünde şaşkınlık gösteren bakışlar belirmesi.

Bu tür stratejiler testi herhangi bir dil olmadan gerçekleştirmeye çalışır. 2005 yılında Urbana-Champaign’den meslektaşları Onishi ve Baillargeon’un heyecan verici bulguları var, bu da çocukların henüz 15 aylıkken başkalarının düşüncelerini ayırt edebildiğini gösteriyor. Her halükarda, en azından başkalarını anlamak için bir ilginç, dilbilimsel olmayan yöntem elde etmiş oluyoruz.


“Ben bilinçli” beyne bakış

Yabancıya atıf durumunda, sadece frontal lobdaki (medial-prefrontal) bölgeler aktiftir © RUBIN / Newen, Bruin

Hangi merkezler aktif?
İnsanın zihinsel yetenekleri, doğal oluşumun bir parçasıdır. Bilincin ve düşüncenin doğal temelleri, esaslı beyin durumlarıdır. İnsanın normal beyin durumları, kişinin olağan çocukluk döneminde gelişen, alışılmış bilişsel performansı için tartışmasız ön koşuldur. Beyinde hastalık veya kazaların neden olduğu değişiklikler genellikle ağır engeller getirir.

Zamanla, beyin araştırmalarında, bazı önemli zihinsel yetenekleri için vazgeçilmez olan ve diğer merkezi beyin alanları, yaralanma çalışmaları, MR, CT, TMS prosedürleri (Manyetik Uyarım Tedavisi) ve benzeri görüntüleme prosedürlerinin etkileşimi sayesinde, bulmak ve konumlandırmak mümkün olmuştur.

“Yanlış inanç” testini temel olarak kullanarak, düşüncelerin bir yabancı ile ilişkilendirilmesinin sinirsel temeli de incelenebilir. Bochum’daki Ruhr Üniversitesi II. Felsefe Enstitüsü’nden Albert Newen ve Leon de Bruin’in, Köln Üniversitesi’nden Profesör Kai Vogeley’in nörobilimsel çalışma grubu ile işbirliği içinde yaptığı tam da buydu.

Ben bilinci birden çok merkezi harekete geçirir
Kendinle ilişkilendirmeye kıyasla bir yabancı ile ilişkilendirme tanımlarında farklı sinirsel bağıntılar olduğunu buldular: Dış atamalarda, orta prefrontal korteks özellikle aktiftir, alında yer alan ve tipik olarak karmaşık bilişsel süreçlerden sorumlu olan bir serebral korteks alanı. Buna karşılık, kendine atıfta bulunma durumunda, hem orta prefrontal kortekste hem de orta parietal lobda artan aktivitenin spesifik bir ilişkisi gözlemlenmiştir.

Kendinle ilişkilendirme–lerde, medial parietal korteksteki ve temporal ve parietal loblar arasın–daki geçişteki alanlar da aktiftir © RUBIN / Neween, Bruin

Bununla bağlantılı olarak, parietal ve temporal loblar arasındaki geçiş alanında başka bir faaliyet merkezi vardır. Bu sözde temporoparietal geçiş bölgesi yaralanırsa, algı perspektifinin değiştiği ve etkilenenlerin olağan algı alanının yarısının kaybolduğunu bildirdiği “ihmal sendromu”ndan (Neglect-Syndrom) kısmen sorumludur. Bu görüngü, bir grup bilinen “ben fenomeni” ve bunların sinirsel temeline çok iyi uyuyor.

Ancak sinirsel temel arayışı, yalnızca şu anda en iyi yöntemlerin izin verdiği kadar iyidir. Bu nedenle araştırmacılar, düşüncelerin atfedilmesinin sinirsel temelini yeni yöntemler ile daha kesin bir şekilde belirlemek için daimi bir görevi vardır.

 

 

 


Adım adım kendine

Ben gelişiminin aşamaları
Konu, merkezi bir yetkinlikten başka bir şey değildir: Bir insan, düşünceleri atfetme yeteneğini öğrendiğinde, kendisini ve diğer insanları karmaşık kişiler olarak modellemeye ve anlamaya başlar. Bu, sosyal etkileşim için temel bir adımdır. Çünkü düşünceleri açıkça kendinize atamak istiyorsanız, kim olduğunuzu bilmelisiniz; daha kesin olarak: Belirgin bir “ben” kavramına ihtiyacınız var.

Ben kavramınına doğru gelişme

Çocuklar “ben” deneyimini yalnızca adım adım yaşarlar © SXC

Fakat açık bir anlayışı, ben kavramını nasıl öğreniriz? Biyolojik bir varlık olarak ben bir insanım. Gelişiminde ilk önce bir benlik duygusu geliştiren ve ondan sonra kendini ve açık bir şekilde benlik kavramını anlayan.  Bu, edindiğim kesin bir anlayıştan önce benliğimin çeşitli zımni anlayış biçimlerinin var olduğu anlamına gelir.

Bir çocuğun normal gelişiminde, araştırmacılar ben fikirlerinin inşasında çeşitli aşamalar arasında ayrım yaparlar. Birinci aşama: En geç doğumda, kişinin kendi bedenini algılamasına bağlı olarak benlik duygusu kurulur: Bir bebek kendini rahat veya aç hisseder.

İkinci aşamada, ben hissi, amaca yönelik eylemlerimin kaynağı olarak ortaya çıkar: Yaşamın üçüncü ayında, bir bebek hedefe yönelik kavramayı (dokunmayı) öğrenir.

Kendinden karşıtına
Üçüncü aşamada ben, bölünmüş dikkatin bir unsuru ve kişinin kendi mekânsal perspektifinin merkezi olarak algılanır: Dokuz ayda, yürümeye başlayan bir topa bakan çocuk, babasının da aynı topa baktığını kavramayı öğrenir. 14 aylık çocuk kendi görebildiği şeyleri annesinin göremeyeceğini anlamaya başlar.

Dördüncü aşamada ben özel bir nesne olarak yerleşir, normal gözlemcinin bakış açısından aynadaki ben’i tanıyabilir: Küçük çocuklar genellikle 18 aylıkken ünlü ayna testini geçerler. Beşinci aşamada, nihayet ben, kendisine şekil,  istekler, inançlar ve umutlar atfedebilen ve diğer insanlarla başka dilek ve inançları ilişkilendirebilen açık bir benlik imajına sahip bir özne olarak ortaya çıkar (zihin teorisi yeteneği).


Benim Kolum bana ait değil

Ben imajımız, beden deneyimindeki rahatsızlıklarla nasıl başa çıkıyor?
Temel benlik duygusu, vücut deneyimimizle çok yakından bağlantılıdır. Bu deneyim, örneğin sağ yarıkürede bir beyin kanamasından sonra felçten bozulabilir. Bu yarıküredeki belirli yıkım türleri hastada sol kolunun artık kendisine ait olmadığını hissini oluşturur.

“Yabancı” ve “anarşik” el
Bu durumlarda bir “yabancı el” sendromundan bahsediyoruz: sol kol yabancı bir cisim olarak algılanır. Vücut parçalarının “bana ait olduğu” bilinci bozulur. Bunun tersine, sol hemisferde hala sağ ellerini el olarak algılayan, ancak eylemlerini artık kendi kontrolleri altında olmayan bir şekilde deneyimleyen bir lezyonu (yaralanması) olan hastalar da vardır.

Bu el kime ait? © SXC

Eylemlerinin kendinle ilişkili olduğu hissi arızalanınca, kişi elini bağımsız hareket ediyormuş gibi algılanır (anarşik el sendromu): Doktorla konuşan bir hasta, ilk başta sağ elinin bir kalem tuttuğunu fark etmez ve etrafta karalama yapar. Bunu fark ettiğinde çok şaşırır ve kontrol edilebilir sol eliyle kalemi sağ elinden alır.

Kendini açıklama modeli uyarlanır
Bir paradoks ortaya çıkıyor: kol açıkça biyolojik birim insanın bir parçasıdır, ancak deneyimlenen ben artık kolu ben’e dâhil olarak algılamıyor. Bu paradoks ardından genellikle, RUB (Ruhr Üniversitesi Bochum) araştırmacılarının iki aşamalı bir duygu ve egoyu atfetme modelinde geliştirdiği düşünce atıf seviyesinde ikinci bir rahatsızlık aşaması getirir.

Önce, iki aşamalı modelin temel fikrini “yabancı el” örneğinin devamı olarak sunabiliriz: Bir kişinin güçlü bir şekilde rahatsız edici benlik duygusu bozukluklarıyla, kanı sistemini “kaydırmadan” (değiştirmeden), baş etmesi kolay değildir (“Sol kol bana ait değil “).  Kişi kanılarını sanrısal bir şekilde uyarlarsa, somatoparaphenia’dan söz edilir: sol kol sadece artık ben’e ait olmadığı için deneyimlenmez, aynı zamanda açıkça başka bir kişiye atfedilir.

Bir diyalog bu durumu netleştirir:
Doktor: Bu kimin kolu?
Hasta: Benim değil!
Doktor: O zaman kime ait?
Hasta: Annemin.
Doktor: Ama nasıl burada olabilir?
Hasta: Bilmiyorum. Onu yatağımda buldum.
Doktor: Ne zamandır orada?
Hasta: İlk günden beri.

Burada sadece benlik duygusunun değil, aynı zamanda düşünceleri atfetme yeteneğinin de rahatsız olduğu açıktır: açıklamalar mantıksız hale gelir, artık bir gözlemci için anlaşılabilir değildir. Bu vaka, ben rahatsızlıklarında yer alan süreçlerin iki aşamalı doğasını gösterir, burada bir yandan bir ben duygusu diğer yandan kişinin kendi düşüncelerini atfetme yeteneği ayırt edilmelidir.


Zeka, şizofreni ve otizm

Zihinsel bozukluklar benlik ve yabancı kavramımızı nasıl değiştiriyor?
Ancak sadece fiziksel bozukluklar “ben” i  ve başkalarını doğru algılama yeteneğini  değiştirmez, bazı akıl hastalıkları da bunu yapar.

Bir zekâ sorunu değil…mi?
Bu, zekânın düşünceleri atfetme yeteneği üzerindeki etkilerini araştıran çalışmalarda gösterilmiştir. Yanlış inanç testinde, 4 yaşından büyük normal çocuklar Down sendromu veya otizmden muzdarip çocuklarla karşılaştırıldı. Down sendromlu çocukların IQ’su genellikle çok düşüktür. Asperger Sendromundan muzdarip bir grup otistik insan ise normal veya hatta ortalamanın üzerinde bir zekâ geliştirir.

Otizm: Diğeri bir maskenin arkasındaymış gibi gizli kaldığında © SXC

Çalışmanın sonucu, hem Down sendromundan muzdarip hem normal çocukların “yanlış inanç testini” (False-Belief-Test) yaklaşık yüzde 85-90 oranında geçerken, otistik çocukların ise, tam tersine, yüzde 80’inin testi geçemediğini gösterdi. Düşünceleri atfetme yeteneği bu nedenle normal zeka ile bağlantılı olmayan bağımsız bir bilişsel yeterliliktir. Asperger Sendromlu çocuklar, belirli kesin durumlarda nasıl davranılacağını açıkça öğrenebilirler. Fakat hafif bir değişikliğe uğramış, alışılmış yaşamın bir durumunla karşılaştıkları zaman çaresizlerdir, çünkü diğer kişinin istek ve fikirlerini sezgisel bir şekilde değerlendiremezler.

Şizofreni: Bu ses nereden geliyor?
Benlik bozukluklarının iki aşamalı olmasını başka bir örnek de gösterir: Şizofrenide önemli bir belirti düşünce ilhamıdır: hasta bir düşünceyi kavrar ve onu kötü komşunun düşüncesi olarak deneyimler. Bu fenomenin temeli, her şeyden önce arızalı bir benlik deneyimidir, “sesler işitilmesi” ile tanımlanabilir.

Şizofreni hastalarının bir kısmı sesler duyar, ama kendilerine ait olarak algılamadıkları bu seslerin kendi beyinleri tarafından üretildiğini bilir ve başkalarına atfetmeye geçmezler. Buna karşılık diğerlerinde ise kavranmış düşüncelerin veya duyulan seslerin değiştirilmiş bir ilişkilendirmesi gelişir. Böylece, kavranan düşüncenin kötü komşuya atanacağı şeklindeki “çılgın” değerlendirmeye gelirler.

Kendi ve yabancı anlayışımızı doğru bir şekilde analiz edebilmek ve böylece bunları ve diğer bozuklukları daha iyi anlamak ve onları daha uygun şekilde tedavi edebilmek için daha nice araştırma gereklidir. Felsefe, psikoloji, psikiyatri ve sinirbilim disiplinleri arası araştırmanın zorluğu, benliğin kuramsal ve görgül (ampirik) temellerini daha da keşfetmektir. RUB araştırmacıları Albert Newen ve Leon de Bruin bunu yapmaya devam etmek istiyor.

Nizamettin Karadaş

Bu yazı dizisi scinexx | Das Wissensmagazin de 29.04.2011 de yayınlanan bir yazı dizisinin Türkçe çevirisidir. Alttaki Bağlantılardan Almanca orijinalini okuyabilirsiniz.

Kaynaklar:

1- RUBIN / Albert Newen, Leon de Bruin         29.04.2011

2- https://www.scinexx.de/dossier/die-gedanken-der-anderen/

3- https://www.scinexx.de/dossierartikel/der-ball-in-der-schachtel/

4- https://www.scinexx.de/dossierartikel/blick-ins-ich-bewusste-gehirn/

5- https://www.scinexx.de/dossierartikel/schritt-fuer-schritt-zum-ich/

6- https://www.scinexx.de/dossierartikel/mein-arm-gehoert-mir-nicht/

7- https://www.scinexx.de/dossierartikel/intelligenz-schizophrenie-und-autismus/

Gökkuşağı Altında

Kimi der ki kadın
Uzun kış gecelerinde yatmak içindir.
Kimi der ki kadın
Yeşil bir harman yerinde
Dokuz zilli köçek gibi oynatmak içindir.
Kimi der ki ayalimdir,
Boynumda taşıdığım vebalimdir.
Kimi der ki hamur yoğuran.
Kimi der ki çocuk doğuran.
Ne o, ne bu, ne döşek, ne köçek, ne ayal, ne vebal.
O benim kollarım, bacaklarım, başımdır.
Yavrum, annem, karım, kızkardeşim,
Hayat arkadaşımdır.

Nazım Hikmet Ran

Bireylerin ikili- üçlü ilişkilerinde, birbirleri üzerinde egemenlik istemi, yaşamı zorlaştırıyor. Evlilik bağıtı, kadının- erkeğin bedensel, düşünsel, düşlemsel özgürlük alanını daraltırken; etik (ahlak!) adı altında soyut baskı altına alınmasına nedensellik oluşturmakta.

Özdeş kısıtlılık, somut baskı erkek erkten yoksun erkli kadına akışkanlık sağlamaktadır.
Oysa çok eski dünya tarihi, erkek-kadın/kadın- erkek beraberliğinde beden ve düş kurmacası sonsuz özgürlük dolu görünmektedir. Bugünün toplumcu-toplumsal penceresinden o güne dönük bakışımız ilkel bir anlayış olarak değerlendirmektedir. Din olgusuyla sosyal yaşamı çeviren kurallar; içsel-bedensel yapıya geri dönüşü olanaksız çökme olgusunu yerleştirdi.

Sayrılığı son derece yüksek insan-bireyle iç içe yaşamaktayız. Bunu bilmenize karşın, aykırı tavır alan küçük azınlığa: ‘’Sapkın’’ nitelemesinde bulunan kişiler yönetsel siyasi gücünün yanında yer almaktalar.

İnsanlık, din-kapitalizm sömürüsüne tabi tutulduğundan, doğduğu gün itibariyle yaşadığı her alanda ve konuşlanımda tutsak edilmiştir.

Düşünce oluşturumu içinde, özellikle kadına yönsenen anlamlı, yapısal bağlamda ufak (çok az) çıkışlarla ayrık otları duvarı örneği örülmekte. Ama bu yeterli değil!

Laiklik kadın- erkek eşitliğini önermesi çok önemli siyasal bir yapıdır.

Bir kadının dudaklarında değildir aşk.
Bedeninde hiç değildir.
Aşk, kadının göz kapaklarındadır.
Kadın, göz kapaklarında saklar o adamı.
Ne kadar yanarsa yansın canı, ağlayamaz bazen.
Sımsıkı yumar gözlerini,
Adam hep orda kalır.
Kadın, asla bırakmaz adamı.
Kadın, asla vazgeçmez ondan.

Özdemir Asaf

Günümüzde kadın sorunu, kadının kendini koruyamaması ile sınırlı değil. Kadın üçüncü kişilerle yapacağı her ilişkide kocasından-sevgilisinden-cinselliğini sunduğu erkekten izin almak zorunda.

Erkek erkin kirlettiği yaşam ağının içinde soluk alıp veren kadın ikinci sınıf insan olarak adlandırılmaktadır.

Tüm olumsuzluklara, baskılara karşın ekonomik bağımsızlığını kazanmış kadınlar, bedensel ve düşlemsel bağlamda oluşturdukları alanda, üçüncü kişilerle ilişkilerinde kimseden buyruk almayacağını kısmen karşı tarafa sezdirmekte…

Bu konuda bizlere (özellikle de kadına) Türk Edebiyatı çok şey öğretti.

Leyla Erbil, Pınar Kür, Tezler Özlü, Tomris Uyar, Ayşe Kulin, Buket Uzuner…
Bu değerli kadın yazarlarımızın yapıtlarını koltukaltında tutmalıyız.

Ticari anlamda oluşturulan ilişkilerde de kişi özenli olmak zorundadır. Karşılıklı çıkar eşdeğer niteliğinde olmak zorunda. Taraflardan biri diğerini düşünsel anlamda bile olsa öğütülecek kişi olarak görmemeli.

Toplum, yaşam alanını kadına sınırsızca açmak zorundadır. Olumlu ya da olumsuz tümsel olarak düşüncelerini dillendirme olanağına iyi olmalıdır.

Kadın salt doğurganlık objesi olarak değerlendirilmemeli.

Barışık bir dünyada, daha güzel bir biçimde yaşayabilmemiz için eşit düzeyde olmak zorundayız.
Zedelenmiş beden karanlıktan aydınlığa çıkışın engelini beraberinde getirir.

Artık ‘’Asılacak Kadın’’ olmasın annelerimiz, kadınlarımız, sevgililerimiz.
Üçüncü şahısla başlayan-başlayacak ilişkiye (seviden tenselliğe uzanan gerekenime) kimsenin o kişiden başka müdahale hakkı olmamalı.

Var olan evrende yeni bir yaşam düzlemi için önce içimizdeki, boğumu koparıp atmamız zorunluluktur.
Gökkuşağı aydınlığı için el ele tutunmak istemini elden bırakmadan yürüyelim.

Bir kadını ortadan ikiye böl…
Yarısı annedir,
Yarısı çocuk,
Yarısı sevgilisi
Yarısı aşk…
Duyanlar bunu bilmez,
Görenler anlamaz bunu!
Yarısı rivayettir,
Yarısı gece.

Cemal Süreya

 

Photo by Louise Knight-Gibson on Unsplash

Uluslararası İlişkiler

Türkiye tarihinin en kritik günlerini yaşıyor… Gündemimizdeki olayları değerlendirelim.

1) Rusya ile Polonya arasında gerilim çok arttı iki ülke karşılıklı diplomatlarını sınır dışı ediyor. Rusya Dışişleri Bakanlığı bu hareketlerin ABD’nin çıkarına olduğunu iddia etti.

2) İşte bu koşullarda Türkiye, Polonya’ya 24 adet Bayraktar TB2 SİHA satma kararı verdi. Ayrıca bu savaş araçları mühimmatları ile birlikte teslim edilecek.

Türkiye’nin Polonya devlet başkanını konuk etmesi, sonrası Rusya’nın tepkilerine göz atmalıyız…

a) Putin parlamentoda yaptığı yıllık konuşmasında; “Kırmızıçizgilerimizi geçmeyin bizi provoke etmeyin yoksa hiçbir zaman bu kadar pişman olduğunuzu hatırlamayacaksınız… Herkesle iyi ilişkiler istiyoruz ama eğer birileri bizim iyi niyetimizi zayıflık sayarsa şunu bilmeli ki Rusya’nın cevabı hızlı ve sert olur.” dedi.

b) Rusya Başbakan Yardımcısı Yuri Borisov ,Türkiye’nin Ukrayna ve Polonya’ya SİHA satması halinde; “Moskova’nın Ankara ile askeri ve teknik işbirliğini gözden geçiririz.” dedi.

c) Kırım Tatar sürgününün 77. yıldönümünde, Türkiye’nin yaklaşımını değerlendiren Rusya dış işleri sözcüsü Maria Zaharova; “Eğer siz azınlıkların savunuculuğunu yaparsanız Rusya da sizin ülkenizde etnik, dilsel ve dini nitelikli çözülmemiş sorunlarınıza el atar, gelin bu işlerle uğraşmayalım.” dedi.